Mehmet Uçum yazdı: Güçlendirilmiş parlamenter sistem ne anlama geliyor?
Cumhurbaşkanı Başdanışmanı ve Cumhurbaşkanlığı Hukuk Politikaları Kurulu Başkanvekili Mehmet Uçum, Sabah gazetesinde "Güçlendirilmiş parlamenter sistem ne anlama geliyor?" başlıklı bir yazı kaleme aldı.
"Literatürde bir hükümet modeli olarak güçlendirilmiş parlamenter sistem (GPS) diye bir kavram olmadığı halde çeşitli çevreler ısrarla bunu kullanmaya devam ediyor. Öteden beri var olan bir hükümet modelini, güçlendirme vurgusuyla ifade etmenin sorunlu bir yaklaşım olduğuna da işaret etmek gerekiyor. Çünkü "parlamenter sistem madem çok iyiyse neden güçlendirilmişine ihtiyaç duyuluyor" sorusu doğal olarak ortaya çıkar" diyen Cumhurbaşkanı Başdanışmanı ve Cumhurbaşkanlığı Hukuk Politikaları Kurulu Başkanvekili Mehmet Uçum, "güçlendirilmiş parlamenter sistem" ifadesiyle ne anlatılmaya çalıştığına ilişkin bir yazı kaleme aldı. Uçum'un yazısı Sabah gazetesinde yayınlandı:
Parlamenter Sistem (PS) savunucuları geriye dönüşü nasıl gerçekleştirecekleri hususunda neredeyse tek bir somut söz söylemiyorlar. Herkes anayasadan söz ediyor ama nasıl yapılacağı asla açıklanmıyor. Elbette hükümet sistemi değişikliği için Anayasa'yı değiştirmek gerekiyor. Bunun için Mecliste en az 360 milletvekiline sahip bir çoğunluğa ulaşmak şart. Yine böyle bir çoğunluğa ulaşacak siyasi çevrelerin cumhurbaşkanı seçiminde yüzde elliden fazla oy kazanması da mümkün hale gelir. Dolayısıyla PS'ye dönmek isteyen çevreler halkın sahip olduğu iki oya, halka bu iki oy imkanını veren sistemi değiştirmek için, talip oluyorlar. Öyleyse halka açıkça şunu demek zorundalar: Bizi seçin. Mecliste en az 360 milletvekili verin. Cumhurbaşkanını da bizden biri yapın. Sonra biz sizin doğrudan hükümet kurma hakkınızı ortadan kaldıracağız. İki oy hakkınız teke düşecek. İki oyunuz kalsa bile biri etkisizleşecek. Peki bu geriye dönüşçüler bunu diyebilirler mi? Şimdiye kadar demediler. Peki deseler seçmen kendi kazanımına göz dikmiş böyle bir siyasi projeye destek verir mi? Bütün tecrübeler göstermiştir ki halk sahip olduğu demokratik kazanımlardan ve bunun en önemlisi olan seçme gücünden olağan koşullarda kendi iradesiyle asla vazgeçmemiştir. Ayrıca yüzde elliden fazla bir oyla seçilen cumhurbaşkanının yürütme gücünü kullanmak yerine yürütmeyi parçalı hale getirmek anlamına gelen PS'ye dönüş için çalışması da siyasi realite ve siyasi rasyonaliteyle bağdaşan bir durum değildir. Yani hayatın olağan akışına aykırı olur. Bu nedenle PS savunucuları bu dilemmayı çözemezler. Halkın karşısına tüm niyetlerini açıklayarak çıksalar destek alamazlar. Bir an için gizli ajandayla halkın desteğini aldıkları varsayılsa bile bu kez de güçlü bir yürütme faaliyeti yapmak yerine kendilerini siyaseten yok edecek bir geriye dönüşe doğru adım atamazlar.
PS savunucularının bu dilemmayı doğrudan çözmek yerine üstünü örtmek için ileri sürdükleri; cumhurbaşkanının partili olması, tarafsızlık konusu, uygulama ve aktör sorunlarını sistem sorunu olarak sunma meseleleri de dertlerine çare olmaz. Çünkü başkanlık sistemlerinde başkanın (bizde cumhurbaşkanının) partili olması bir zorunluluk değil bir siyasi imkandır. İsteyen cumhurbaşkanı bu siyasi katılım hakkını kullanır istemeyen kullanmaz. Cumhurbaşkanın yetkisini kullanırken ve görevini yaparken tarafsız olması ise seçildiği pozisyonun gereğidir. Tüm seçilmiş pozisyonlar için de aynı tarafsızlık ilkesi geçerlidir. Bu nedenle tarafsızlık yemini yapılması da son derece normaldir. Yani siyasi taraf olmak adaylık ve siyasi katılımla ilgilidir. Tarafsızlık ise seçilen pozisyondan doğan kamu hizmetlerinin yapılması sırasındaki gerekliliktir. Nihayet her hükümet sisteminde olan uygulama ve aktör sorunları da esasa münhasır değildir. Hatta başkanlık sistemlerinde uygulama ve aktör sorunları daha hızlı ve daha etkili çözülür. CHS'nin iki buçuk yıllık pratiği de bunun kanıtıdır.
Sonuç yerine
Görüldüğü üzere ülkemizde çeşitli çevrelerin PS'ye dönme siyaseti basit bir iç siyasi mesele değildir. Bu tartışma gerçekte Türkiye'nin hangi sistemle yönetilmesinin daha yararlı olacağı bağlamında ve bu samimiyetle yapılmıyor. İç ve dış, derin ve uzun vadeli planlara dayanıyor. Sömürgeci-küresel hesaplar için Türkiye'yi zaafa düşürmeyi hedefleyen bir projeye bağlı gündeme getiriliyor. Nihai olarak GPS hamlesi ülkemiz bakımından hakiki bir iyi yönetim tartışması değil ülke yönetimini dışa bağımlı hale getirme çabasıdır. Bununla bağlı olarak demokrasinin esası olan halk iradesini sınırlandırmayı amaçlayan bir girişimdir. Özcesi tam bağımsızlık ve gerçek demokrasi karşıtı GPS yaklaşımı çifte meşruiyet kriziyle maluldür.
Bu nedenlerle PS'ye dönüş Türkiye için tam bir karşı devrim olur. Buna da ülkemizin yurtsever/milli demokrat güçleri, ülke liderliği ve halkımız asla izin vermez. Ayrıca geriye dönüşün hukuksal yolları değerlendirildiğinde PS'cilerin neredeyse imkânsız bir dönüş özleminde oldukları daha iyi anlaşılır. Ama buna rağmen PS'cilerin bu gerici siyasi çizgiyi kesin yenilgiye uğrayıncaya kadar sürdürecekleri belli oluyor. Görünen o ki 2023 seçimleriyle birlikte bu dışa bağımlı gerici siyaset ve ideoloji kesin yenilgiye uğrayacak ve tasfiye olacaktır. Hem tarih bilincimiz ve tecrübelerimiz hem günümüzün nesnel ve öznel dinamikleri hem de gelecek perspektifimiz bize bunları söylüyor.