Nagehan Alçı'nın mikrofon uzattığı bu feryatlar hepimizin...
Haklı olmanız, o üç gazetenin kendi kardeş televizyonlarında yapılan bu muhteşem işi görmezden gelme ayıbına ortak olmanızı; sorumluluktan kaçmanızı gerektirmez…
ADNAN BERK OKAN
Hacı anacığım çocukluğumuzdan beri bana ve iki kız kardeşime hep şunu söylerdi:
“Kıskanacaksanız, birbirinizi kıskanın”…
Neden böyle söylediğini de şöyle açıklardı:
“Allah kıskananları değil, kıskanılanları sever ve onlara daha çok verir...”
Nagehan Alçı, medyamızın en çok kıskanılanlarından…
Gerek dizi film yıldızlarını bile imrendiren fiziki
güzelliği...
Gerek mankenleri çatlatan zarafeti...
Ve…
En çok da siyasi konulardaki entelektüel derinliği kıskançlıkların temel sebebi…
Demek istemem o ki…
Nagehan meslektaşları ve hemcinslerinin kimileri tarafından kıskanıldıkçaAllah ona daha çok veriyor…
En etkili gazetelerden birinde (Milliyet) yazıyor, en etkili televizyon ekranlarında (CNNTÜRK) medyanın en saygın yazarlarıyla fikri tartışma imkânı veriyor…
Son iki haftadır ise onu sabahları saat 10.00 – 12.30 arasında Kanal D ekranında bambaşka bir formatta izliyoruz.
Ve bence...
Tam da kendisine yakışanı yapıyor…
Yani…
Medyanın pek el atmadığı...
Ama...
Milyonlarca insanın yüreğini yakan toplumsal sorunları;
kahramanlarını da ekrana çıkarıp uzmanlar ve vatandaşlarla birlikte
tartıştırıyor…
Meselâ; “biyolojik annelik mi daha değerlidir, yoksa yetiştirici annelik mi?” sorusuna cevap ararken, halen tehlike olmaya devam eden bir vahşete tanık olduk…
"Bebek mafyası"...
Evet efendim ne yazık ki evet...
“Organ Mafyası”
gibi...
Hatta...
Ondan çok daha vahşi, çok daha
acımasız, çok daha iğrenç bir
“Yeni doğmuş bebeği anasından çalıp, bir başka ‘yetiştirici
anne’ adayına satan mafya” olduğunu öğrendik…
Düşünebiliyor musunuz?..
Bir “anne adayı” karnında dokuz ay taşıdığı, onun tekmeleriyle heyecanlandığı bebeğini doğuruyor…
Ama…
Bir süre sonra yılışık, kirli ve sahte kederli bir çift gözün sahibi gaddar biri gelip ona:
“Senin bebeğin doğumda öldü” diyor…
Ve…
Eğer…
Anne cahil, eğitimsiz, sorgulamayı bilmeyen veya devletin memuru (ki genelde hemşire oluyor) tarafından azarlanmaktan hatta korkan birisi ise; “öyleyse ölüsünü getirin göreyim” bile diyemiyor…
“Kader” deyip razı oluyor…
Ve…
Doğduğu anda annesinden çalınıp bir başkasına “evlâtlık” olarak verilen bebek büyüdüğünde bunu mutlaka öğreniyor…
Yetiştirici anne – baba söylemese; komşulardan biri söylüyor…
Ya da tesadüfen öğreniyor…
Nagehan Alçı işte bu örneklerden birini tartıştırdı Kanal D ekranında…
İzleyenleri ağlatan, yüreklerini kor kor ateşlere düşüren görüntüler eşliğinde tabii ki işin içine devlet de girdi…
Bu sorunu mutlaka çözeceğinin garantisini verdi…
Sorunu yaşayalar ekranda sevinç çığlıkları attılar…
Ve bir başka acı…
Bir başka “sorun” daha tartışıldı “Bırakın
Konuşalım”da…
Boşanan ya da nikâhsız birliktelikten çocuk sahibi olan anne babaların ayrılmalarından sonra ortada kalan çocukların perişan halleri…
Kadının adı Hatice…
Adamın ise Çetin…
İki genç birbirlerini sevip birlikte yaşamaya başlıyorlar…
Derken, dünyalar güzeli bir kız çocuğu getiriyorlar dünyaya…
Ama sonra birliktelikleri yürümüyor…
