Mümtazer Türköne'den MİT ajanı İslamcılar yazısı

Mümtazer Türköne şimdi de "MİT ajanlığı" meselesinde "Kim bunlar? Kim oldukları belli, isim isim yakında ortaya çıkarlar." diye yazdı.

GAZETECİLER.COM -

Zaman yazarı Ali Bulaç'ın 1972 yılında üniversitede okurken polisler tarafından sebepsiz yere Siyasî Şube'ye alınıp, iyi polis-kötü polis muhabbeti ile korkutucu bir sorgudan geçirilidiğini;  sonunda “Bizim için çalış, Nurcuların içindeki muhbirimiz ol" teklifi yapıldığını anlatıp “Ben reddettim, ama çevremde aynı tezgâha düşüp teklifi kabul eden çok sayıda tanıdığım olduğunu anladım” demesi ile birlikte yeni bir boyut kazanan İslamcılık tartışmalarında top yine Mümtazer Türköne'nin ayağına geldi.

Tüm bu hikayeyi "bir abimiz başından geçenleri anlatmıştı" diyen yazısı ile okurları ile paylaşan ve Ali Bulaç'ın "o hikayedeki benim" demesine yol açan Mümtazer Türköne şimdi de "MİT ajanlığı" meselesinde "Kim bunlar? Kim oldukları belli, isim isim yakında ortaya çıkarlar." diye yazdı.

İşte Türköne'nin yazısından dikkat çeken bir bölüm:

İSLAMCI HAREKET DEĞİL NURCULAR HEDEF ALINMIŞ

"İslâmcılık tartışmasına bıçak gibi saplanan “MİT ajanlığı” boyutu, basit bir entrika-komplo hikâyesi değil. Ali Bulaç'ın ifşaatında bugünlere ışık tutacak çok esaslı ayrıntılar var. Her şeyden önce bir İslâmcıya önerilen ajanlık görevi, İslâmcıları veya İslâmcı örgütleri değil Risale-i Nur Hareketi'ni hedef alıyor.

Ali Bulaç kendisine İslâmcılar hakkında değil Nurcular hakkında bilgi toplamak üzere ajanlık önerildiğini özellikle vurguluyor. Bugünün Hizmet Hareketi gibi, dünün Risale-i Nur Hareketi de kanun dairesi dışına çıkmayan, barışçı ve Bediüzzaman'ın ifadesi ile “müspet” bir hareketti.

NEDEN ŞERİATÇILAR DEĞİL DE NURCULAR?

Devletin o dönemki sahiplerinin, özenle siyaset dışında kalmaya çalışan bu harekete husumetlerinin sebebi acaba ne idi? Neden laikliğe alenen savaş açan, “şeriat esaslarına dayalı bir devlet nizamı” peşinde koşan İslâmcılar değil? Bu soruya verilecek cevap bugünün “paralel paranoyası”nı da açıklıyor.

İktidar ve güç sahipleri her dönemde kolaylıkla nüfûz edip yönlendirdikleri siyasal akımlardan değil, topluma yayılmış ve güven alanı oluşturmuş sivil hareketlerden korkuyor.

(...)

AK PARTİ İSLAMCILIĞI BU KİRLİ İLİŞİLİ ÖRGÜTLE BAĞLANTILI

AK Parti İslâmcılığı, meğer devletle geçmişte kirli ilişkileri olan çok özgün bir örgütlenme türü ile bağlantılı imiş. Tarlalar sürülmüş, senelerce hasat alınmış ve bazı kişilerin önü açılmış. İslâmcı diye bildiğimiz kişilerden duyup da inanmakta güçlük çektiğimiz “devlete nasıl karşı çıkarsınız?” lafının sebebi artık anlaşılmış olmalı.

17/25 Aralık soruşturmaları patladığı anda Yalçın Akdoğan'dan işittiğimiz “Millî Ordu'ya kumpas kuruldu”  keşfiyatını, ancak uzun bir geçmişi olan o kirli ilişkilerin tecrübesinden damıtarak açıklayabilirsiniz. Sözlerimi geri alıyorum. İslamcılar iktidar yüzü görünce sonradan devletin İslamcısı olmamış, zaten devlet patenti altında iş görüyorlarmış. Ali Bulaç'ın “Üçüncü Nesil” diye tebcil ettiği gerçek İslâmcılar, devletin içinde örülen bu duvarı aşıp kendini gösterememiş.

YAŞANAN BİR ÇOK GARİP OLAYI YENİDEN GÖZDEN GEÇİRMELİYİZ

Türkiye'de yaşanan birçok garip olayı bu perspektifle yeniden gözden geçirmemiz lâzım. 70'li yıllarda devşirilen İslâmcılar, muhtemelen “haber elemanı” sıfatıyla devletteki kariyerlerine başlıyorlar. Köprünün altından çok su akıyor.

Bu elemanlar zaman içinde önlerine çıkan fırsatları değerlendirip bir yandan Devlet ile lider ekip arasında köprü kuruyor, öbür taraftan AK Parti'nin çelik çekirdeğinde yer alıyor. Sonra devlet iktidarını kullanıp, dün Nurculara yaptıkları gibi sivil topluma savaş açıyorlar.

Kim bunlar? Kim oldukları belli, isim isim yakında ortaya çıkarlar.