Milliyet'in usta kaleminden Altaylı'ya destek

"Elli kusur yılda bunu mu öğrendin?" diyecekler. Evet, tek kalemden çıkmış "ajans gazeteciliğini" hiç beceremedik.

Hasan Pulur, Habertürk'ün şike davası fotoğrafını basma kararına destek çıktı: "Fatih Altaylı olayı şöyle noktalıyor: "Bunun adı gazeteciliktir beyler." Bize de sorarsanız öyle, hani "buz gibi" derler ya "buz gibi" gazetecilik..."

İşte "Habercilik" başlıklı o yazıdan çarpıcı bir bölüm:

Gazetecilikte ana yemek "haber"dir, gerisi, olsa da olur olmasa da...
Hani lokantaya gider, bonfile söylersiniz, tabağa bonfilenin yanında patates, haşlanmış sebze, salata gibi başka şeyler de koyarlar, asıl ana yemek bonfiledir de diğerleri garnitür, hatta bazıları el bile sürülmeden geri gider.
İşte haber budur, gazeteciliğin ana yemeğidir, diğerleri garnitür, bazılarının tadına bile bakılmaz.
* * *
"Haberciliğin" en büyük kuralı da "atlatma" ya da "atlama"dır, haberi kim önce verip diğer gazeteleri atlatmıştır, o "bir günlük" yıldızdır. Atlayan ağzıyla kuş tutsa o gün yüzüne bakan olmaz.
Tabii bunları "di'li geçmiş zaman" içinde yazıyoruz, şimdi bu kurallar acaba geçerli mi, bilemeyiz, her şey o kadar değişiyor ki!
* * *
Örneğin günlerden beri "bizim sektörde bir fotoğraf tartışılıyor." Bizim zamanımızda olsaydı "Babıali" derdik, artık "Babıali" filan kalmadı ya!
Fatih Altaylı tartışmayı özetliyor...
Olay, Silivri'de geçiyor, tarihi "Şike" davası duruşmasında.
"Önceki gün Mahkeme Başkanı, salona gazetecilerin alınmamasını, çünkü salonun çok kalabalık olduğunu söyledi. Bunun üzerine gazeteciler itiraz edince, mahkeme salonuna bir kamera koyulması ve bunun başka bir odadaki televizyona bağlanmasına, gazetecilerin de duruşmayı bu odadan televizyondan izlemesine karar verdi mahkeme.
Kamera kuruldu. Yandaki bir odadaki televizyona bağlandı. Bu çalışma sırasında o odaya giren muhabirlerimizden biri, televizyonda duruşma salonunu görünce bu görüntüyü fotoğrafladı. Ancak daha sonra mahkeme heyeti karar değiştirdi ve bu yayından vazgeçildi. Ama bizim arkadaşlar fotoğrafı çekmişti. Biz de bu televizyon görüntüsünün fotoğrafını yayınladık."
* * *
Fatih Altaylı olayı şöyle noktalıyor:
"Bunun adı gazeteciliktir beyler."
Bize de sorarsanız öyle, hani "buz gibi" derler ya "buz gibi" gazetecilik...
Bir gazeteci bunu görecek ve çekmeyecek...
Böyle atlatma bir haber, gazetecinin meslek hayatında kaç kere ayağına gelir ki? Haber doğruysa, başka eller karışmamışsa, başkaları adına servis yapılmıyorsa, bu dört dörtlük haberdir, anlatmanın alası...
Tabii bize göre!
Meslek tarihi bu gibi "atlatma" ya da "atlatılan" haberlerle doludur.
Suç mu?
Gazetedeki haberlerin çoğu suç...
Gazeteci, saklanan, gizlenen haberi arayıp bulacak, kaynaklarının yardımıyla elde edecek, yayınlanacak.
Eğer, bunlar suçsa kadı kızında da bu kadar suç olur.
Tabii birilerinin verdiği haberi, onun adına yayınlamıyorsan!
Bir gazeteci, haberi ne pahasına olursa olsun, tereyağından kıl çeker gibi çekip çıkaracak ve yayınlayacak...
Bunun keyfini gazeteci olmayan anlayamaz...
(...)
Evet, kimse kusura bakmasın ama biz de Fatih Altaylı gibi düşünüyoruz.
Gazetelerin işi yasakları zorlamak, halktan haber alma özgürlüğünü savunmaktır.
Onun için, biz Fatih Altaylı'dan yanayız.
"Elli kusur yılda bunu mu öğrendin?" diyecekler.
Evet, tek kalemden çıkmış "ajans gazeteciliğini" hiç beceremedik.