Mustafa Balbay ile 'yürek sızlatan' söyleşi
Cezaevinde... Bir çok gazeteci adını anmıyor; Ergenekoncu derler diye... Balçiçek Pamir işte o isimle görüştü...
GAZETECİLER.COM-
Habertürk'den Balçiçek Pamir yine harika bir söyleşi ile güne
imzasını attı... Bu kez cezaevindeki Cumhuriyet yazarı Mustafa
Balbay ile konuşmuş...
Ama öyle yasal değil...
İllegal bir söyleşi...
Önce Ergenekon duruşmalarına dair izlenimlerini aktarıyor...
Okunmaya değer, meraklısı için...
BALBAY'A POĞAÇA GETİREN
KADINLAR
Duruşma salonunun girişi kalabalık… Mustafa Balbay’ın okuyucuları
gelmiş. Çoğunluk kadın. Bu arada sakın tek bir gün için oradalar
zannetmeyin, hiçbir davayı kaçırmıyorlar. Şaka değil. Balbay’a
kitap, ev yapımı poğaça, çörek falan getirmişler.
Koca bir mahkeme salonu düşünün, en düzenli, en temiz en
moderninden. Hakimlerin oturduğu yerin iki yanına iki dev video
wall konulmuş, konuşanların görüntüleri için… Ortada tutuklu
yargılanan sanıklar… Davalar ilk başladığında çizimleri
yayınlamıştık, hatırlarsanız. En önde Tuncay Özkan ve Mustafa
Balbay var. Biraz geride sıraya dizilmiş diğer tutuklular… Korkut
Eken’e gözüm takıldı bir ara… Elinde dosyalar, kocaman çantalar. O
bölümün hemen arkasında tutuksuz yargılanan sanıklar oturmuş.
En önde Emin Şirin. Gülümseyerek el salladı uzaktan, “Bak
halime. Gel, git olduk!” diye seslendi. En arkada ise
sanık yakınlarına ayrılmış koca bir bölüm. Türk-metal sendikası
Başkanı 71 yaşındaki Mustafa Özbek’in oğlu gelini ve torunları
gelmiş. Uzaktan el sallaşıyorlardı. Torunların neşeni hiç
bitmedi.
TUNCAY ÖZKAN'IN SEVGİLİSİ
ORDA
Tuncay Özkan’ı görmeye ise sevgilisi Duygu Dikmenoğlu gelmiş. Ne
yalan söyleyeyim güzelliğiyle salona başka bir hava katmıştı. Ve en
geride biz, gazeteciler… Ben acemi tabii, ona buna soruyorum
işleyişi… Bu arada unutmadan, bunca şaşanın içinde, bir de 15
dakikada bir sanıkların etrafında nöbet tutan jandarmaların yer
değiştiriş durumu vardı. Ritüel görülmeye değer.
İTİRAZ EDİP DURMA
AVUKAT
Sanık kürsüsündeki isim Osman Gürbüz, namı-ı diğer Hacı. Kesinlikle
kabul etmiyor bu lakabı, sol tarafındaki iki savcı soruyor, o biraz
gergin cevap veriyordu. Sağ tarafta bulunan kalabalık avukat
ordusunun içinden sürekli ayağa kalkıp itiraz eden avukatına
seslendi ve tüm salonu güldürdü: “Sen de sürekli itiraz edip
durma!”
Salonda sinirler gergin, bıkkın, ümitsiz bir bekleyiş var sanık
yakınlarında.
Öğleye doğru bir ara verildi. O sırada sanık yakınları kapı önündü
toplanmaya başladı. Meğer 1 saatlik arada akrabalara, yakınlara
görüşme imkanı varmış.
İşte o andır benim Mustafa Balbay ile görüşme şansını yakaladığım
an. Bütün görevlilerden özür diliyorum ama meslektaşımla
konuştuklarımı yazmak zorundayım.
