"Medya ilk günden beri canımı acıttı!"
İstese de istemese de hakkında her gün bir haber çıkıyor. Peki ama o bunların ne kadarında gerçekten var? Beren Saat kendini anlattı.
Çok genç. Çok güzel. Kimseye eyvallahı yok. “Kimse bana
istemediğim şeyi yaptıramaz” derken, omuzlarını silkerek “Bana ne,
bana ne” diyen genç bir çocuk-kadın değil, kararlı bir kadın.
Takıntısı, kendini korumak, kendi güvenlik koridorunun dışına
çıkmamak. Belki güzelliği, belki rol kabiliyeti sayesinde hızla
tırmandığı basamakların altında aşağıya
yuvarlanmasını bekleyenlerin de fazlasıyla farkında.
Medyayı sevmiyor. “Medya canımı çok yaktı” diyor. Hayatını, hata
yapmamak üzere kodlamış. Ama mesela üniversite mezunu olmamasını
konuşurken, üzülüyor mu, kızıyor mu anlaşılamıyor. Verdiği
kararlardan pişman değil. “Hatırla Sevgili yerine dördüncü sınıfta
olmak ister miydim sorusuna cevabım ne yazık ki evet değil”
diyor.
Bugüne kadar oynadığı her kadın rolünün, içindeki kadına
bir şeyler öğrettiğini, onu törpülediğini anlatıyor. Aşkın şiddetli
duygularla onu sarsmasını isterken, güce zaafı olduğu konusundaki
eleştirilere, “Bihter’le Beren’i karıştırma durumu” cevabını
yapıştırıyor. Yaşayacağı duygusal inişler ve çıkışlar onu
korkutmuyor. “Ağlarsam son damlasına kadar
ağlarım” diyecek kadar hüzünlere kapısını açık tutuyor.
Diyorum ya, Beren Saat her şeye hazır, bekliyor. Kadınların birer
Bihter’e dönüştüğü günlerde Beren Saat, “Beren” olarak bir
deodorant markasının yeni yüzü olduğunun açıklandığı basın
toplantısının ardından sorularımı yanıtlıyor...
GAZETE HABERTURK / HT PAZAR/ ELİF KEY
Günün birinde bu kadar çok konuşulacağınız aklınıza gelmiş
miydi?
Öyle bir hayal kurmadım aslında! Bu kadar da dışarıdan görmedim
meseleyi. Her zaman kendi istediklerim, kendi heyecanım için
peşinden koştuğum bir serüvendi, hâlâ da öyle... Ve bu da bir
sonuç!
Rüştünüzü çok genç yaşta ispat ettiniz, bu sizde bir
ağırlık mı hafiflik mi yaratıyor?
Zaman zaman ağırlık, zaman zaman hafiflik. “Aa evet, yaptım bunu”
demek zaman zaman insanı çok mutlu ediyor. Ama zaman zaman da
özgürlük alanının çok kısıtlandığını hissettiğiniz, “Eyvah bundan
sonraki adımım ne olacak” dediğiniz oluyor. Tabii ki kaygılar
hep var. Özellikle yükselen bir grafik olduğunda, “Bu grafiğin
altına düşmemem lazım” kaygısı yaşanıyor.
Hem mesafeli, hem de başarıya odaklanmış duruyorsunuz.
Kimseye eyvallahınız yok, reklam olsun diye bir yerlere
çıkmıyorsunuz. Bu genetik mi, yoksa siz mi bunu
geliştirdiniz?
