Mümtaz'er ile Fatih hangi roldeler?..
1826'da aynı devletin içinde iki Türk ordusu karşı karşıya gelmişmiş ve biri diğerini imha etmişmiş falan…
ADNAN BERK
OKAN
Yok
efendim…
Ne
Mümtaz’er’i (Türköne) “incitmek” isterim ne de Fatih’i
(Altaylı) “üzmek”…
Ama ortada da
"koskocaman” ve “acı” bir “gerçek” var; dikmiş gözlerini "bir şey
yazmayacak mısın?" diye bana bakıyor...
Yazacağım
elbette…
İşte başladım
bile…
***
Mümtaz’er,
doğru şeyler söylemek istiyor ama “istemek”
yetmiyor…
O doğru
şeyleri uzatmadan, eveleyip gevelemeden, “öz olarak” açmak da
gerekiyor…
Açmayınca,
tarih bilgisi Murat Bardakçı’nın anlattıklarından ibaret olan
Fatih’i bile ikna edemiyor…
Bunun üzerine,
Fatih her zaman olduğu gibi kendi tarzında “eleştiri”
yapıyor…
O tarz ise
belli: “Hakaret etmek!”…
Ve…
Mümtaz’er bu
defa aynı yöntemi biraz törpülemeye çalışarak
kullanıyor…
Fatih’i
eleştirdiği(!) makalesine “Cahil cesareti” başlığını
atıyor…
Bildiniz…
“Cahil”
dediği kişi
“Fatih"…
***
Önce
Mümtaz’er’in “lâf israfına” bir göz atayım…
Padişah III.
Selim yeni bir ordu (Nizam-ı Cedit) kurmuşmuş
da;
Bu yeni ordu
Napolyon'un Akka kuşatmasında başarılı olmuşmuş
da…
Ama sonradan
Yeniçerilerin gadrine uğramışmış da…
Hile,
desise ve suret-i haktan
görünen nümayişlerle ülke iç savaşın eşiğine getirilmişmiş ve yeni
ordu dağıtılmışmış da…
20 yıl kadar
sonra tekrar kurulan yeni ordu, bu sefer Yeniçeri ordusunu topa
tutarak ortadan kaldırmışmış da…
1826'da aynı
devletin içinde iki Türk ordusu karşı karşıya gelmişmiş ve biri
diğerini imha etmişmiş falan…
***
Yahu
Mümtaz’er…
İşi niye
uzatıyorsun?..
Bırak bu “yeni
ordu” mavralarını…
III Selim,
Osmanlı’yı modern kapitalist
bir Devlet yapmak istiyordu…
Bunun için
“Gizli" bir “Komite” kurmuştu ve Sadrazamın, (bugünün Başbakanı)
bütün yetkilerini alıp o “gizli komiteye”
vermişti…
Ama “ekonomik
çıkarı” bozulanlar buna karşı direnç
gösterdiler…
İşte bu
kadar…
Gerisi boş
lâf!...
Hatırla!..
Ulema
ile halk, Sultanahmet Camii'ni
bastığında; Sadrazam ve Şeyhülislâm canlarını zor kurtarmış,
Padişah içeride "sıkışıp” kalmış, dışarı
çıkamamıştı…
Hangi
ordu?..
Hangi
yeniçeri?...
Hepsi
boş…
O süreçte
“Osmanlı, dönüştürülüyordu” ve "dönüştürülme"
sırasında “iç egemenler” birbirleriyle
hesaplaşıyorlardı…
Ne “Modern
Devlet” umurlarındaydı o “iç egemenlerin” ne de bütün Avrupa
ülkelerini kontrolü altına alan “Kapitalizm”…
Bugün bizim
yaşadığımız da işte bu “dönüşüm ve iç egemenlerin
hesaplaşmalarından” ibaret…
***
Geleyim
Fatih’e…
Fatih
iyidir, hoştur, “cesur yürektir” (!)
falan ama kafası derin mevzulara basmaz...
“Vay
efendim!” diyerek atlar
ortalık yere ve sözüm ona generalleri korur…
Yahu
Fatih!..
O generaller
de bu dönüşüm sürecindeki “iç egemenler arası savaşta” birer
figürandırlar be kardeşim…
Ne var ki
elleri tetikteyken biraz daha fazla “ulufe”
istemektedirler…
Yahu ne
Türkiye’si?..
Hangi
“bölünmez bütünlük”?...
Herkes
çanağını doldurmanın peşinde…
Sen
dahil…
Gerisi “fasa
fiso”…
Gerisi
“palavra”!..
***
Amaaaa…
Bir yerlerimiz
yırtılsa da Türkiye bu dönüşümü yaşayacak…
Bunu bize
yaşatacaklar…
Aha işte Aydın
Doğan…
“O sivil
mi?”
Güldürme beni
be kardeşim…
Hangi
sivil?..
O, hepsinden
“daha asker!”…
Kavgası da,
bundan böyle onun askerlerinin borusunun ötemeyecek
olması…
Sen de
Mümtaz’er de “havaya kavga” ediyorsunuz…
Kim
bilir?...
Belki siz de
senaryodaki rollerinizi oynuyorsunuzdur…
Eğer öyle ise
vallahi süpersiniz…
Oscar’lık
yani…