Mehmet Barlas tarafından azarlanmayı göze alamam...
Oysa en çok seçim kaybeden iki lider olan Abraham Lincoln ve Winston Churchill’....
ADNAN BERK OKAN
Olacak şey değil ya…
Bir an için “farzımuhal” desem ve “başbakan” veya "danışman" kadrosunda olduğumu hayal etsem...
Tabi ki şu son birkaç günde “Hayal kurmak” da yasaklanmadıysa…
O halde hayal kurmanın özgür olduğu varsayımından hareketle neler yapacağımı sıralayayım:
Ben "Başbakan" olsam...
Ya da "Danışman" kadrosunda bulunsam...
Aydın Engin'e, "Başbakanım için bir pembe gazete" başlıklı o makalesini yazma fırsatı (imkânı değil) vermem...
Çünkü…
Bırakırım isteyen “pembe” gözlük takıp yazsın yazılarını; isteyen “uyku maskesi” takıp baksın bütün her şeye; Aydın Engin ve benzerleri gibi meselâ…
Ben "Başbakan" olsam...
Ya da "Danışman" kadrosunda bulunsam...
Hasan Cemal, " ‘Beyefendi rahatsız olmasın’ gazeteciliği..." başlığı altında bir yazı yazmaya gerek duymaz...
Çünkü…
Hiçbir yerde hiçbir zaman bir köşe yazarını kendime muhatap alıp da, “batsın senin gazeteciğin yaaa” falan demem…
“Bana ne” diye düşünür; işime bakarım…
Ben "Başbakan" olsam...
Ya da "Danışman" kadrosunda bulunsam...
Ahmet Hakan'ın "10 adımda ‘statta siyasi slogan’ nasıl önlenir?" başlığı altında benimle (başbakan olsam eğer) kafa bulma şansı olmaz..
Çünkü…
Eğer böyle bir yasak getirileceği konuşulup tartışılıyorsa kamuoyunda; “ben sadece statlardaki şiddet, küfür ve hakaretlere karşıyım... Ancak o tür insanlık dışı eylemlerin engellenmesi için talimat veririm... Gerisi beni ilgilendirmez... Hatta istifamı isteyenleri bile anlayışla karşılarım... Çünkü herkes beni sevmek zorunda olmadığı gibi, icraatlarımı beğenmek zorunda da değil” der, geçerim…
Ben böyle dedikten sonra Ahmet’in “sıralı mesajlar” köşesi boş kalır…
En azından, o konuda bana yönelik eleştiri yapmak ihtiyacı duymaz…
Ben "Başbakan" olsam...
Ya da "Danışman" kadrosunda bulunsam...
"Abdülhamit'in Jurnalcisi ve Muhbiri" başlığı altında; tarihimizin "en despot" dönemi olarak belleklerimize kazınmış bir “dikta” rejimini hatırlatan makale döktürmek aklının ucundan bile geçmez Ali Sirmen'in...
Çünkü…
Bana hem oy vermeyen ve hem de protesto edenleri savcılıklara şikâyet etmeleri hususunda; kendi seçmenlerimi tahrik ve teşvik etmem…
“Bana ne?.. Dileyen dilediği kadar tencere tava çalsın… ‘Tencere tava hep aynı hava” der, güler geçerim…
Ben "Başbakan" olsam...
Ya da "Danışman" kadrosunda bulunsam...
Emre Kongar'a; "Erdoğan'dan İki Misli Oy Alan Darbeci Diktatör" başlığı altında bir makale yazıp beni Faşist General Kenan Evren’le kıyaslatma fırastı yaratmam…
Çünkü…
Demokrasiyi sadece sandık olarak gören bir açıklama yapmam…
Bu örnekleri çoğaltabilirim...
Zira isimlerini andığım bu meslektaşlarımın "demokrat" oldukları konusunda herkesten önce benim şüphelerim var...
Ama...
Başbakan'ın söylemlerini ve eylemlerini hatırladığımda; yazdıklarının birçoğunun haklı olduğundan da şüphem yok...