Birazcık yaradılış meselesi. Kişisel ilişkilerimde de biraz mesafem
vardır ve kimse bana
istemediğim hiçbir şeyi yaptıramaz. Bu tavrım büyürken de devam
etti. Ama tecrübelerle de ilgili, sadece şahsi değil, gözlemlediğim
hayatlar var. Onlara bakıp da, “Bence yanlış yapmış, ben böyle
yapmamalıyım” dediğim oluyor. Kendi sektörümden
insanları gözlemliyorum. Diğer taraftan zaman değişiyor, bizim
davranış biçimlerimiz de değişiyor, insanların eskiden davrandığı
gibi değiliz. İnsanları evime çağırıp, kameralara hayatımı
anlatmıyorum; bir dönem üslup buymuş. Ama şimdi öyle bir dönemde
değiliz. O
dönemde yaşasaydım, bunu da yapar mıydım bilmiyorum. Eğer müzikle
uğraşıyor olsaydım, belki evet, Beren olarak beni her yönümle
tanımalarını isterdim, daha rahat
davranabilirdim. Ama yaptığım iş açısından, bana çok
ulaşamamalarını, kim olduğumdan tam da emin olamamalarını doğru
buluyorum. Çünkü başka kadın bedenlerinde gezdiğim zaman bana
inanmaları gerekiyor. Profesyonel açıdan bana doğru gelen bu!
Bakıyorum da, zaten benim jenerasyonumda böyle bir şey kalmadı, biz
birbirimize laf atmıyoruz, herkes önüne bakıyor. Herkes profesyonel
hayatına kafa yorduğunda, sadece o profesyonel
enerjilerin kapışması olabilir zaman zaman. Hiçbir kişisel
problemimiz yok, kendimizi ortaya dökme meraklısı değiliz. Galiba
bizimle başka bir ekol oluşuyor ve ben bundan çok memnunum.
VERDİĞİM HİÇBİR KARARDAN PİŞMAN DEĞİLİM
Siz ne yapsanız çok eleştiriliyorsunuz. Kim bu sizi
eleştiren jenerasyon?
Bana basın üzerinden yapılan taciz atışlarına bakarsanız, bu hiçbir
zaman benim yaşıtım olmuyor! Bu da tesadüf değil herhalde.
Üniversite mezunu olmamanız sizde bir eksiklik yaratıyor
mu?
Yoo. Aslında verdiğim hiçbir karardan pişman olmadığım gibi bundan
da pişman değilim. Zaten devamsızlıktan ilişiğim kesildi. Önüme bir
rol geldiğinde, “Ben bunu da oynamak zorundayım” diyordum. Kendimi
suçlamıyorum. Afla dönebilirim, bambaşka bir bölümde okuyabilirim.
Akademik eğitimi asla reddetmiyorum. Ama gerçekten pişman değilim.
“Hatırla Sevgili yerine dördüncü sınıfta olmak ister miydim”
sorusunun cevabı ne yazık ki “Evet” değil.
Etrafınız sizin ününüzle nasıl baş ediyor?
Çok bir şey değişmedi zaten! Büyük starların hayatında muhakkak bir
şey yaratıyordur. Star
olmak, dünyanın her tarafında tanınıyor olmak demek. Benim için
öyle değil. Sokakta tanıyan insanlar birazcık artıyor, hiç
tanımadığın insanlar selam veriyor, gittiğin alanlar biraz
kısıtlanıyor ama bunun haricinde sevimsiz bir değişiklik yok.
Rol modeliniz kim?
Sahneye girdiği anda eriyen bir yapıda olan aktristleri örnek
alıyorum. Sokakta yürürken herkes benim etki alanımda olmak zorunda
değil, ama oynadığım projenin içinde, eriyebilen bir yapıda olmak
zorundayım. Asıl rol modelim anneannem. En yakın dostlarımdan biri.
Davranışsal olarak da, belki o mesafemi ve sınırlarımı
şekillendiren insan olma konusunda rol modelim anneannemdir. Başka
biri yok!
Hayatınızdan dizileri çıkarsak ne yaparsınız?
Ölene kadar sinema yapmak istiyorum. Denediğim şeyler içinde
ayaklarımı en fazla yerden kesen, bu his. Sinema perdesini görmek
çok büyülü. Sen o an, gerçeğe en yakın şekilde bir atmosferin
içindesin ve o anı 40 sene sonra da seyrettiğinde o an orada
yaşıyor oluyor. Bu fikir bana çok büyülü geliyor.
Medyayı neden sevmiyorsunuz?
İlk günlerden başlayarak canımı acıttılar. Konu medyadan
hoşlanmamak değil, ben hiçbir şeyi genele yaymaktan hoşlanmıyorum.