MUSTAFA BALBAY İLE KAÇAK
SÖYLEŞİ
“Hapiste zaman kavramını ve kızma duygumu yitirdim”
Daha önce hiç yüz yüze gelmedik. Telefonda bile konuşmadık. Ben
onu o beni yazılarımızdan tanıyoruz. Gözleri parıldadı beni
görünce, “gel gel” işareti yaptı uzaktan. Karşı
karşıya geldik, kucaklaştık. Hemen karşısına oturdum. Diz dize
oturduk bir süre. İnsan soramıyor hemen. Oysa sormalıyım. Hem orada
bulunmam yasak, hem de vaktim yok. “Nasılsın?”
dedim önce. “Siz” demek gelmedi içimden orada, o
durumda, olmazdı, fazla resmi. Memnun oldu, gülümsedi;
“Zaman kavramı bitti Balçiçek” dedi. Bir
önceki duruşmada tahliye çıkacağını düşünüyorduk. Kızım gelmiş,
Yağmur, karnesini getirmiş bana. Çıkmadı o tahliye. Kızım ağlamadı
bile. Ama ben takvimimi yitirdim. Takvimim yok artık.”
Yutkundum. Bilmiyor ki Balbay, biraz önce kızının babasından
ayrıldıktan sonra, dışarıda nasıl katıla katıla
ağladığının hikayesini dinlediğimi. “Ümitsiz misin yani?”
diye üsteledim… “Hayır, hayır” dedi. Mustafa
Balbay televizyonlardan da alışık olduğumuz gibi heyecanlı, el kol
işaretleriyle konuşmaya başladı.
YEMEKLERİ BEN
YAPIYORUM...
-Önce şartlar nasıl? Yani kiminle kalıyorsun, nasıl
geçiyor günler?
-İşçi Partisi Genel Sekreteri Nusret Senem’le birlikteyiz. Ama
korkunç bir yalnızlaştırma var Balçiçek. 5 odalı bir koğuşta iki
kişiyiz sadece. Başka mahkumlarla haftada bir de olsa görüşme
hakkımız var ama bu hakkımızdan yararlandırmıyorlar.
-İtiraz ettiniz mi?
-Tabii ettik. Ama nafile. Müthiş yalnızlaştırma politikası var. Ben
de kendimi kitaplara adadım. Her hafta 1000 sayfa okumak gibi bir
hedefim var. Bu aralar Bernard Shaw oukuyorum. Rahmetli Eczacıbaşı
harika bir derleme yapmış. Anadolu’nun 13.yy’ına taktım kafayı,
onunla ilgili kitaplar okuyorum. Eskinde beri ilgim vardı. Kendi
kendime “Zorunlu bir okuma seansı oldu bu” diyorum.
-Peki yeme-içme?
-Yemekleri ben yapıyorum, Nusret Senem sofrayı kuruyor. Yemek
dediğim karavana tabii. Çıkan ne varsa kendi kendimize karıştırıp
ağız tadımıza uyduruyoruz. Haftada bir de kantinden bir şeyler
alabiliyoruz.
-Nasıl pişiriyorsunuz?
-Mesela bulgur, pirinç pilavı ve nohut var. Hepsini karıştırıp
pilav kebap yapıyoruz. Bir çay semaverimiz var. Onun üstüne koyup
buharda pişiriyoruz. Acayip sağlıklı besleniyoruz yani.
(gülüyor)
-Uzun sürmez mi?
-Biz de başında öyle düşündük, uzar bu iş dedik. Sonra bir de
baktık ki zamanımız var! (gülüyor) Günde 1,5 saat yürüyüş
yapıyorum. Sonra kültür-0 fizik çalışıyorum. 5 kiloluk su
şişelerini kendime halter yaptım. Fırça sapıyla bel kol hareketleri
yapıyorum. 2-B sağlıklı kalsın. Beden ve beyin… Başka türlü ayakta
duramam. Saat beş oldu mu senin programın başına otururum, hiç
kaçırmam. Melih Gökçek biraz gergin oldu, İlyas Salman sohbeti
güzeldi.
KIZGINLIKLARIMDA VAR, KIRGINLIKLARIM DA...
