Mehmet Altan nihayet meslek sahibi oluyor(!)

Sanırım, mimarinin, heykelciliğin gelişmediği diyarlarda ‘bahçe sanatı’ da kalıcı güzellikler yaratamıyor.

ADNAN BERK OKAN

"Türkiye'de 'bebek ölümleri' ve 'mesleksizliğin sancıları' konularında en çok yazan kim?" diye sorsanız hiç duraksamadan verilecek tek cevap vardır: Prof. Mehmet Altan...

Bildiğiniz gibi Mehmet Altan iktisat profesörüdür...
Yani "İnsan için" üretilmiş bir ilim dalının bilim insanıdır...
Mehmet Altan'ın en çok da iktisatçılığını ve insan sevgisini severim...
Birçok siyasi konuda kesişir, birçoğunda da "ters" düşeriz onunla ama...
Beni onun önce insan sevgisi ilgilendirir...
Sonra da vatanseverlerden daha çok sevdiğine inandığım halk - insan için verdiği mücadeleler...

Yüksek şekerden paramparça olmuş hafızam beni yanıltmıyorsa, Martin Luter King, "En yıldızsız gece bile, çok büyük bir doyumun şafağını getirir" demişti bir sohbetinde...
Mehmet Altan:
* Bebek ölümlerine dikkat çektikçe...
* Köylülerimizin "koruma" adı altında "tembelliğe" ve "sefalete" sürüklendiğini haykırdıkça,
* Hukunun üsütün olduğu değil, hukukun üstünlüğünün amaç edinildiği insan haklarını temel alan bir demokrasi talep ettikçe...
Ve...
*  "Çok okumuş değil, meslek sahibi yurttaşların yetiştirilmesi için" çabaladıkça benim kendisine duyduğum sevgi, saygı ve dostluk hisleri daha da arttı....
En karanlık gecenin sabahından sonra daha büyük bir doyumun şafağı getireceğine olan inancım pekişti iyice...

Bugün onu sevmeme sebep olan yazılarından birini okuyunca dünyalar benim oldu...
Bazı arkadaşlarımın "Altan kardeşlere torpil geçiyorsun" eleştirilerine hedef olacağımı bildiğim halde yazdım bu satırları...

Mehmet Altan'ın bugünkü yazısının başlığı tamamen "gündem dışı"...
"İnsanileştiremediklerimizden misiniz?"
Keşke her gün bu başlık altında yayımlanmış, bize "insan" olarak doğduğumuzu ama bir türlü tekâmül gösterip "insan" olamadığımızı anlatan yazılardan daha çok okusak...
Keşke birileri her gün köşelerinde ve ekranlarında, "adam oldunuz ama insan olamadınız!" diye haykırsa gözlerimizin içine bakarak...
Keşke çiçeği, böceği, kuşu, dereyi yazan arkdaşlarımız çıksa "en Çok Okunan" tahtına...
Ama olmuyor işte...
Kimim kime çaktığı daha çok merak ediliyor...
Miting meydanlarında bile liderlerin varsa "akademik" söylemleri değil, "kahvehanelik" eylemleri ön plâna çıkarılıyor...
Çünkü halk(!) öyle istiyor(muş)...

Mehmet Altan bugünkü yazısının bir yerinde bizi 13 yıl önceye götürüyor...
Ve 30 Ağustos 1997 tarihli yazısından bir alıntı sunuyor...
“Bahçeler, bahçecikler...” başlığı altında yayımlanan (SABAH'ta yayımlanmıştı galiba) yazısını bir kez daha sunuyor STAR okurlarına...
Bakın nasıl...

“Bahçeler, bahçecikler...”

“Ağaç yapraklarından kendine usul bir koro yapmış bir esintinin okşadığı, bir kaç kova su ile yıkanmış bir çardak altında oturup, sizde iz bırakmış olan ‘bahçeleri’ düşünseniz acaba nereleri hatırlarsınız?

Geçenlerde yapılan bir araştırma, ülkemizde insanların toplumsal örgütlere üye olmaktan kaçındıklarını ama buna karşın ‘bahçecilikle’ uğraşanların sürekli arttığını belirtiyordu.

Sanki insanlar toplumdan el ayak çekip, kendi bahçeciklerine kapanmaktaydı.

***

‘Bahçeler’ aristokratik dönemde soylulara aitti. Sonra toplumların malı oldu.

Avrupa Konseyi Kültür Komisyonu’nun bastırdığı ‘yeryüzünün ünlü bahçeleri’nin tarihçelerinden söz eden resimli bir kitaba rastladım.

Ülkelerin kendi bahçelerine nasıl sahip çıktıklarının ve insanlığa nasıl armağan ettiklerinin güzel bir anlatımıydı.

***

Sanırım, mimarinin, heykelciliğin gelişmediği diyarlarda ‘bahçe sanatı’ da kalıcı güzellikler yaratamıyor.

Bizde heykellere düşmanlık güden bir barbarlık hâlâ revaçta...

Mimari yaratıcılık ile kent arasındaki bağ ise zaten pek kurulamamıştı ama son dönemlerde hiç kalmadı.

O nedenle de ‘yeryüzünün ünlü bahçelerine’ pek katkımız yok galiba...


Mehmet Altan'ın yazısının
İndirim Sezonlarında Akıllı Alışveriş: En İyi Fırsatları Yakalamanın Yolları