Mine Söğüt: Cumhuriyet tarihinin en kötü günlerini yaşıyoruz
Sayım Çınar, Mine Söğüt ile edebiyatı, gazeteciliği, Türkiye’nin halini vaziyetini konuştu, ortaya sert ve güçlü bir söyleşi çıktı.
GAZETECİLER.COM - ÖZEL
İÇERİK
SAYIM ÇINAR
Sayım Çınar, Mine Söğüt ile edebiyatı, gazeteciliği, Türkiye’nin halini vaziyetini konuştu, ortaya sert ve güçlü bir söyleşi çıktı.
Cumhuriyet gazetesinde Salı günleri okumaya değer güzel yazılar yazıyorsun. Bu köşe yazma fikri nasıl doğdu?
Gazeteden gelen teklifle başladım. Biliyorsun, benim asıl mesleğim gazetecilik. Yirmi yaşımda bir muhabir olarak başladım çalışmaya. Ama tam o dönemlerde değişmeye, yozlaşmaya başlayan gazetecilik anlayışı erkenden beni meslekten soğuttu, kendi isteğimle bıraktım gazeteciliği. Ama zaten ben bırakmasam, o beni bırakacaktı. Prensipleri ve kaygıları olan bir çok gazeteci gibi ben de devamlı işsiz kalacaktım. Çünkü 90 sonrası, dönemin politik ve etik zaaflarına çanak tutan bir gazetecilik anlayışını oturtmaya çalışan sistem, çok planlı bir ayıklama yaptı ve bünyesinde işine yaramayan gazeteci profilini barındırmadı; buna meydan okuyup zar zor da olsa mesleğe tutunanları da süründürdü. Yıllar sonra gazeteciliğe bir köşe yazarı olarak yeniden başlama fikri benim için hem içten içe heyecan vericiydi hem de ürkütücü. Yıllardır evimde televizyon yok. Düşün mesela ben Nagehan Alçı’yı hiç izlemedim! Gazete almıyorum. Gündemi internetten kendi aklımı kullanarak, her şeyi eleye eleye izliyorum. Medyanın yarattığı yapay ve zehirli dünyadan kendimi ustalıkla soyutladım. Hal böyleyken gündemin kirli çarkına yeniden bir ucundan dahil olma fikri beni doğal olarak ürküttü. Dili ve aklı kirlenmiş medyayı daha yakından takip etmek zorunda olmak çok tercih ettiğim bir şey değildi. Ama bir yandan da Türkiye’nin içinde bulunduğu bu olağanüstü günlerde Cumhuriyet gibi önemsediğim bir gazetede yazıyor olma fikri de çok cazipti.
Felsefesi olan yazılar yazıyorsun, romancı olmanın da mutlaka etkisi olmalı bu dile. Yaşar Kemal’le yazdığın yazı hem çok güzel hem de çok öğreticiydi.
İçimden geldiği gibi yazıyorum. Samimi olmayı önemsiyorum. Yazdığım edebi metinlerden haz almaya alışığım; aynı hazzı gazete yazılarını yazarken de duymak istiyorum. Buradan yola çıkarak kaleme aldığım yazılar da doğal olarak klasik, alışılmış köşe yazılarına benzemiyor.
“Değişim beni hem sevindirir hem de korkutur.”
Cumhuriyet’te önemli değişimler var.
Evet, Cumhuriyet şu günlerde önemli ve riskli bir atılım yapıyor. Buna ihtiyaç olduğu tartışılmaz bir gerçek. Okurlarının çok önemsediği o köklü ve mühim ilkeleri koruyarak daha geniş kitlelere ulaşma, sesini daha çok duyurabilme çabasında. Bunu altını çize çize söylüyor. Değişimler her zaman risklidir. Değişirken beklenmedik rüzgarlara kapılıp, olmadık diyarlara sürüklenmemesi herkes gibi benim için de çok önemli. Cumhuriyet, yanlış bir şey yaptığında sadece kendi varlığını değil zaten ciddi bir şekilde tehdit altında olan rejimin varlığını da riske atacak kadar önemli bir kale.