OĞLUNU NEDEN GÖREMEDİ? Diğer sayfada...
[page_end]
-Düzenli olarak gazete geliyor mu?
-10
gazete okuyorum.
-Ergenekon hakkında yazılanları nasıl
buluyorsun?
-Burada olmaları lazım. Bu konuda yazı yazanların en az bir duruşma
izlemesi lazım. Çoğu meslektaşlarım burada unuttu beni.
-Kırgın oldukların var mı?
-İsim vermek istemem.
-Kızgın olduğun?
-Kızma duygumu yitirdim ben. Bu dünyada hiç düşmanım yok benim. Ya
da düşman diyebileceğim kimse yok. Ama bu süreçte dost
bildiklerimden uzaklaşanlar oldu tabii. Destekleyenler de var
tabii.
-Peki hiç beklemediğin destek?
-Oldu, şaşırdığım ve mutlu olduğum. Rasim Ozan Kütahyalı yazdı
örneğin. Yiğit Bulut yazdı. Niye hala içerde olduğumu sordular.
Cesur yazılardı. Şaşırdım, mutlu oldum. Dışarıdan gelen her ışık
yarım tahliyedir burada. Ama bazıları kalem bile oynatmıyor. Hasan
Cemal şöyle yazıyor; “Balbay’a söylenen…”Ne zamandan beri bir
gazeteciye söylenenler suç oldu? O da röportaj yaptı.
-Karayılan’la.
-Evet. O da mı suçlu yani? Dinlediği için? Düşünsene Balçiçek,
gazeteci hakkında dava açılması haber ama tutuklu olmak artık
normal. Benim mahkemem sürüyor ama dışarıda medya mahkemesi var. O
daha da korkunç yani. Bilmeden, okumadan, sormadan yazıyorlar.
-Niye yayınlamadın sana gelen bilgileri
peki?
-Güvenemedim bilgilere. Bir bölümünü yayınladım gazetede,
kitaplarda. Ama büyük bir çoğunluğu bölük pörçük geldi zaten. Anlam
veremedim, birleştiremedim, en önemlisi de doğrulatamadım. Bana
gelen bilgilerin sahibi Özden Örnek bile kabul etmemiş günlükleri
üstlenmemiş ben nasıl yayınlayacağım?
-Alper Görmüş günlükleri bir fırında yaktığını
söyledi.
-Ne fırını? Bendeki bilgiler sobayı doldurmazdı. Yarım yamalak.
Öyle bir durum ki inanamazsın. Hakkımdaki raporlara bak. 1998
Erkaya görüşmem ile 2005 Sezer görüşmemi kesip birleştirmişler.
Bütün bunlar makamlarda olmuş üstelik, gizli saklı değil yani.
Herhalde bilgisayarım sürekli kontrol altındaymış birilerince.
-Şöyle elini vicdanına koyunca, “Keşke yapmasaydım”
dediğin görüşme ya da “Keşke yapsaydım” dediğin bir şey var
mı?
-Yok yok, ben de bu soruyu kendime sordum, o kadar
çok düşündüm ki… Yok. Keşkem yok. Sadece gazetecilik yaptım. Sadece
o aşkla yaşadım ben. Ne siyasete girmeyi düşündüm ne de başka bir
mevki hayali kurdum. Suçluysam da yargılanayım ama tutuklu olmamın
ne anlamı var? İki suçum varmış. Birincisi, halkı hükümete karşı
silahlı isyana teşvik etmek… Ben değil halkı, çevremi bile silahsız
isyana dahi teşvik edemem ki… İkinci suç daha ağır… Meclis’i
işlevini yapamaz hale getirmeye teşebbüs etmek. Önce güldüm ciddiye
almadım ama şimdi herkesi halkı nasıl silahlı isyana teşvik
etmediğimi inandırmak için uğraşıyorum. Çok acı.
Hapiste olmanın gurur veren bir yanı da var
-Ailen nasıl kaldırıyor bu durumu?
