Kovduruldular mı?.. Kovuldular mı?..

Erdoğan Demirören; Nuray Mert’i, nefret ettiği “Kürt Hareketi’ne destek verdiği için” sildi…

ADNAN BERK OKAN

 

İşimiz “gazeteciler/yazarlar” olduğuna…

Ve…

Haberlerimizi, analizlerimizi de meslektaşlarımız üzerinden yaptığımıza göre…

Milliyet Gazetesi’nden kimilerine göre patron tarafından kovulan; kimilerine göre ise Başbakan Erdoğan’ın kovdurduğu Nuray Mert, Hasan Cemal ve Can Dündar olayı konusunda benim de söyleyeceklerim olmalı her halde…

Hani bazı belgesellerde dönemin yaşayan tarihçilerinden birini canlandıran aktör der ya, “olayı bir de benden dinleyin” diye, aynen öyle…

Şu kovulma/kovdurma olaylarını bir de benden okuyun…

Ama önce kısa bir giriş…

 

Ey güzel insanlar!..

 Unutmayınız ki Başbakan Erdoğan askeri değil, siyasi bir liderdir…

Bütün tavır, söylem ve uygulamalarını eleştirirken Onun bu yanını görmezden gelemezsiniz…

O halde madde bir:

Her siyasi liderin olduğu gibi Başbakan Erdoğan’ın da gıdası “Oy”dur…

Sık sık; “demokrasi sandık demektir… Bir ülkede iktidar sadece sandıkla değiştirilir” deyişinin temelinde işte bu gerçek yatar…


Amma da komik…

Erdoğan Demirören, Başbakan Erdoğan’a, “Milliyet ve vatan gazetelerinin başına kimi getirmemi tavsiye edersiniz?” diye telefon ettiğinde, “Akif Beki’yi getirin” cevabı almış ve hemen Akif Beki’yi bizzat aramış görüşme teklif etmişti…
Peki sonra ne oldu?..
Ne olacak?..
Erdoğan Bey, Akif’e Karaköy’deki tüp dükkânında bir oda verdi ama gazetelere yaklaştırmadı bile…
Akif de bir süre sonra ilkeli davrandı ve “boş oturduğum yerde maaş almayı kabul edemem” deyip ayrıldı Demirören’lerden…
Ya da bir türlü göreve başlayamadığı Milliyet ve Vatan Gazeteleri Medya Gurup Başkanlığından…
Demek istemem o ki…
Hani ana akım medyada “Başbakan gazeteci kovduruyor” tevatürü var ya…
Belki başka birçok konuda eleştirilebilecek olan Başbakan Erdoğan’a karşı yapılan en “kirli haksızlıklardan biri” işte bu yalan…
Hatta “iftira”
Halk arasında bir lâf vardır hani…
Masum biri için dedikodu yapıldığında bir insaf ve vicdan sahibi çıkıp; “yahu ayıp oluyor; adamın günahını alıyorsunuz” denilir ya…
Aynen öyle…
Yani ey güzel meslektaşlarım!..
Milliyet ve Vatan’dan kovulan gazetecilerin hiçbirinin işsiz kalmalarında Başbakan Erdoğan’ın emri, talimatı ve hatta ricası bile yok…
Hem arkadaşlar lütfen gerçekçi olalım…
Erdoğan Demirören gerçekten de Başbakan’ın istediği kişiyi genel yayın yönetmeni atasaydı; Başbakan Yardımcılarından Bekir Bozdağ’ın da değdi gibi; “üzerindeki üniformanın haki rengi Sazak’ınkinden çok daha koyu olan Fikret Bila” mı getirilirdi genel yayın yönetmenliğine?..
Mustafa Balbay’ın Milliyet Şubesi yani…
Amma da komik…


“Oy”u ise getiren en güçlü araç; siyaset yaptığı ülke halkının sevgisidir…

Bir siyasi lider halkı tarafından, korkunç, zalim, despot, acımasız, nekes, kıskanç, korkak olarak tanınmak istemez…

Hatta…

Öyle görüntü vermemek için her türlü rolü oynar…

En büyük korkusu (belli etmese de) rakiplerinin ya da medyanın kendisini korkunç, zalim, despot, acımasız, nekes, kıskanç, korkak biri olarak tanıtmasıdır…

Rakipleri ve medyanın; üzerine bu “berbat, çirkin, sevimsiz” elbiseleri giydirme ihtimali bile bir siyasi liderin uykularını kaçırır…

 

Buraya kadar mutabık mıyız?..

