Medya savaşın bir tarafı olacak mı?
Radikal yazarı Yıldırım Türker, medyanın Kürt sorunu ve tırmanan şiddet karşısındaki tavrını ve devletin beklentilerini dayatmalarını gündemine almış.
Radikal
yazarı Yıldırım Türker, medyanın Kürt sorunu ve tırmanan şiddet
karşısındaki tavrını ve devletin beklentilerini dayatmalarını
gündemine almış. Muhalif kimliğiyle bilinen yazar medyadan savaşın
bir tarafı gibi davranmasını bekleyen hükümet ve devlet kurumlarını
hedef almış...
Savaşa basın
Televizyon
kanalları, unvanlı zevattan geçilmiyor yine. Kanaat önderleri
kanaatlerini kana kana anlatıyor; yükselen savaş karşısında nice
taktikler, nice stratejiler öneriyor, mangalda kül
bırakmıyorlar.
Kürt sorunu diyegeldiğimiz insanlık sorununun çözümünü savaşta,
askeri manevraların kıvraklığında görmeyen, anlaşmak konuşmak
uzlaşmak barışmak gibi yollara ışık düşürenler bu gürültücü savaş
stratejistleri karşısında boynu bükük kalıyor. Hangi birlik önce
nereden bastırmalı, özel harekat nasıl canlandırılmalı, düşmanın
ümüğüne ne güçle oturmalı çığlıkları arasında uğurluyoruz gencecik
ölüleri. Nur topu gibi büyüyen yeni itiraz, savaşa yollanan
çocukların yetersiz eğitim gördükleri. Onların yerine neden bu işin
uzman eğitimini görmüşler gönderilmiyor? Yani varabildikleri
şikayet noktası bu kadar esintisiz, bu kadar beter.
Meğer herkes ne kadar derin bilgiye sahipmiş savaş sanatı
konusunda. Meğer herkes çocukları yatırdıktan sonra sabahlara kadar
bilgisayarda karmaşık savaş oyunlarıyla zihin açıp öyle gelirmiş
gazeteler ve üniversitelerdeki makamlarına.
Pekiyi bu ‘dünyanın en güçlü ordularından’ Türk ordusu nasıl olur
da 40 yıldır kökünü kazıyamadı bu çapulcu yığınının diyen gözüyaşlı
kuşkucular da yok değil aralarında. Neler oluyor Allah aşkına, diye
yakınıyorlar; dış güçlerin şer planlarına inanası oluyorlar
sonunda.
Pek kimsenin aklına gelmiyor, hiçbir savaşın kazanılamayacağı.
On binlerce ölünün ardından dünyanın ancak dev bir yas evine
döneceği.
Bu arada basın bildik dilini sürdürüyor. Vatan uğruna şehit düşen
yiğitler karşısında halkı galeyana çağırıyor, herkesi bu ölümlerin
kutsiyetiyle kışkırtıp yeni ölülere yer açıyor.
Hemen emekli askerlerin, savaş bilgelerinin görüşlerine başvuruyor
basınımız. Sivillerin sözü değer taşımıyor nasılsa.
Dış mihraklar, başbakanın ‘taşeron’ salvosuyla baş köşeye oturtuldu
nasılsa. Sorunlar, dertler, hak talepleri, devletin hataları, hepsi
ama hepsi artık birer silik hikâyeden ibaret. Tabii ki dünya dört
bir elden bizi, yani yiğit savaşçı Türkleri yok etmeye çalışıyor.
Bunun için de hainleri kullanıyor. Ne kadar kolay bir dünya
tasviri, fikir tahayyülü, öyle değil mi?
Yine de sıra dönüp dolaşıp basına geliyor. İçişleri Bakanı Beşir
Atalay ve RTÜK Başkanı karşılarına televizyonların büyük
akıldanelerini alıp onlara uyarıda bulundu geçenlerde. Dünyanın her
yerinde geçerli olan terör haberciliği kurallarını hatırlatarak
gözdağı verdiler, işin doğrusu. Toplantıda kimi ünlü haber
üstatlarının canı gönülden yardımcı olmaya hazır olduklarını
belirtip çoktan kimi uygulamalar başlattıklarını
öğrendik.
Zaten iki gün önce de Güvenlik toplantısı ardından Cumhurbaşkanlığı
da “Basın-yayın organlarının terörle bağlantılı haberlerde halkı
bilgilendirirken terör örgütünü farkında olmadan cesaretlendirici
duruma düşmemeleri için daha duyarlı davranmalarının gereğine
dikkat çekilmiştir.” Açıklamasında bulunmuştu. (21 Haziran)
Hemen ertesi gün (22 Haziran) Başbakan partisinin grup
toplantısında, tesadüf bu ya, basını uyarıyordu: “Muhalefet de,
sivil toplum da, medya da kendisini bu mücadelede bir taraf olarak
görmeli, sorumsuz davranışlardan kaçınmalıdır. Allah aşkına
görüntülü medya, yazılı medya böyle bir milli meselede birlik
beraberliğe her zamankinden daha fazla ihtiyacımızın olduğu dönemde
kalkıp da evin içine girmek suretiyle orada o içi yanık, canı yanık
annelerin tavırlarını her taraftan çekerek bunları sürekli
göstermek, oradaki ayılıp bayılmalarla ilgili bu görüntüleri
yayınlamak kime hizmet eder Allah aşkına, ülkeye mi, terör örgütüne
mi?’’
İşte Beşir Atalay da ertesi günkü toplantı sonrası, “Biz hükümet
olarak medyamızın terör konusundaki yayın politikasını bir kez daha
gözden geçirmesini, daha duyarlı olmasını, iyi niyetli de olsa,
istemeden de olsa bu tür yayınlar yapmamasını diliyoruz.”
buyurmuştu.
Burada açık bırakılan pencere, “istemeden iyi niyetli de olsa”
PKK’nın ekmeğine yağ sürülmemesi gerektiği ibaresi elbet.
Hükümetimiz, bizim iyi niyetimizden kuşku duymuyor, hayır, ama
savaş erbabı olmadığımızdan kimi hatalar yapabileceğimizi işaret
edip dangalaklığın lüzumu yok efendiler, diyor. Karşısında toplanan
medya savaşanları arasında da pek kadın göremiyoruz zaten. Besbelli
onlar eve, üniforma dikmeye yollanmış.
Basının elbette çok dikkatli, çok duyarlı olması gereken
günlerdeyiz. Ama kanaat cevherleri ve yol gösterenlerinin bu
uyarıyla muradı, savaş çığırtkanlığından vazgeçilmesi değil.
Onların istediği barış gazeteciliği hiç değil. Onlar basını savaşta
taraf olmaya çağırıyor. ‘Bu durumlarda’ ne tür sorumluluklar
yüklenmeleri gerektiğini hatırlatarak seferberlik basınını resmi
olarak tesis etme çabasındalar. Ne kadar açılım sürecek diyorlarsa
da savaşa balta taşıyorlar durmadan.
Yıldırım Türker/RADİKAL 2