Radikal’in kapanmasından sonra satışlarının artması bekleniyordu Cumhuriyet’in.Ben hiçbir zaman Radikal’i ya da onun gibi gazeteleri Cumhuriyet’e rakip görmedim. Cumhuriyet en kötü günlerinde bile, Radikal gibi, sağcıların solcular için yaptığı proje gazetelerden daha farklı ve daha sağlam bir yerde durdu. Eğer bugünlerde Cumhuriyet’in okuru artıyorsa, bu diğer gazetelerin yokluğuna değil, nihayet daha çok insanın tehlikenin farkına varmış olmasına yorulmalıdır.
“Kabataş pornografik bir fantezi olduğu için bu kadar gündemde.”
Son dönemde Kabataş olayı konuşuluyor. Başörtülü kadın tacizine neden inanmadığını Ahmet Hakan da yazdı. Bu olayı nasıl değerlendiriyorsun, bir takım yazılar yazıldı ve olayın böyle olmadığı devamında ortaya çıktı.
Bu konu sadece pornografik bir fantezi içerdiği için bu kadar uzun süre gündemde kaldı; herkesin ilgisini gereğinden fazla çekti. Bu rezil ve art niyetli yalana iki dakika sinirlenmek; iki dakika da gülüp geçmek yeterdi. Ülkenin üzerinde yıllardır çok daha büyük ve tehlikeli yalan kuşları uçuyor. Koskoca devlet en çirkin yalanlarla yönetiliyor. Medya yalanın oyuncağı; hukuk yalanı meşrulaştırmakla vazifeli.
Kadın cinayetleri meselesi de devam ediyor.
O meselenin bitmesi için, ahlak anlayışından özgürlük anlayışına kadar insan varlığını tanımlayan her şeyin kökten değişmesi gerekir. Bizde tam tersi oluyor. Cumhurbaşkanı başta olmak üzere devlet erkini elinde bulunduran herkes, her kurum feodal ve muhafazakar bir düzeni kutsamayı marifet sanıyor. Bu böyle devam ettikçe namus cinayetlerinin artması ve hatta artmakla kalmayıp iyice meşrulaşması kaçınılmaz.
Sivri dilli kadın yazarlar vardı eskiden. Azaldığını görüyoruz artık bu isimlerin. Yandaş basında tek tip bir gazetecilik var, tüm köşeler aynı spotla çıkıyor.
Ben o sivri dili hiç bir zaman kendime yakın bulmadım. Dik başlı ve tavizsiz olmak tartışmasız iyidir. Ama sadece saldırgan olmak için dilini sivrilten yazarların zamanla sahip çıktıkları meselelere de zarar verebildiklerini düşünüyorum. Cesaret ağzına geleni söylemek, her şeye tersten bakmak ya da meydanı boş bulunca sesini cayır cayır yükseltmek değildir; cesaret her şeye rağmen, her koşulda her türlü riski göze alarak doğru bildiğinden şaşmamaktır.
8 yıldır İstanbul’dan uzak Bodrum’da bir köyde yaşıyorsun ve bir yandan da roman yazmaya devam ediyorsun. Yeni kitap ne zaman geliyor? Konusundan bahsedebilir misin?
Bitirebilirsem sonbahara doğru geliyor. Korkular üzerine bir şey yazıyorum, o kadarını söyleyebilirim.
“Bu ülkede okunmayı çok önemsiyorum.”
Farklı dillere çevriliyor kitapların...
Evet ama çok değil... Şimdiye kadar sadece bir kaç dile çevrildi, yani yurtdışında esip gürlemiyorum. Ben öncelikle bu ülkede okunmayı önemsiyorum. Özellikle genç okurun kitapla ilişkisini sağlamlaştırmak gerekiyor. Benim için heyecan verici olan benle aynı şeylere dertlenen, dilimi, duygularımı dolaysız olarak aktarabildiğim okura ulaşmak. Edebiyatımın yurtiçindeki serüveni çok daha önemli benim için.
Bir söyleşinde “Benim okurum su gibidir, usul usul yolunu alır." diyorsun. Senin okurun kim sence?
