Milliyet yazarı Abbas Güçlü'den bomba Milliyet eleştirileri...
"Doğan Heper'den sonra gelen yayın yönetmenleri o koltuğa çok kolay oturdu...", "Okur farklılık istiyordu, Milliyet olarak maalesef biz bunu hiçbir zaman göremedik, yakalayamadık, çareyi hep dışarılarda aradık!.."
Milliyet yazarı Abbas Güçlü, eski yayın yönetmeni Doğan Heper'in ardından kaleme aldığı "Doğan Abi bir hamaldı bizi de kendine benzetti" başlıklı yazısında ondan sonra gelen tüm Milliyet yayın yönetmenlerini adeta topa tuttu...
Doğan Heper'in muhabirlik, sayfa sekreterliği, yazı işleri
müdürlüğü, genel yayın yönetmenliği gibi mesleğin her kademesinde
görev yaptığını hatırlatan Abbas Güçlü, "O hiçbir zaman yıldız
olmak için çaba harcamadı, vitrine çıkmadı, kraldan çok kralcı
olmadı.Gazetenin her şeyinin ondan sorulduğu dönemlerde bile en
yüksek maaşlılar arasına hiç girmedi.Azla yetindi, hepimizi de buna
alıştırdı" dedi.
ONDAN SONRA GELEN YAYIN YÖNETMENLERİ ÇOK KOLAY OTURDU O KOLTUĞA
Doğan Heper için "Tek derdi haberdi, Hürriyet’e, Sabah’a nal toplatmaktı" diyen Abbas Güçlü, "Her ne kadar ondan sonra gelen yayın yönetmenleri, çok kolay oturdukları koltuklarda, bunun bir türlü farkına varamasalar da, Milliyet, onun için hiç tartışmasız Türkiye’nin en iyi gazetesiydi." ifadelerini kullandı...
MİLLİYET OKUYUCUNUN DEĞİŞİM İSTEĞİNİ GÖREMEDİ, ÇAREYİ DIŞARDA ARADI!
"Hocası Abdi İpekçi gibi o da dar alanda gazetecilik yapmayı çok sevdi ve onun dışına çıkamadı" diyen Abbas Güçlü, bir kez daha Milliyet yönetimini eleştirdi: "Dünya değişse de o ekolün temsilcileri hep aynı kaldı. Oysa okur farklılık istiyordu, Milliyet olarak maalesef biz bunu hiçbir zaman göremedik, yakalayamadık, çareyi hep dışarılarda aradık!.."
İşte Abbas Güçlü'nün o yazısı:
DOĞAN ABİ BİR HAMALDI BİZİ DE KENDİNE BENZETTİ
35 yıl önce, Milliyet’e ilk adımımı attığımda, ilk
tanıdığım birkaç isimden birisi de oydu. O gün bugündür, en yakın
olduğum isimlerden birisi yine o, oldu.
O, bizim için bazen en yetkili yönetici, bazen de kızaktaki
yayın yönetmeni olsa da, hep bir abiydi.
Kızdığına, sesini yükselttiğine, çok az şahit
olduk.
Tek derdi haberdi, Hürriyet’e, Sabah’a nal
toplatmaktı.
Her ne kadar ondan sonra gelen yayın yönetmenleri, çok kolay
oturdukları koltuklarda, bunun bir türlü farkına varamasalar da,
Milliyet, onun için hiç tartışmasız Türkiye’nin en iyi
gazetesiydi.
O hancıydı, diğerleri yolcu.
Kimler geldi, gitti ama o, son nefesine kadar, hastane
odasında bile hep Milliyet’le birlikteydi.
Milliyet için kafa yordu, Milliyet için hep en iyisini
istedi.
Çok yüklü transfer teklifleri geldiğinde de gazetesinden
vazgeçmedi, tüm yazı işleri kadrosu, yeni ufuklara yelken açtığında
gemisini terk etmedi.
O hiçbir zaman yıldız olmak için çaba harcamadı, vitrine
çıkmadı, kraldan çok kralcı olmadı.
Gazetenin her şeyinin ondan sorulduğu dönemlerde bile en
yüksek maaşlılar arasına hiç girmedi.
Azla yetindi, hepimizi de buna alıştırdı.
Ne zaman zam istesek, ne zaman yetki ve sayfa istesek, hele
bir bekleyin derdi.
Birimiz için bir şey yaparken, diğerimizi üzmek
istemezdi.
Gazeteciliğin nimetlerinden faydalanan, rantını yiyen,
popülaritesinin keyfini çıkartanlara saygı duyar ama onlardan biri
olmayı asla düşünmezdi.