Eğer mutabıksak o halde ortaya çıkan sonuç şu:

Erdoğan, daha kısa bir süre öncesine kadar kendisine oy vermeyen vicdan sahibi milyonlar tarafından bile çok seviliyordu…

Onun içindir ki başarıları sahiplenirken; bazı yanlışların kendisinden kaynaklanmadığını rahatlıkla söyleyebiliyordu…

Bu bir siyasi lider için son derecede doğaldır…

Zira…

Dünyanın başarılı bütün liderlerinin tek ortak noktaları vardır:

Başarıları sahiplenmek, kusurları başkalarının hatta en yakın çevresinin üzerine atmak…

Siyasi liderlikte bu yöntem ayıp olmadığı gibi zafiyet olarak da tanımlanmaz…

Mustafa Kemal Atatürk de kullandı bu yöntemi, Sezar da kullandı, Napolyon da, Kennedy de ve son zamanlarda Obama da kullanıyor…

Aksi düşünülemez bile…

Çünkü siyasi bir lider için asıl olan halkın (seçmenlerin) sevgisidir…

“Demokrasilerde de bu yöntem mi geçerli” sorusu bile abestir…

Zira en çok da demokrasilerde geçerlidir bu yöntem…

Halen çok değerli olarak kabul edilen “Moralia” ya da Yunanca "Ethikà" isimli felsefi eserin sahibi ünlü tarihçi Plutarkhos bir generallin mesleğinde başarılı olabilmesi için şöyle diyordu: 

“Bir generalin en büyük ustalığı, uyandırdığı sevgi vasıtasıyla itaati sağlamasıdır”.

Bir generalin bile itaati sağlamak için yönettiği subay ve askerler tarafından sevilmesinin gerekliliğine işaret eden Plutarkhos’un yanıldığını bugün de söyleyemeyiz…

Şimdi artık Milliyet Gazetesinin üç yazarını patronun mu kovduğu yoksa Erdoğan’ın mı kovdurduğu sorularının gerçek cevabını vermeye başlayabilirim…

 

Ey güzel meslektaşlarım!..


Haklı çıktı…

Erdoğan Demirören Milliyet veVatan’ı neden satın aldığını şöyle açıklıyordu:
“Bu gazeteleri iki sebepten satın aldım… Birincisi; Aydın Bey (Doğan) Beyoğlu İstiklal Caddesi’ndeki Alış Veriş Merkezimizi yıktırmak için Radikal’i ve Eyüp Can’ı görevlendirmişti… Yahu her gün, her gün bizim AVM’yi yazdı Radikal… Belediye’ye ve Hükümet’e gözdağı verdi… ‘Yıktırın şunu!’ diye adeta baskı kurdu… Ben de cevap verebilmek, kendimizi savunabilmek için medya işine girdim”
Peki ya ikinci sebep?..
O da ailevi…
Oğlunu koruma ihtiyacı…
İlle de Milliyet’in güçlü spor sayfasından ve yazarlarından istifade edebilmek için…
Bir ara Beşiktaş Başkanlığı yapan daha sonra TFF Başkanlığına seçilen oğlu Yıldırım Demirören ilk başlarda bazı futbol yazarlarına çok cömert davrandı…
Kimileri ise o cömertliğinden istifade edemeyince küfürlü hakaretli saldırılara başladılar…
Bir ara bu küfürbazların sayıları o kadar çok arttı ki; Erdoğan Bey neredeyse günlük gazete okumayacak, televizyonların futbol programlarını izlemeyecek halde geldi…
Milliyet ve Vatan’ı satın aldıktan sonra eski küfürlerin ve küfür edenlerin sayısı çok azaldı…
Rakip gazetelerde birkaç cılız muhalif kaldı o kadar…
Yani; Erdoğan Bey haklı çıktı…
 

