Nazlı Ilıcak ile Ece Temelkuran arasında ne fark var?..

Ortada iki (belki daha da çok) iddia varken bir gazetecinin bunlardan birini alıp "kesinleşmiş" gibi sunması yakışık almaz...

ADNAN BERK OKAN

Uzun zaman önce adı tarihe, kendisi Garanti Bankası'nın bünyesine karışan Osmanlı Bankası'nın reklâmını hatırlıyor musunuz?..
"Yok aslında birbirimizden farkımız ama biz Osmanlı Bankası'yız!"...
Nereden mi aklıma geldi?.
Köşe yazarlarımızın aynı olaylara karşı takındıkları farklı tavırlardan...
"Haydaaaa!" mı?..
"Ne alâkası var?" mı?..
Hem birbirlerinden farkları yok ama "aynı" olaya karşı takındıkları tavır "farklı" söylemi kafanızı mı karıştırdı?..
Bir örnekle anlatayım...

Ece Temelkuran Laik fundamental bir Ak Parti Hükümeti karşıtı...
Nazlı Ilıcak ise antilaik fundamental bir Ak Parti yandaşı...
Ama...
Olaylara bakışlarındaki "çife standart" anlayışı da pek bir standart...
Yani...
İkisi de çifte standart düşünce sisteminden yana...
Veya Nasrettin Hoca diliyle anlatırsam ikisi de komşuya ödünç verdikleri tencerelerinin doğurduğuna inanıp, ödünç verdikleri kazanlarının öldüğüne inanmayanlardan...

Karışık mı oldu?..
O halde şöyle de diyebilirim...
Eğer ortada "siyasi ideolojilerine ters gelen bir durum yoksa" ikisi de mükemmel gazeteci...
Eğer ortada "siyasi ideolojilerine ters gelen bir durum varsa" ikisi de çok kötü gazeteci...
Meselâ...
İkisi de "Yargı"yı seviyorlar, saygı duyuyorlar...
Ama...
Kendilerinin meşrebine göre karar verirse...
İkisi de "Gazeteciliği" seviyorlar ama...
Haber dili kendi meşreblerine göre kullanılmışsa...

Yani...
Ne, Silopi'de küçük Elif'in kafatasının kırıldığı olayda kullanılan "sahici gazetecilik" dilini beğenmeyen; haber metninde muhabir kardeşlerimizin deyişini eleştiren Ece Temelkuran'ın yaptığı gazetecilik?..
Çünkü Ece istiyor ki muhabir arkadaş; "Polisler Elif'in kafatasını kırdılar" diye "hüküm cümlesi" kullansın...
Ne de "sıcak imza" taşımayan ve yasalarda, "her zaman düzenlenmesi mümkün belge" niteliği taşıyan "digital" belgelerden yola çıkarak "iddia""suç" olarak tanımlayan Nazlı Ilıcak'ın yaptığı...
Nazlı Ilıcak da istiyor ki bütün gazeteler ve tabii kendisi de "Koramiral Kadri Sağdıç teröristtir. Suçüstü yakalanmıştır" diye yazıp söylesinler...

Oysa...
Bir "iddia" yargı kararıyla "kesinleşip" fail olduğu sanılan "şüpheli"den, "mahkûm"a dönüşmedikçe nasıl ki sadece "iddia" ise...
"Her zaman hazırlanması mümkün digital" belgelerden yola çıkılarak bir "şüpheli" için "suçlu" demek aynı ölçüde "suç" olmalıdır...
Bu duruma göre, Silopi'deki olayda Elif'in polis tarafından yaralandığı sadece bir iddiadır, henüz kesinlik kazanmamıştır...
Keza Koramiral Kadri Sağdıç'ın "darbeci, terörist" olduğu da yalnızca bir iddiadan ibarettir henüz yargı o konuda kesin hükmünü vermemiştir...

Unutmayalım...
Başkalarını kesinleşmemiş bir eylemden suçlu ilân edenler gün gelir aynı suçtan mahkûm olurlar...

Ya bir gün biri tutar da SABAH'taki bilgisayarlardan birinde "biz Sabah çalışanları Erdoğan'ın askeri darbeyle düşürülmesini istiyoruz!" diye bir cümlenin de geçtiği bir word dosyası hazırlayıp altına da "İmza: Nazlı Ilıcak" diye yazarsa?..
Ve...
Savcılığın mecburen başlatacağı soruşturma Nazlı Ilıcak karşıtı gazetelere "Nazlı Ilıcak darbeci çıktı" şeklinde yansırsa?..

Yani...
İşte bu nedenle "Islak imza"yı havi olmayan hiçbir "belge", "kanuni delil" değildir, olamaz da...
Kaldı ki...
Halk arasında söylendiği gibi:
Demokratik Hukuk Devleti'nde bir "orospuya" bile "orospu" demek "suç"tur...

Ve....
Bir hâkimin, çok etkin bir görevde bulunan bir amirali, elinde somut belge olmadan tutuklamaya cesaret edemeyeceğini söyleyerek için halen "suçlu" demekte ısrar eden Nazlı Ilıcak belli ki "siyasal dava"larda (tıpkı, Fethullah Gülen'i "terör örgütü şefi" olarak yargılayan davanın da siyasi oluşu gibi) öyle bir zorunluluk olmadığını bilmiyor...
Siyasal davalar, "bir suçluyu elden kaçırmaktansa çok sayıda masumu yakmak yeğdir" tezi üzerine bina edilirler...
Ve...
YSK'nın bağımsız milletvekillerinden en etkinlerine siyaset yolunu kapatan kararının "siyasi" olduğu konusunda (Prof. Mümtaz Soysal hariç) nasıl herkes mutabıksa; bilhassa "Balyoz" davasının siyasi olduğu konusunda da çok geniş bir "düşünce mutabakatı" var...
Nazlı'ya bildirmek istedim...

Ece Temelkuran'
la ilgisi mi?..
Dedim ya...
Ece de küçük Elif'in (Silopi'deki düğünde) polis tarafından atılan biber gazı mermisinden yaralandığını (oysa "biber gazı mermisi" diye bir şey olmazmış) ama buna rağmen gazetecilerin bunun sadece "iddia" olduğunu yazışlarını eleştirmişti...
Ve şimdi bir başka iddiaya göre Elif panik sırasında düşürüldüğü ve başını çarptığı için yaralanmış...
Yani ortada iki (belki daha da çok) iddia varken bir gazetecinin bunlardan birini alıp "kesinleşmiş" gibi sunması yakışık almaz...
Onun için Nazlı ile Ece'nin gazeteciliklerinin "ayıplı" olduğunu "iddia" ediyorum ya...
Yok aslında birbirlerinden farkları ama biri Nazlı, diğeri Ece...
İnananlar için olur gündüzler gece...

adnanberkokan@gmail.com