Politikacılarla, sanatçılarla, işadamlarıyla ya da başka güç
odaklarıyla hep mesafeliydi.
Zorunlu olmadıkça gazeteden çıkmaz, seyahatlere katılmaz,
haber dışında kimseyle yarışmazdı.
Karavanada ne varsa onu yer, odasına yeni bir eşya aldırmaz,
bize göre cimrilik ona göre ise idareli olmak için en zorlu
bölgelere giden arkadaşlara bile en düşük harcırahları verir,
ihtiyaç olursa göndeririz derdi.
Çok iyi yabancı dil bilmese de, dünyada olup bitenleri ondan
daha iyi kimse takip etmezdi. Odasında sürekli açık olan
televizyonlardan yabancı kanalları da izler, Türkiye ya da tanıdık
bir isim geçtiğinde herkesi ayağa kaldırır, söz konusu haberi takip
etmelerini isterdi.
Onun için en büyük üzüntü kaynağı, tek sütun da olsa,
atlanmış bir haber olurdu.
Burnu hiç havalarda olmadı, herkesten çok düşündüğü hep
Milliyet ve patronları oldu. Onlar güçlüyse, biz güçlüyüz derdi.
Yanıldığını anladığında ise iş, işten çoktan geçmişti!
Doğan Abi de Demirel gibi çok gitti, çok geldi.
Her zaman bir alternatif olarak düşünüldü.
Bazen görev verildi, bazen de yaşlandı artık diye kıyıya
köşeye atıldı. Hatta yıllar önce, kısa süreliğine de olsa kapı
önüne kondu. En ağrına giden de o oldu.
Aslında, ölüm fermanı asıl o zaman yazılmıştı. Çünkü
Milliyet’siz bir yaşam, onu için kabul edilebilir bir yaşam
değildi. Allah’tan uzun sürmedi ama sonrası, hiçbir zaman eskisi
gibi olmadı.
O bir vefa adamıydı ama ona ne kadar vefalı davranıldı, işte
o tartışılır...
Peki, Doğan Abi çok iyi bir gazeteci miydi?
Bu konuda herkes farklı bir şey söyleyebilir ama haber
takipçiliği ve heyecan konusunda, herkes eminim ki hakkını
fazlasıyla verecektir.
Hocası Abdi İpekçi gibi o da dar alanda gazetecilik yapmayı
çok sevdi ve onun dışına çıkamadı. Dünya değişse de o ekolün
temsilcileri hep aynı kaldı. Oysa okur farklılık istiyordu,
Milliyet olarak maalesef biz bunu hiçbir zaman göremedik,
yakalayamadık, çareyi hep dışarılarda aradık!..
Doğan Abi’yi, bugün, ebediyete uğurlarken, kendisine en çok
üzülenlerden birisi de, hiç kuşkusuz ben olacağım. Çünkü onunla
çalışmak, onunla habercilik konusunda didişmek, onunla geçmişi
olduğu kadar geleceği paylaşmak hep çok keyifli oldu.
Eşi İffet Yenge, kızları Başak, Demet, damadı Kanat ve torunu
Efe onun her şeyiydi ama Milliyet mi, ev mi, tartışması ailede
hiçbir zaman eksik olmadı!
Milliyet’in Cağaloğlu günleri çok farklıydı, çok özeldi, çok
üretkendi. Bağcılar’da fazla büyümenin, Çağlayan’da da fazla
küçülmenin sancılarını yaşadık.
Doğan Abi, tüm bu süreçlerde gazetenin kurumsal
hafızasıydı.
Ne zaman, hangi konuda tıkanılsa, hele bir de Doğan Abi’ye
soralım denirdi.
O bir görev adamıydı ve kendisinden ne zaman ne istense,
hatta istenmese bile, size uzun uzadıya raporlar hazırlardı. Çünkü
Milliyet için önemli olan ne ise o, onun için de en önemli
görevdi.
Kadri, kıymeti bilindi mi?
Evet bilindi ama hak ettiği kadar bilindi mi, işte o
tartışılır.
İnsan, düşmeye, yaşlanmaya görsün, tavırlar hemen değişiyor.
Onu ötekileştirenler, en büyük yalnızlığı, asıl şimdi kendileri
yaşıyorlar...
Özetin özeti: Doğan Abi, stajyer bir gazeteci olarak, bugün
her şeye sıfırdan başlıyor olsaydı eminim ki, attığı her adım, çok
daha farklı olurdu. Bu da hepimize ders olmalı!..