Şahıslar üzerinden gidiyorum artık; bazı şahıslar var ki, dünyanın
en büyük gazetesinin başına geçebilir ama “A” bile demem onun
gazetesine! Hele bir de bana zarar verdiyse, etik olarak asla dönüp
bakmam, betona bağlarım, bir şey de yapmam, yani intikam duygum da
hırslarım da yoktur. Bu onlar için ne kadar önemlidir bilemem ama
benim canımı yakan biri bir daha ömür boyu benim yanıma
yaklaşamaz!
Hayal bile edemeyeceğim şeyler yaşamak isterim
Siz kendi hayat senaryonuzun neresindesiniz?
Böyle bir senaryom yok. Hayatın ne sunacağını bilmiyorum. Hayal
bile edemeyeceğim şeylerin başıma gelmesini dilerim.
Aslında bu dileğiniz sert bir dilek. Her şeyi
içerebilir.
Evet evet. Sert yanları çok acılı oluyor, mutlu yanları da çok
yukarı fırlatıyor. Böyle olsun.
Derdiniz büyümek sanki. İyiyi ve kötüyü karşılamaya
hazırsınız.
En başa dönersek; ben bu işi dıştan bir nedenle istemedim, bana
katacakları için yapmaya
başladım. Çevrem küçük olsun ama gerçek olsun, yaşadığım anlarım
güzel olsun, yediğim
yemek az olsun ama tadını unutmayayım. Bütün yaşam biçimim, içimden
daha saf ama
daha ruhen gelişmiş bir insan çıkarmakla ilgili.
Sizin coştuğunuz zamanlar yok mu? Çikolata yiyip
dişlerinize sürüp güldüğünüz oluyor mu mesela? Hiç kafamda öyle
canlandıramıyorum sizi..
Hayal bile edemezsiniz.
Neler yaparsınız mesela? Komik misinizdir?
Neden anlatayayım ki? Tahmin ettiğiniz kadar sıkıcı olmayabilirim.
Yaşanmadan tanıtamam kendimi. Benimle yaşayan insanların
bilebileceği, erişebileceği bir Beren o. Anlatsam da komik
olmaz.
Aşk-ı Memnu sadece sevişme sahneleriyle
tutmadı
Gecenin Kanatları’ndaki lansman yüzünden basın toplantısına
gitmediniz; ama Aşk-ı Memnu’da her hafta bu yolla lanse
ediliyorsunuz. Birine sert tepki verdiniz, diğerine vermiyorsunuz.
Neden?
Koşullar eşit değil. 26 bölümde Kıvanç’la elimiz elimize değmedi.
Aşk-ı Memnu sevişme sahneleri üzerinden tutsun diye uğraşmadık. Ay
Yapım hiçbir zaman böyle bir pompalama yapmadı. İnsanların
belleksizliği sebebiyle unutulan şey bu. Böyle yazıyorlar ama, eğer
Ay Yapım bunu böyle yapsaydı, onlara da tepki verirdim. İnsanlar
Aşk-ı Memnu’nun nasıl başladığını unutuyor. Toplamda çekilen üç
sahne vardır. Biz 69’uncu bölümü çekiyoruz, ama magazin basını hep
aynı görselleri kullanırsa, iş oraya gider.
KENDİMİ SANAL BİR PLATFORMDA DEŞİFRE EDER
MİYİM?
Twitter’daki Beren Saat siz misiniz?
Hayır.
Hep “Haha, hehe, muah” diye öpücükler yollayan birisi,
sizin adınıza 6 bin kişiye sesleniyor.
O şizofren arkadaşa hayatta mutluluklar diliyorum. Şu da inandırıcı
değil, ben bu kadar her şeye mesafe koyarken, kendimi sanal bir
platformda deşifre eder miyim?
BEREN ARTIK TERLETMEYECEK
Bu kadar çok taklit ediliyorsunuz. Şimdi de bir deodorant
markasının yüzü oldunuz. İnanıyor musunuz kadınları ikna
edeceğinize?
İnanıyorum. Gülben’in sağladığı bir artış varken, benim de
yapacağım katkılarla bunun geri dönüşü alınabilir bir şey olduğunu
düşünüyorum. Türkiye’de 100 aileden 33’ünde deodorant kullanımı
var. Bu kampanyanın yüzü olarak önemli misyonlarımızdan birisi,
insanların
kendilerini iyi ve güzel hissetmelerini sağlamak.