Kavgalar, karşılıklı hakaretler, bağırış, çağırış ve Hatice’nin iddialarına göre “dayak”…
Ayrı evlerde yaşamaya başlıyorlar…
Ve haliyle; kendi güzel ama kader yolunun ilk kilometreleri çile taşlarıyla doldurulmuş, çirkin talihli Sinem’in henüz farkında olmadığı çileli hayat yolculuğu başlıyor…
Altı aylık güzeller güzeli Sinem anneye veriliyor…
Baba, mahkeme kararı çıkarıp bebeğini görmeye geliyor…
Ama…
Bir gün…
Yasal izinle kucağına alıp sevdiği küçük Sinem’i annesine iade etmiyor…
Kaçıp gidiyor çocuğuyla birlikte…
Nagehan ve ekibi, kızını kaçıran(!) babayı buluyor…
Ve ekranda karşılıklı tartışmaya açıyor…
Ve sonunda Nagehan baba Çetin’i, bebecik Sinem’i getirip anne Hatice’ye teslim etmesi için ikna ediyor…
Sinem, baba Çetin’in kucağında Kanal D stüdyosuna getirildi…
Annesine kavuşan güzel Sinem…
Bebeğine kavuşan acılı anne Hatice…
Ve…
Yavrusundan kopmak istemeyen, kızına vurgun baba Çetin görüntüleri izleyenlerin kimini sevinçten, kimilerini ise hüzünden ağlatıyordu…
Görünürde, bir anne bebeğine kavuşmuştu…
Somut olan ise böylesi sorunların derin bir “toplumsal yara” olduğu gerçeği ortaya çıkmış; Devlet; üzerine düşen görevi yerine getirmeye davet edilmişti…
En güzeli…
Kadın ve aileden sorumlu bakanlık hemen; konu ekranda tartışılırken devreye girmiş, bu tür sorunların daha fazla yaşanmaması, çocuklarımızın geleceklerinin anne – baba kavgaları içinde çalınmasına izin verilmeyeceğini taahhüt etmişti…
Bir başka
olay...
Almanya’daki “Kayıp Türk
Müslümanları”…
“Kayıp” diyorum çünkü…
Almanya’nın katı, tavizsiz ve hatta; adaletle merhameti birbirine kolayca karıştıran bizim insanlarımıza göre “Acımasız” Alman kanunları onları çocuklarından koparırken “çok vicdansız” davranıyordu..
Bu örneklerden birini yine Nagehan Alçı’nın Kanal D’de yayınlanan “Bırakın Konuşalım” isimli programında izledik…
Yine ağladık…
Yüreğimiz yandı…
Kimileri “acımasız”(!) Almanları ve kanunlarını eleştirirken, kimileri ise anneyi duyarsızlıkla suçladı…
Ve şimdi dikkat!...
Bir başka çocuğu özürlü olduğu için; yeni doğan bebeği işte o “özürlü” ağabeyin muhtemel saldırısından(!) korumayı amaçlayan Alman makamları, bebeği alıp bir “koruyucu Alman aile”nin yanına vermişlerdi…
Henüz altı aylıkken koruyucu Alman aileye verilen çocuk bugün sekiz yaşındaydı…
Ve…
Tabii ki bir Alman gibi yetiştirilmişti…
Ve yine belli k; Hıristiyan dininin gereklerine göre de ahlâki alt yapı seriliyordu…
Şimdi dikkat!..
Sekiz yaşındaki çocuk, biyolojik annesine, “ben dinimi değiştirip Hıristiyan olmak istiyorum” diyordu…
İşte bu din değiştirme isteği, altı aylıkken elinden alınan ve onu “Müslüman” olarak doğurduğuna inanan anneyi her şeyden daha çok üzüyordu…
Hep birlikte şahit oluyorduk ki anne; çocuğunun geleceğinin değil; dininin çalınacağına daha çok üzülüyordu…
Neyse…
Daha fazla uzatmayayım…
Program sırasında Dış İşleri Bakanlığından bir yetkili aradı ve ailenin bu sorunu ile ilgileneceğini; çocuğun biyolojik anneye verilmesi için her türlü çalışmanın yapılacağını müjdeledi…
İşte bu medyanın gücüydü…
İşte bu, sabah o saatlerinde “çal çengi
oynasın” türü programlar yerine, “sorunları ortaya
çıkarıp; çözümlerini de üreten” programların çok daha
değerli olduğunun da göstergesiydi…
Ve
belâların en belâlısı....
