Murat Bardakçı'ya 'Osmanlı finosu' dedi
Murat Bardakçı'ya çok öfkeliydi... Ona bir de benzetme yaptı. "Osmanlı finosu' dedi... Peki bunu söyleyen hangi yazardı?
Habertürk Gazetesi Yazarı Murat
Bardakçı'nın, Taraf Yazarı Murat Belge'yi eleştirmesi üzerine
başlayan polemikte yeni bir dönemece girildi. Taraf Yazarı Belge,
Habertürk Yazarı Bardakçı'ya ''Osmanlı finosu'' dedi. İşte o
yazı:
(...) Habertürk denilen gazetede yayımlanan bir “Türk Haberi”
üstüne, Murat Bardakçı'nın “ad vermeden” bana saldırdığını öğrendim
ve saldırısını da okudum. Bu “yazı” İnternet'te yayımlanmış, gazete
de “Peki Bardakçı'nın sözünü ettiği 'tekneli irşad turları'
düzenleyen 'üstad' kimdi? Açıklıyoruz. Taraf gazetesi yazarı, Bilgi
Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Karşılaştırmalı Edebiyat Bölümü
Başkanı Prof. Dr. Murat Belge!” diyerek merakları gidermiş.
Evet, takdim bu. Üslûp –gazeteninki- bu!
Baştan başlayalım: Murat Bardakçı'nın saldırı nedeni ne? Bir
“arkadaşı”, benim Boğaz gezilerinden birine katılmış, “turdan
hatırında kalan tek bilginin, Esma Sultan'ın sonu kanlı biten
çapkınlık hikâyeleri olduğunu” söylemiş. Bardakçı şöyle aktarıyor:
“Ortaköy'deki yalının sahibesinden bahsederken 'gençlere düşkündü,
kahvelerde topladığı gençleri saraya getirir, onlarla uzun uzun
seks yapar, posaları çıktığında da çuvala koyup denize attırırdı'
demiş.”
İddia bu (başlıca iddia). Şimdi, bu hikâyeyi anlatan Nahit Sırrı
Örik'tir. İşin kötüsü o bunları ciddi ciddi inanarak anlatır ve
sonunda “algömlek ortaya çıktı” gibi deyimlerle Sultan'ın bu
sırlarının gizli kalamadığını belirtir.
Ben tabii bu saçma hikâyelere hiç inanmadım. Epey bir yıl önce
bunlarla hafifçe dalga geçen bir yazı da yayımladım. Boğaz
turlarında, vakit bulup bu hikâyeleri sığdırabilirsem, “hakkında
böyle söylentiler çıkarmışlardı” dedikten sonra, bunların
muhtemelen Ortadoğu kültüründe yetişmiş erkeklerin bilinçaltındaki
“iktidar sahibi kadın” korkusunun dile gelmesi olduğunu söylerim.
Ayrıca, benzerlerinin Bin Bir Gece Masalları'nda bulunduğunu, 19.
yüzyılda İstanbul'un halk edebiyatının popüler hikâyelerinden
“Hançerli Hanım” hikâyelerinde de bunlarla örtüşen motifler
olduğunu eklerim. Bunu hiçbir zaman inanılası bir hikâye olarak
anlatmadım.
Murat Bardakçı'nın “arkadaşı”, zaten kendisi söylemiş, “turdan
hatırında” başka bir şey kalmadığını. Murat Bardakçı'nın “arkadaşı”
olduğuna göre, bunda şaşılacak bir şey de yok. Ama bu “arkadaş”ın
aktarımına güvenip kaleme sarılmadan önce, Murat Bardakçı, bilginin
doğruluğunu sağlamaya biraz daha özen gösterebilirdi. Bu gezilere,
normal olarak, bir seferinde yüzün üstünde insan katılıyor. Onların
arasında yukarıda aktardığım sözleri hatırlayanların sayısının bir
hayli yüksek olduğunu sanıyorum.
Esma sultan üstüne, yaşadığı zamanlarda çıkmış bu efsanelere
elbette ki inanmam da, bunlara inanmanın (örneğin Nahit Sırrı'nın
yaptığı gibi) Murat Bardakçı'nın sunduğu tarzda bir “cinayet”
olduğunu da düşünmüyorum. Bunun Messalina'larla falan da hiçbir
ilgisi yok. Osmanlı Prensesi'ne bunları atfetmek Murat Bardakçı'nın
“kudsiyet” duygularını zedeleyebilir, ama ben bu ülkede yaşayan
okur-yazarların (veya okumaz-yazmazların) birinci görevinin Osmanlı
hanedanına ve uzantılarına finoluk yapmak olduğu kanısında
değilim.
Şurada ne demek istiyor Bardakçı? “Böyle bir iş, üstelik, John
Freely ile Hillary Sumner-Boyd'un Scrolling [“Strolling” olacak
doğrusu] Through İstanbul'una özenerek bir İstanbul Gezi Rehberi
yaratmaktan daha vahimdir.” Bu kitap var diye başkası yazılmayacak
mı? Böyle kural mı var? “Özenmek” ne demek? Benim önsözde şu cümle
var: “Kitap, Sumner-Boyd'la Freely'nin STI'u tarzında, gezerken ve
gezmek için kullanılacak bir rehber biçiminde yazıldı. Onların bu
öncü kitabının bana hem kolaylık, hem de büyük güçlük çıkardığını
söylemeliyim. STI herkes gibi benim için de son derece yararlı bir
bilgi kaynağı. Ama bu konuda bu kadar iyi bir kitap yazılmışken,
ikinci bir kitap yazmak çok güçleşiyor. Sorun ille onu aşmak gibi
iddialı bir şey değil; ama yargıları değerlendirmeleri, hattâ
esprileri bana da o kadar uygun ki, aynı sözleri tekrarlamaktan
kendimi alıkoymak için bayağı zorlanmam gerekti ve tam başarılı
olamadım buna rağmen.”
Ya şu ne? Azabhane'yi “işkence mekânı” sanmışım (bu noktada bir
başkasından söz etmeye karar vermediyse, bunu da benim yaptığım
anlaşılıyor). Bunun kadar zırva bir yanlışı nerede söylediğimi bir
zahmet göstersin Bardakçı.
Eminönü'nden Yavuz Selim'e bina sayma işini, Galata turlarını
bitirdiğimiz Galata kulesinden yıllarca yaptım (İstanbul'un asıl
yedi tepesini göstererek). Bu turlara katılmış binlerce kişiden
bunu da öğrenebilir, isterse. Bu adamcağız, bu basit şeyleri
bildiği için mi bu kadar benzersiz bir allame olduğuna
inanıyor?
Hiçbir aslı esası olmayan bir şeyler yazarak, böyle çirkin bir
saldırı başlatma “hak”kını ve “cesaret”ini nerede buluyor
acaba?