Verilenleri olduğu gibi almayan, dayatmalara, düzene itirazları olan, kalıpları zorlayan bir okur sanırım. Yazdıklarım daha çok, olaylara farklı açılardan bakmayı önemseyen, gösterilenin altındaki gerçeği arayan insanları heyecanlandırıyor.
Türkiye’deki darbe dönemlerine dair bir derleme kitap yaptın. Şahbaz’ın Harikulade Yılı 1979, 12 Eylül’e dair bir roman. Ülkeyi neye döndürdü bu darbeler? 28 Şubat’ı nasıl değerlendiriyorsun?
Yakın tarihimizdeki tüm politik süreçleri içerden ve dışardan el birliğiyle şekillendirilen ve dünyayı döndüren o büyük sermayenin çıkarlarına hizmet eden bir sistemin parçası olduğumuz gerçeğini hiç unutmadan değerlendirmekten yanayım. Sivil ve askeri tüm iktidarlar bugüne kadar bu uluslararası güçlerle şeytani işbirlikleri yaptılar ve hala da yapmaktalar. Ruhunu şeytana satmanın bedeli de malum bir hikayedir. İlkesi tam bağımsızlık olmayan tüm iktidarlar bu çarkın içinde şu veya bu şekilde zamanla paramparça oluyorlar.
Romancılık mesleği Türkiye’de ne durumda? Teliflerle geçinmek zor, parttime romancılığa nasıl bakıyorsun?
Maalesef sadece yazarak geçimini sağlayan çok az edebiyatçı var. Çoğumuz yaşamak için başka işlerde çalışmak zorundayız. Bu sektör, yayınevlerinin ve dağıtım şirketlerinin öncelikli olarak kazanç sağladığı vahşi bir sektör. Yazar o kıymetli nefesini kendi çarkını değil sermayenin çarkını geçindirmek için harcıyor; nefsini de maddi değil nevi kazancıyla bastırıyor.
Öküz ve Hayvan’da da yazdın. Bugün de onun gibi dergiler çıkıyor. Onları nasıl değerlendiriyorsun.
Alternatif medya her zaman kıymetlidir ama bugünkü durumda iyice kıymetli. Bu deriler bağımsız dergiler. Kendi politik fikirleri var. Güdümlü değiller. Sisteme hizmet etmiyorlar, aksine bir itirazı dile getiriyorlar. Okurları da genç okurlar. Orada kullanılan farklı dil, kalıplara kafa tutan bakış açıları çok önemli.
Cihangir Postası, Gümüşlük Postası yaptın, nasıl deneyimlerdi senin için?
Onlar benim için çok kıymetli çalışmalardı. Yerel bir çerçevede, amatör bir heyecanla hazırlandılar. Biliyorsun teyzelerin, amcaların, esnafın, köylünün, sokak çocuklarının, daha önce hiç yazma tecrübesi olmamış insanların ellerine kalem aldığı dergilerdi onlar. Her ikisi de kısa ömürlü ama etkili işler oldular. Keşke başkaları bugün de onlar gibi gazeteler yapsa...
“Samimiyeti kaybettiğimiz için bu kadar üzgünüz belki de.”
Usta bir yazarı kaybettik, Yaşar Kemal’in vefatını nasıl değerlendiriyorsun?
Benim sevdiğim etkilendiğim tüm yazarların ortak noktası onlardan hep vicdan terbiyesi aldığımı hissetmemdir. Yaşar Kemal da bu açıdan benim için çok önemli bir yazardı. O kurduğu eşsiz dil, ve yarattığı benzersiz dünya ile çok ihtiyacımız olan derin bir gerçeklik ve samimiyet duygusunu veriyordu bize.
Dünya Emekçi Kadınlar Günü geldi. Bir yıla baktığımızda kadınlar daha çok öldüler, daha çok yaralandılar, cinsiyetler siyaseti hiç bitmedi. Bir temennin var mı?
Temennim her zaman söylediğim gibi, bu düzenin kökten yıkılması ve mümkünse bir daha da kurulmaması. Çünkü insanlık tarihi boyunca kurduğumuz her düzende tarif ettiğimiz iktidar modeli illa bir diğerini ezmek üzerine şekilleniyor.