Mehmet Barlas ve Ahmet Altan ne istiyorlar?..

Onun içindir ki nice muhteşem sanatçı, nice üretken yazar kenarlarda, köşelerde, kadehlerde, şişelerde unutulup giderken....

ADNAN BERK OKAN

İsim, isim, isim, isim...

Hep o isimleri tartışıyoruz...
"Ne yaptı?" diye soranına rastlıyor muyuz?..
"Nasıl yaptı?" sorusunun cevabı var mı?..
"Neden yaptı?" suali abes sanki...
Hep aynı soru: Kim?..

Yeter ama artık...
Ne yani?..
Bach'ın soyadı Baha, adı Sabahatttin olsaydı ve yine aynı eserleri yaratsaydı bugünkü kadar "değerli" olmayacak mıydı?.

Ya, Bach'ın oğullarından Carl Philip Emanuel de kardeşi Wilhelm Friedemann gibi savruğun teki olsaydı ve babasından kendisine kalan eserleri ona buna satsaydı?..
Ya, Matthaeuspassion ya da Solo Keman İçin Sonat ve Partitalar sağlam bir koruma altında tutulmasaydı?..
O zaman da Bach, Bach olarak bugünkü ününü koruyor olacak mıydı?..

Demek istemem şu:
İsimleri değerli kılan yarattığı eserleridir aslında...
Gelişmiş ülkelerde "eserler" üzerinden yorum yapılır...
Bizim gibi gelişmekte olan ve hatta birçok bölgesi "az gelişmiş" ülke toplumlarında ise tartışılan "isimler"dir...
Biz Mimar Sinan'ı tartışırız, Selimiye'den önce...
Dini ve etnik kökenini...
Ya da "sapına kadar Osmanlı Müslümanı" olduğunu...
Çok önemliymiş gibi...
Mimar Sinan, Hıristiyan olarak kalsaydı ya da Ateist olsaydı aynı eserleri yaratamaz mıydı?..

Görüyorsunuz işte...
Bizim için Mozart'ın yaşamı, eserlerinden önce gelir...

Dede Efendi ve Itri, eserlerinden daha çok isimleri ve kişilikleriyle sohbetlere konu olmuştur...

İnternet otamında nice yazar var ki, ulusal medyada yazanları ceplerinden çıkarır...
Ama isimleri "önemsiz" olduğu için kamuoyunda ya da medya dünyasında "değersiz" kabul ediliyorlar...

Mehmet Barlas, Ahmet Altan'ın geçtiğimiz Pazar günü yayımlanan ve Osmanlı'yı eleştiren (hem de çok ağır eleştiren) makalesine yönelik tenkitlerinde bir çok isim sıralıyor ardı ardına...
İsim, isim, isim, isim...
Keşke o isimlerden daha çok eserlerini hatırlatabilsek toplumumuza...

Çıkın sokağa ve önünüze gelene "Mimar Sinan" deyin hemen hepsi kim olduğunu hatırlayacaktır?..
"Eserleri?" diye sorunuzu sürdürün, karşınızdakinin yüzünde mahcup bir gülümseme, öylece bakacaktır gözlerinize...

Neden?..
Çünkü "Mimar Sinan" adı bizim toplumumuz için eserlerinin önündedir...

Osmanlı da bir isimden ibaret değil midir aslında?..
Devlet ya da imparatorluk, adını kurucusundan almadı mı?..
Oysa savaşları nasıl kazandığı, neden kaybettiği v.s. tartışılsa bütün insanlığa ders olacak kadar derin bir tarihtir Osmanlı...

Şimdi aklıma geldi...
"Lâle devri size neyi hatırlatır?."
Biliyorum ki yarınızdan çoğu "safahat alemleri" diyeceksiniz...
Oysa hiç de öyle değil...
Lâle Devri, Osmanlı'nın "Gerileme Devri" diye tanımlanan sürecinin "en parlak" dönemidir...
Padişah III. Ahmet "sefih" bir insan olarak tanıtıldı bizim kuşağa...
Padişah III. Ahmet "sefih" olunca, onun saltanatını yıkan vandallar vandalı Patrona Halil "Mesih" mi oluyor peki?..

Dönemin sadrazamı Nevşehirli Damat İbrahim Paşa, "çal çengi oynasın" bir devlet adamı tipi olarak anlatılmadı mı hepimize?..

Oysa Osmanlı'ya matbaayı (1727) ilk olarak getirip kuran ve faaliyete geçiren değerli bir devlet adamıdır Damat İbrahim Paşa...

Yani...

Osmanlı'nın"En Çağdaş, en atılımcı" ilk dönemi bizim halkımıza "Safahat Dönemi" olarak tanıtıldı...
Peki...
Neden öyle olduğu anlatıldı mı?..

Hayır...
Madem "üç çifte kayık iskelede âmade" (Nedîm) idi...
O halde "safahat" olduğu kesindi...
Ve...
Madem ki, "III. Ahmet, Nevşehirli Damat İbrahim Paşa"dan söz ediliyordu...
İkisi de pek ahlâklı olmayan(!) bu zatların dönemi de mutlaka "Safahat" olmalıydı...
Ve...
Madem ki "Lale Devri" deniliyordu...

O halde kesinlikle "Safahat" anlatılıyordu..

Dedim ya...
İsimlerini tartışmaktan eserlerini tanıtmaya zaman bulamadık(!)...
Bu kötü huyumuz ne yazık ki halen sürüyor...
Onun içindir ki nice muhteşem sanatçı, nice üretken yazar kenarlarda, köşelerde, kadehlerde, şişelerde unutulup giderken; isimlerini eserlerinin ve yeteneklerinin önüne çıkarmayı başarabilenler baş köşeleri işgal etmiş oturuyorlar...
Az daha unutuyordum...
"Pampiş" isimli eserin(!) yaratıcısı o gösterişli göğüsleriyle Hilal Cebeci gibi ismi mesleğini aşmış bir "ünlü türkücü" olmasaydı hangimiz konuyu bu kadar tartışacaktık?..

adnanberkokan@gmail.com