Her şeyin tesadüf olmasını dileyenler var!
İçinde bulunduğunuz sektörde kendinizi güvensiz hissediyor
musunuz?
Bu mesleğin öyle bir riskli tarafı var. Birtakım fiziksel
özellikler yüzünden hızla öne çıkıp bunlar kaybolduğu zaman
insanların düştüğü bunalım hikâyelerini çok iyi biliyoruz. O yüzden
bence insan o güvenli alanı sadece kendi ruhunda yaratabilir. Onu
sağlamaya çalışıyorum. Ne ekonomik, ne sosyal güvenlikli bir alan
yok. Bir gün 20-30 sene sonra
kendime baktığımda ne göreceğimi bilmiyorum ama başa çıkabilirim
gibi geliyor.
Bir röportajınızda, “Yaklaşan tehlikeyi sezip, dikenleri
çıkarmaktan” mbahsediyorsunuz. Bu öğrenilebilir bir şey
mi?
Hissedilebilir bir şey. Biraz işin satrancını görmekle alakalı.
Hayatın her anında insanları
izlemek ve malzeme toplamak benim mesleğimin reflekslerinden biri
olduğu için, insanların davranışlarını sezmek çok da sürpriz
olmuyor. Aşağı yukarı bir insanla vakit geçirdiğiniz zaman, gelecek
tehlikeyi seziyorsunuz. Bu insanın, bakışından, gülüşünden
anlaşılıyor.
Tepedesiniz, merdivenin aşağısında sizin inişinizi bekleyen
insanlar olduğunu düşünüyor musunuz?
Buna tekil cevap vermeme gerek yok, hep birlikte görüyoruz bence!
Çünkü biçimimiz bu,
herhangi birinin başardığı bir şeyden rahatsız olmak, bunun tesadüf
olmasını, her şeyin şansa bağlı olmasını dilemek var bizim
ülkemizde.
Bihter’le Beren’i birbirine karıştırıyorlar
Levent Semerci’yle beraber misiniz?
O konulara girmiyorum.
Peki şu anda ruh haliniz nedir? Mutlu
musunuz?
Yaşadığım hayattan hep mutluyum.
Seçtiğiniz erkekler münasebetiyle “kadınlar” sizin “güce
zaafınız” olduğunu düşünüyor.
Kadının yaradılışında, güçlü avcıya gitmek ve soyun devamına
yönelmek, buna genetik olarak programlanmak var zaten. Buna “Hayır”
desek de, hiçbir inandırıcılığı yok. Hikâye zaten buradan başlıyor.
Ama onun haricinde, “güce zaafı olmak” nedir? Bilmem ne holdingin
sahibi, bilmem ne soyadlı biriyle beraber olmak mıdır? Bunun
cevabını ben bilmiyorum. Biraz Bihter’le Beren’i birbirine
karıştırma durumu var.
Ama siz hangi dönemde, kim ön plandaysa, onunla beraber
oldunuz. Bunun bir etkisi olabilir bu düşünce
tarzında...
Ama belki de bilmiyorsunuzdur ki, o dönem, adı anılanın öncesinden
başlıyordur. Ya da kadının adının adamdan daha çok ön planda olduğu
bir dönemdir. Hikâyenin burasında da böyle bir şey var. Biz feodal
kafalı bir toplumuz, erkekler de kadınları kompleks ediniyor.
Önyargılara dair hissiyatınız ne? Einstein, “Önyargıları
kırmak, atomu parçalamak kadar
zordur” demiş.
Bu konuda sert fikirlerim var. Önyargıları kırabilmek dışarıdan
yapılabilecek bir şey değil. 16
yaşında buna dair çok büyük bir ders aldım; yıllarca “Allahım bu ne
salak biri” dediğim bir kız arkadaşım, bir gün sıra arkadaşım ve
hayatımdaki en yakın dostum oldu. “Bu hayatın bana büyük dersi”
dedim ve bir daha bunu yapmadım. Bu atom, ancak kişi isterse
içeriden parçalanabilir. Bu önyargıları kırmak istemedikleri için
kırmadıklarını da düşünüyorum.
