Medyanın yeni imamı Ekrem Dumanlı!
Ekrem Dumanlı biri 6, diğeri 13 Nisan olmak üzere iki "medya vaazı" yayımladı. Ama onlarda da tek kelimeyle olsun bu olaydan bahsetmedi
"SANMAYIN ki âleme en çok medya akıl verir. Bir de “medyaya akıl verenler” kesimi vardır ki, kılıçları pek keskindir. Keskindir ama verdikleri akla en az kendileri itibar eder. Bab-ı Âli İmamlığı'dır bu... Şimdiki imam da Zaman Gazetesi'nin Genel Yayın Yönetmeni Ekrem Dumanlı'dır." diyor Hürriyet gazetesinin baş yazarı Oktay Ekşi...
CHA muhabirinin askeri helikoptere
alınmayarak medyaya "dağ başında akreditasyon" olarak yansıyan
haberlere konuyu getiriyor... Ekşi, "Konu eğer önemli olsaydı
duyurmak için bu kadar
beklenmezdi" diyor...
- (...) Bilici yazısında ayrıca, arkadaşlarının "dağ başında
bırakıldığını" söyledikten sonra konuya, "Kişisel bir hatadır,
Mehmetçik bunu yapmaz" diye baktıklarını ve "sansasyon konusu
yapmamaya" özen gösterdiklerini belirtiyordu.
Ama daha sonra kararlarını değiştirmiş olmalılar ki 16 veya 17
Nisan günü Zaman Gazetesi'nden bir gazeteci, Basın Konseyi'nin olay
nedeniyle bir protesto metni yayımlamasını istedi.
Ancak Konsey konuyu araştırınca, "CHA muhabirine verilen yanıtın
kaba olduğu ancak olayın bir protesto mesajı yayımlamayı
gerektirmediği" sonucuna vardı. Nitekim CHA muhabirine verilen
yanıt, Ekrem Dumanlı tarafından 24 Nisan günü haftalık "Vaaz"
sütununda dile getirilince kendisine e-mail'le bilgi verildi.
Bunun üzerine Lütfi Aykurt'un "eksi 15 derece soğukta dağ başında
bırakıldığı" yalanı uyduruldu. Oysa o gün oradaki hava sıcaklığının
artı 13 santigrat olduğunu İlker Başbuğ 29 Nisan tarihli basın
toplantısında açıkladı.
Olayın adı "ölümcül akreditasyon uygulaması" oldu. Başta Zaman
Gazetesi ve ona "bağlı kuruluşlar ve kişiler" eliyle bir kampanya
başlatıldı. "Kişisel bir hatadır, Mehmetçik bunu yapmaz"ın yerini
"Genelkurmay bunu hep yapar, Basın Konseyi de onun dümen suyundan
çıkmaz" kampanyası aldı. Nitekim Ekrem Dumanlı 4 Mayıs tarihli
"Medya Vaazları" sütununda -kendisinin de Yüksek Kurul üyesi
olduğu- Basın Konseyi'nin "meslek kuruluşu sayılıp
sayılmayacağından duyduğu şüpheyi" dile getirdi.
En güzeli de 4 Mayıs günü Dumanlı'nın, "Bir önemli ayrıntıyı daha
buraya yazmak boynumuzun borcu. Dağdaki akreditasyon haberlerini
başta Doğan Grubu olmak üzere bazı medya grupları neredeyse
görmedi. İşte bunu anlamak çok zor. (...)" demesiydi.
Oysa CHA Muhabiri Lütfi Aykurt'un yaşadığı olaya ilgi duymayan ne
"bazı medya grupları" ne de "Doğan Medya Grubu" idi. Asıl ilgisiz
ve duyarsız kalan Ekrem Dumanlı ve onun başında bulunduğu Zaman
Gazetesi'ydi. Nitekim Lütfi Aykurt'un helikoptere alınmadığı tarih
31 Mart veya 1 Nisan tarihiydi.
Konu eğer önemli olsaydı CHA Genel Müdürü Abdülhamit Bilici bunu
kamuoyuna duyurmak için 15 gün beklemezdi.
Sayalım ki olayı Ekrem Dumanlı zamanında duydu. O zaman sormaya
değmez mi?
Ekrem Dumanlı biri 6, diğeri 13 Nisan tarihli olmak üzere 24
Nisan'a kadar iki "medya vaazı" daha yayımladı. Ama onlarda da tek
kelimeyle olsun bu olaydan yani "ölümcül akreditasyon mağduru Lütfi
Aykurt'un dondurucu soğukta ölüme terk edilmesinden" söz
etmedi.
En güzeli de bütün bunları açıklayan bir mektup kendisine 5 Mayıs
günü gönderildiği halde, kamuoyuna duyurmadığı gibi başka
gazetelere ve gazetecilere "Yüzünüz kızardı mı?" diye sordu.
Kim kimi kandırıyor? Kim kime dürüst gazetecilik dersi veriyor?
Orada hiç ayna yok mu?