Yani; aklım almıyor...
İcraat konusunda gelmiş geçmiş “en başarılı başbakan” sıfatına lâyık bir siyasi lider nasıl oluyor da "statlarda siyasi slogan atmak yasak" şeklinde bir kanun teklifi hazırlatıyor...
İcraat konusunda gelmiş geçmiş “en başarılı başbakan” nasıl oluyor da meydanlarda köşe yazarlarıyla kavga ediyor; onları patronlarına şikâyet ediyor...
Ve...
Yazarlarını kovan medya patronlarının günahının kendi üzerine yıkılmasına çanak tutuyor…
Bir dakika!..
Amman haaa!...
"Sen de böyle yaparak o suçu Başbakan'ın üzerine yıkma kardeşim!" demeyin...
Demeyin çünkü…
Biz kırk kişi kırkımız da birbirimizi tanırız...
Bu ülkede Başbakan'ın azarladığı; sevmediğini hatta öfkelendiğini ima ettiği gazeteciyi kovmayacak patron tanımıyorum...
Pardon…
Bir tek "Aydın Doğan var gibi" idi…
“Var gibi idi” diyorum zira korkarım o da "pes" etmek üzere...
İnanılır yerlerden gelen bilgilere göre önümüzdeki günlerde Hürriyet’te de “yaprak dökümü” başlayabilir…
Hele KOÇ'un başına gelenden sonra ikinci bir denetim(!)'i asla kaldıramaz Aydın Bey...
Demek istemem o ki;
Başbakan’a akıl verecek değilim…
Hele sevgili Mehmet Barlas’ın beni de azarlamasını asla göze alamam…
Neden mi?..
Başbakan’a akıl verenleri; “her girdiği seçimi kazanan bir siyasi lider her halde kendisini eleştirenlerden daha çok şey biliyor” diyerek o nefis üslûbuyla pek bir güzel azarlıyor da ondan…
Oysa en çok seçim kaybeden iki lider olan Abraham Lincoln ve Winston Churchill’in “dünyanın gelmiş geçmiş en başarılı liderleri” sıralamasında ilk beşe girdiklerini en iyi sevgili Barlas bilir…
Kaldı ki; Başbakan’ın kendi aklı kendine yeter…
Yetmediği yerde aslanlar gibi “danışmanları” var…
Ama…
Bence (akıl vermek gibi olmasın ama) Başbakan ne yapmalı etmeli böylesi “baskıcı, otoriter” görünümden hemen sıyrılmalı…
İçinizde “sana ne yaa!.. Aldığı yüzde elli oy ona yeter… Biz, ötekileri haşlamasından memnunuz” diyenler olabilir…
Ama…
O zaman da TOBB’da yaptığı, “ben herkesin başbakanıyım” lâfı havada kalmaz mı?…
Oysa…
"Baskıcı" politikalar Başbakan'ı yüzde elli veya biraz daha yukarısındaki bir oy oranı ile bir kez daha iktidar yapabilir...
Belki cumhurbaşkanlığı koltuğuna da taşır...
Ama yazın bir tarafa...
Ülke, bu “despotizm görüntülü” yükü daha fazla taşıyamaz...
Efendiler!..
Bırakın medyada hava basmayı; “Başbakan pısırık danışmanı sevmez” falan gibi hiç de inandırıcılığı olmayan şeyleri söylemeyi de; şu benim yazdıklarımı Başbakan'a aktarın…
Tabii kendinize güveniyorsanız…
Not: Gerçi doğru söz yemin ve şahit gerektirmez ama bizim milletin ancak yemin içilirse inanma gibi bir huyu olduğu için "iki gözüm önüme aksın; ekmek mushaf çarpsın, tarağa yan basayım" ki bunları "bir zamanlar ben de danışmanlık yaptım; görün artık şu fakiri" demek maksadıyla yazmadım...
adnanberkokan@gmail.com