Daha önce de yazmıştım ancak hatırlatmak amacıyla bir kez daha yazayım…

Nuray Mert’in kovulmaması için Hükümet kanadından ve daha yukarıdan gelen ricaların hiçbiri Erdoğan Demirören’i Mert’i kovmaktan vazgeçiremedi…

Neden?..

Çünkü yaklaşık kırk yıldır tanıdığım ve damarlarında “Milliyetçilik” isimli kanın bol miktarda dolaştığı Erdoğan Bey; bölücülük yaptıkları, ulus devleti yıkmak istedikleri, üniter yapının bozulup yerine federasyon kurmak için kan dökmekten bile çekinmediklerini düşündüğü Kürt Hareketi’nden nefret ediyordu…

Bugün de halen bu nefretinin sürdüğünden eminim…

Ve…

Erdoğan Demirören; Nuray Mert’i, nefret ettiği “Kürt Hareketi’ne destek verdiği için” sildi…

Ne zaman mı?..

Kürt Hareketinin siyasi kanadıyla onların seçim otobüsü üzerine çıkıp halkı “Kürtçe” selâmladığı gün…

Nuray Mert’in işte o selâmlaması ve Kürt Hareketi’ne duyduğu sempatiyi açıkça yazması ve söylemesi; Erdoğan Demirören’i, Mert’i “Milliyet’te göresi gözü olmayan” bir noktaya taşıdı…

 Geleyim Hasan Cemal’e…

İlginçtir…

Hasan Cemal’in gönderilme sebebi de Nuray Mert’in gönderilme nedeni ile aynıdır…

Evet…

Her ne kadar kamuoyu Hasan Cemal’in gönderilmesinde asıl etkenin yayımlanmayan ve kendi patronunu da “kişisel çıkarlarının peşinde olmakla” suçlayan makalesinin mutlaka yayımlanması olarak biliyorsa da hayır…

İşin o kısmı teferruat…

Erdoğan Demirören, daha Milliyet’in sahibi olmadığı dönemlerde Hasan Cemal’in terör örgütü liderleriyle “gazeteci” şapkasıyla da olsa kurduğu samimiyeti eleştiriyor, Kürt Hareketi’ne verdiği destekten haz etmiyordu…

Yani…


Demirören ve Cemaat…

Erdoğan Demirören’in arkadaşı olsaydım ve Milliyet – Vatan Gazetelerini satın alıp almaması konusunu bana sorsaydı; “girme şu gazete işine” derdim…
Çünkü…
Eğer gazete patronu olmasaydı; “Cemaatle ilgili iyi ya da kötü tek haberi gazetelerimde görmek istemiyorum” demeyecekti…
Demeyince de; kırk sene önce ölen bir işadamı için “Erdoğan Demirören falanca işadamını öldürttü” diye bir haber yapılmayacaktı…
Ama…
Ne zaman ki medya patronu oldu…
Ne zaman ki iki gazetesinde de Cemaat’in lehinde veya aleyhinde tek satırlık bir haber veya yorum görmek istemediğini duyurdu çalışanlara ve gazetelerin yönetimlerine…
Cemaat’in etkisindeki bir gazete günlerce; “falanca işadamını Erdoğan Demirören öldürttü” diye haber yaptı…
Haber yalan olmalıydı ki yeni bir savcılık soruşturulması bile açılmadı…
Peki ama…
“İzi kalmadı” diyebilir misiniz?..
Yani…
Medya sahipleri börek yerler ama bazen (hatta çoğu zaman) başka şey de düşebilir tabaklarına…
 