-Çok az
görüşebiliyoruz. Oğlumu tanımıyorum bile. O beni bilmiyor. Deniz 20
aylık oldu. Kızım Yağmur ise… Ona çok üzülüyorum tabii. Sürekli
neden diye soruyor. Geçenlerde bir resim çizmiş yollamış. Bir
merdivenin en altında ben, en üstte hakimler… Çok etkilendim, çok
üzüldüm. Karım 10 dakikada bir benimle konuşmasa rahatlamazdı,
şimdi haftada ancak 10 dakika konuşabiliyoruz. Oğlum doğduğunda
karıma demiştim ki hayat nasıl dört dörtlük oldu. Bir kızımız bir
oğlumuz var, ne güzel.
-Yarın çıksan ilk ne yaparsın?
Önce ailemle zaman geçiririm. Ardından avukat arkadaşlarla iki
duble rakı. Sözleri var bana. (gülüyor) gerçi artık bitmez bu dava
diyorlar. Süre anlamında dev-sol davasını bile katlar. En yakın
hüküm, en iyi ihtimalle 5 yılda verilir diyorlar. Umarım o zamana
kadar tutuklu kalmam. Ya da kalırım, bilmiyorum.
-Zaman kavramı gitti, takvim yok artık, nasıl
dayanıyorsun?
-Uğur Mumcu’nun yerine yazmaya başladığımdan beri, bununla gurur
duymanın ötesinde hiç lafını açmadım. Gazetedeki komşum Ahmet Taner
Kışlalı’ydı. Benim de başıma böyle bir şey geldi diye düşünüyorum,
öyle rahatlıyorum. Goethe’nin bir sözü var. “Eziyet çekmeden insan
eğitilemez” diyor. Ben de kendi eziyetimi çekiyorum herhalde.
-Uğur Mumcu, Ahmet Taner Kışlalı dedin… Yani bir nevi
gurur mudur senin için hapiste olmak?
-Gurur veren bir
yanı da var. Öyle inanmak istiyorum.
Duygu Dikmenoğlu: “Olanlar
içimi acıtıyor!”
Akraba-yakın
görüşmelerinin içinde en sıcak kucaklaşmalardan biri Tuncay Özkan
ile Duygu Dikmenoğlu’nunkiydi. Hani gazeteci refleksi, görüşmeye
izinsiz girdiğim yetmiyormuş gibi, bir de keşke yanımda fotoğraf
makinem olsaydı hayıflanmasını yaşadım. Kısa bir merhaba diyebildim
ancak Tuncay Özkan’a. Duygu Dikmenoğlu’yla ise girmeden önce sohbet
ettik. Dikmenoğlu arka palanda kalmayı tercih eden bir isim. Özkan
tutuklandıktan sonra kendisini onun davasına ve kitaplarının
çalışmalarına adamış. “Keyfim yok zaten, televizyon programı falan
yapmak gelmiyor içimden” dedi. “Hemen her duruşmaya gelmeye
çalışıyorum. Tuncay “Ben neden buradayım?” sorusunun cevabını bile
alamadı daha. Her Cuma konuşma yapıyor. Her Cuma aynı soruyu
soruyor ama cevap gizli. İnsanın içini acıtıyor olup bitenler.
Benim de içim acıyor, çok üzülüyorum. Suya yazı yazmak gibi
yaşananlar. 17 yaşında bir kızı var Tuncay’ın. O daha perişan.
Nasıl olmasın ki? Gencecik iki asker var örneğin, bir hikayelerini
duysanız, ağlarsanız. Alakaları yok olup bitenle. Ben moral olsun
diye geliyorum. Moralini iyi tutması lazım… Allah’tan kitap
yazıyor, o onu ayakta tutuyor. Şimdi yeni kitabına başladı.
Tahliyeler olduğunda hem çok sevindik başkaları adına hem de
üzüldük biz niye olamadık diye… böyle bir kısır döngü işte. Burası
çok farklı bir yer. Herkesin gelip görmesi, burada yaşananları
anlaması lazım.”