Madde Bağımlılığı...
Neredeyse bütün paradigmalar yıkıldı...
Beş evlâdından ikisi - ki biri on sekiaz yaşını cezaevinde
tamamlamış diğeri henüz on dört yaşında- madde bağımlsıı olan bir
annenin feryatları dayanılır gibi değildi...
Paradigmayı yıkan ne mi?..
Bu iki çocuğun fukaralıkları....
Maddeyi satın alabilmek için hırsızlık yapışları...
Oysa kamuoyu madde bağımlılığının "zengin işi"
olduğunu düşünmez mi?..
Ve...
Bu alışkanlığı babalarından kapışları...
Ve en kötüsü...
Acılı anne, madde satıcılarının ev aadreslerine kadar polise ihbar
ettiği halde satıcıların halen icra-i sanatlarına(!) devam
edişleri...
"Çocuğumun ölüsünü hangi sokakta bulacağımı bilemediğim
için evde içmesine izin veriorum" derken döktüğü
gözyaşları...
Ey güzel insanlar!...
Demek istemem o ki…
Halkımız; birbirlerinden habersiz milyonlarca insanın aynı sorunlar yumağının içinde bocaladığı bin bir acı ile yoğruluyor…
Bu sorunların çözümü, kamuoyu tarafından bilinmesiyle mümkün ancak…
Aksi halde hiç kimse bir başkasının sorunundan muzdarip olmuyor…
“Beni sokmayan yılan bin yaşasın” sorumsuzluğu giderek bütün toplumun karakteri haline dönüşüyor…
Oysa…
O yılanın o an sizi sokmamış olması gelecekte de sokmayacağı anlamına gelmez…
Yılan bu arı değil…
Arı birisini sokarsa kendi de ölüp gidiyor ve çok da zarar vermiyor…
Ama…
Yılan sokarsa hem kendi yaşamını sürdürüp başkalarını da zehirleyebilecek zamana sahip oluyor…
Hem de…
Yılanın zehrinden kurtuluş çok zor…
Ve…
Ey eğerli meslaktaşlarım!..
Nagehan Alçı’yı kıskanmak, onun siyasi görüşleriyle kavga etmek yerine gelin; ekranda sorunlarla boğuşurken yaşadığı zorluklarda ona yardımcı olalım…
Gelin, “yılandan beter” o sorunların çözümüne birlikte katkı sağlayalım…
Elimizdeki medya imkânını, Alçı’nın işaret ettiği, ekrana taşıdığı, feryatların duyulması için mikrofon tuttuğu o programın daha çok izlenmesine destek vermekte değerlendirelim…
Daha çok kişinin, yetkilinin, ilgilinin haberdar olmasına katkı sağlayalım…
Haaaa…
Kimileriniz; “Kanal D ile aynı guruba bağlı diğer üç gazete ve internet siteleri Nagehan Alçı’nın Bırakın Konuşalım isimli programını tek cümle ile bile olsa haber yapmazken biz niçin yapalım?” diye sorgulayabilirsiniz…
Haklısınız da…
Ama…
Haklı olmanız, o üç gazetenin kendi kardeş televizyonlarında yapılan bu muhteşem işi görmezden gelme ayıbına ortak olmanızı; sorumluluktan kaçmanızı gerektirmez…
Gazetecilik dünyanın en kutsal mesleklerinin başında gelir çünkü konusu “insan”dır…
İnsanın sağlığı, huzuru, mutluluğu, refahı ve güvenli geleceğidir…
Benden bu kadar…
Ve tabii ki tebrikler Nagehan…
Sen, denizyıldızlarını toplayıp denize atmaya devam et kızım…
Kurtardığın her can, senin sevap ve başarı hanende bir yıldız gibi parlayacaktır…