Hoşgörüden bahsetmiyorum, gerçekten dürüstçe anlamaktan
bahsediyorum. İnsanların empatiyi âdet haline getirmeleri lazım.
Benim 16 yaşında aldığım dersi hepimiz alabilseydik, bugün “Sen
Türksün, ben Kürtüm, ben Aleviyim” demez, “Ya sen ben olursun
ya da buradan gidersin” demeye vardırmazdık işi.
“Erkek gibi kadınlarla, kadın gibi erkeklerin dünyasında
yaşadığımız” görüşüne katılır mısınız?
Ben öyle düşünmüyorum. Bu kadar benzeştiğimizi, bu kadar yer
değiştirdiğimizi düşünmüyorum. Bunu çok küçük bir kadın nüfusu için
söyleyebiliriz. Ama Türkiye nüfusunun ne kadarı bu kadınlar?
OYNADIĞIM HER KADIN BEREN’İ BÜYÜTÜYOR
Gece kendimi “Elif senin röportajın Bihter’le değil
Beren’le” diye telkin ettim. Zaman zaman Bihter’le Beren’in kodları
karışıyor mu? İki dünya arasında sıkışıyor musunuz?
Yok. Aslında bu işin şöyle tadını çıkarıyorum; oynadığım herhangi
bir kadın, aslında
yaşayamayacağım tecrübeleri kazandırıyor bana. Oynadığım her
karakterdeki değişiklikler,
farkındalıklar Beren’e geri dönüyor, Beren’i büyütüyor. İçimdeki
kadını büyütüp besliyor. Ama öyle bir sıkışıklık yaşamıyorum.
İlk rolünüzden bu yana, o günkü Beren’le bugünkü Beren
arasında “kadınlık” anlamında ne fark var?
Benim davranış biçimim değişmedi. Ama empati kurmayı refleks haline
getirdiğimden beri, daha sabırlı ve daha anlayışlıyım. Normal
koşullarda hayatına sokmayacağın birinin haklı
nedenlerini anlayıp onu oynamak zorunda kalıyorsun. Sanıyorum
mesleğin bana verdiği en büyük kazanım bu oldu. Biraz daha
köşelerim törpülendi. Ama daha duygusal ya da daha hırçın
olmadım.
Bu kadar güzel olmasaydınız yine oyuncu olur
muydunuz?
Ben isterdim ama kamerayla çalıştığınız zaman fiziksel özellikler
çok önemli, bunu yadsıyamam. Sonuç ne olurdu bilemem.
“Her anlamda taş gibi kadın” desem, alınır mısınız?
Duruşunuz da taş gibi çünkü.
(Gülüyor) Bilmem. Fiziksel anlamda kullanıldığında bir karşılığı
var ama karakter olarak taş gibi olmayı bilemedim; çok donuk ve
sert olmak anlamına da gelebilir. Bilmem iyi bir şey mi?
Kadın ve erkek ilişkilerini layıkıyla becerdiğinizi, işte
yakaladığınız başarıyı aşkta
yakaladığınızı düşünüyor musunuz?
Buna başarmak diye bakmıyorum. Mesleki olarak söylediğim şeyleri
kadın-erkek ilişkileri için de söyleyebilirim. Dışarıdan “Hmm bak
bunu da başardı” dedikleri şey, içeriden
benim için bambaşka bir his verebiliyor. Benim için o kadar değerli
olmayabiliyor. İnsan
ilişkilerinde başarmak diye bir şeyin kotası nedir bilmiyorum. Bu
sadece iyi hissetmek değil; arada sıkışık kalmış bir şeyleri
yaşamak istemiyorum, rutin bir şey yaşamak istemiyorum. Sadece bana
şiddetli duygular hissettiren bir şeyler yaşamak istiyorum. Benim
için başarı, ağlasam bile gözyaşımın son damlasına kadar
ağlamaktır. Ama tek bir notaya basar gibi, “dıtttt” telefon sinyali
gibi devam eden bir şey 20 sene sürse başarı değil.