Mehmet Y. Yılmaz Star yazarlarını böyle yalanladı
"Ben o tarihte Radikal’in Genel Yayın Yönetmeni idim ve gazetelere servis edilen, başı sonu belirsiz bu haberi yayımlamadım." diyor Mehmet Y. Yılmaz
Yazıyı kaleme alan isim Hürriyet yazarı Mehmet Y. Yılmaz. Konu ise “andıç” olarak bilinen, ve Cengiz Çandar, Ali Bayramoğlu, Mehmet Barlas, Mehmet Ali Birand gibi gazetecileri ve Akın Birdal’ı itibarsızlaştırmaya yönelik olarak “Şemdin Sakık’ın ifadesidir” diye basına sızdırılan haberlerle ilgili.
"Ben o tarihte Radikal’in Genel Yayın Yönetmeni idim ve gazetelere servis edilen, başı sonu belirsiz bu haberi yayımlamadım." diyor Mehmet Y. Yılmaz, "Bir yalan üzerine zorunlu açıklama" başlıklı yazısında.
"Yayımlamadım, çünkü doğruluğunu ne Ankara Büromuz ne de İstanbul Haber Merkezimiz teyit edebilmişti.
“Andıç” ile ilgili haber gazetelerde yayımlandıktan bir süre sonra İstanbul’daki özel muhabirimiz Ersin Kalkan, Diyarbakır’daki bir kaynağı aracılığıyla Şemdin Sakık’ın savcılıktaki orijinal ifadesine ulaştı. Orijinal ifadede, “andıç” ile ifadeye eklenen bölümün olmadığı açıkça görülüyordu.
Bu haber, Radikal’in manşetinden yayımlandı. PKK’dan para almakla suçlanan gazeteciler için Sakık’ın böyle bir şey söylemediği hatta tam tersini söylediği görülüyordu.
İDDİA ŞU...
Yılmaz ardından Elif Çakır ve Fehmi Koru'nun iddiasına şöyle yanıt verdi:
"Şimdi iddia şu: Bu haberin yayımlandığı gün “o günün önemli generali” (ki bu sanırım Çevik Bir oluyor) Milliyet binasına “patronun özel kapısından” gizlice girmiş ve ben korkumdan haberin devamı niteliğindeki manşetin olduğu hazırlanmış gazete sayfasını yırtıp atmışım!
Başından sonuna yalan olduğunu söylemek zorundayım.
Bir defa Milliyet’te “patronun gizli kapısı” yoktur, binaya iki yerden girilebilir, birisi ön kapı, öteki garaj kapısı. İkisinde de görünmeden binaya girmek mümkün değildir.
İSMET BERKAN DA TANIKTIR
İkincisi Çevik Bir ile ne 28 Şubat döneminde ne de daha sonra görüştüm. Bir ya da iki kez Genelkurmay’daki milli bayram kutlamalarında ayaküstü konuşmuş olabilirim, hepsi o kadar. Bir kez daveti üzerine Erol Özkasnak’a gittim ve bana Radikal’in haberlerinden, köşe yazılarından yakındı. Elinde koca bir dosya vardı, haber ve yorumlardaki bazı cümlelerin altları kırmızı kalem ile çizilmişti. Kendisine Radikal’in bağımsız bir gazete olduğunu söylediğimi hatırlıyorum. İsmet Berkan da tanıktır. (...)
Benim hazırlanmış bir sayfayı yırtmış olmam da bir hayalin ürünü olmalı. Yayın yönetmeni olduğum gazetelerin yazıişleri ekiplerindeki arkadaşlar bilirler ki hep “işin başında” oldum. Sabah, öğlen ve akşam olmak üzere günde üç kez haber toplantısı yaptım, yazıişlerinde gazetenin sayfaları yapılırken hep oradaydım. Birinci sayfa yapılırken en küçük haberin başlığı ile bile ilgilendim. Yani yapılmış bir gazete sayfasını sonradan görüp yırtmam söz konusu olamazdı, zaten o sayfanın başında olurdum, yırtacağım sayfayı en başta yaptırmazdım.
ERSİN KALKAN BUNU SÖYLEMEZ
MİYDİ?
Kaldı ki Ersin Kalkan da Şemdin Sakık ile ilgili haberi nedeniyle verdiği değişik söyleşilerde böyle bir durumdan bugüne kadar hiç söz etmedi.
Mesela Nursel Tozkoporan’ın, Ersin Kalkan ile yaptığı ve internette yayımlanan söyleşisinde böyle bir şeyden hiç söz edilmiyor.
(...) 28 Şubat döneminin en önemli komplolarından birini ortaya çıkaran ve bunu o sıcak günlerde yapma cesaretini gösteren bir gazetenin genel yayın yönetmeniydim. Askerlerden korkuyor olsaydım o haberi de yayımlamazdım, nasıl sonuçlar doğuracağını görmemem mümkün değildi çünkü.
Üstelik o günlerde bir yandan da Susurluk çetesi ile uğraşıyorduk, ki bizleri sevmeyenlerin ve hakkımızda kötülükler planlayanların sayısı hiç de az değildi, 28 Şubatçı generallerden daha çok onlardan korkmamız için haklı nedenlerimiz de vardı. Ama onlardan da korkmadım.
Meslek hayatımda gurur duyduğum konulardan biridir.
YENİ BİR TÜR 28 ŞUBAT ANDIÇÇILIĞI
Bu işin “korkuyla” yapılamayacağına inanırım. Bugünün muktedirlerinden de korkmadığım için düşüncelerimi açıkça yazıyorum.
(...) 28 Şubat ile hesaplaşma döneminde, “yeni bir tür
28 Şubat andıççılığı” ile karşı karşıyayız. Doğrular
yalanlara karışmış, tarihler ve yaşananlar birbirini tutmuyor, bir
tür cadı avı kendi karakterine uygun olarak sürüyor.
Biliyorum ki bu açıklamayı yazmış olmam hiçbir şeyi
değiştirmeyecek. Kendisine “Müslüman süsü vermiş” tacirler,
“dönemin ruhunun gereği olarak” bu yalan üzerinde tepinmeye devam
edecekler. Şunu söyleyeyim ki hiçbiri umurumda değil.
Beşer şaşar, ama arşiv unutmaz!