İmralı zabıtlarının ve akabinde Hasan Cemal’in medya patronlarının siyasal iktidarlarla ticari ilişkilerini eleştiren yazısını yayımlanması ısrarı İngilizlerin dediği gibi; “saman yığınını deviren son saman çöpü”ydü sadece…

Asıl sebep ise Erdoğan Bey’in milliyetçi, üniter ve ulus devletten yana olan tutumuydu…

Yani…

Hasan Cemal de Kürt terör örgütüyle kurduğu samimiyet ve Kürt Hareketi’ne açıkça verdiği destek nedeniyle kovulmuştu…

Hem de Başbakan Yardımcısı Hüseyin Çelik’in - ki Erdoğan üzerinde de çok etkinliği vardır - Erdoğan Demirören’e telefon edip: 

“Erdoğan Bey!.. Hasan Cemal’i kovacağınıza ilişkin haberler alıyoruz sakın öyle bir şey yapmayın zira kamuoyu bunu bizden, Sayın Başbakanımızdan bilir; bize ve Sayın Başbakanımıza zarar verirsiniz” demesine rağmen…

Yani…

Hasan Cemal Başbakan tarafından değil; Başbakan’a rağmen kovuldu…

Peki…

Erdoğan Bey ne cevap verdi Çelik’in bu uyarısına karşılık…

Verdiği cevap ağır olduğu için sizlerle paylaşmayacağım…

Sadece şu kadarını söyleyeceğim:

Erdoğan Demirören Milliyet ve Vatan Gazetelerinin hiçbir yazarına ve Yazı işlerine; “Başbakan ve Hükümet aleyhinde yorum ve haber yapmayın” diye bir talimat vermedi…

Nereden mi biliyorum?..

Çok basit…

Örnekle anlatayım…

 

Bunları kovmuyor da...

Siz bugüne kadar Milliyet’te veya Vatan’da sadece Başbakan’ı ve Hükümeti eleştirdiği için kovulan bir yazar adı verebilir misiniz?..


Yol yapmasın diye…

Erdoğan Demirören biraz da “eski tip” patron anlayışında olanlardan…
Yani; kurumsallaşmadan önce “kardeşim bu şirket benim; ben kurdum… Riski bana ait… Haliyle kararların en babasını ben veririm” diyenlerden…
Meselâ küçük bir örnek…
Bir sabah erken saatlerde (sahur vakti) merkezi sistemden; guruba ait benzin, mazot ve likit gaz dolum istasyonlarının görüntülerini izliyor. İzmir’deki istasyonlardan birinin gece bekçisinin uyuduğunu fark ediyor…
Ve ne yapıyor?..
Sabah işbaşı yapıldığında bekçiyi hemen kovduruyor…
Kimileri; “kurumsallaşmanın böylesine yükselen değer olduğu bir dünyada bu kadar ‘patron şirketi’ anlayışı olur mu?..” diye itiraz edebilir…
Bana sorarsanız olur…
Ben yadırgamıyorum…
Arnavut’un bıyığından bir pire geçmiş; adam kırk yıllık bıyığını kestirmiş…
Neden?..
Pire alışıp da yol yapmasın diye…
Bilesiniz ki o bekçinin kovulması bütün istasyonlara anında duyurulmuştur…
O günden sonra bir tek bekçi bırakın uyumayı oturamaz bile…
 

Meselâ Vatan’da Ruhat Mengi…

Yine meselâ Vatan’da Güngör Mengi…

Ya da Vatan’da Mustafa Mutlu…

Hatta zaman zaman Mutlu Tönbekici…

Ya da Milliyet’te Melih Aşık’ın makalelerini hatırlayın…

Hasan Pulur’un yazdıklarını girin arşive bir daha okuyun…

Veya Murat Gürsel ile Pelin Batu’nun yazdıklarına bir göz atın…

Göreceksiniz ki; Nuray Mert, Hasan Cemal ve Can Dündar’ın makaleleri, bu sevgili meslektaşlarımın Erdoğan ve Hükümet aleyhine yazdıkları eleştiri yüklü makalelerin yanında “övgü” yazıları ve hatta “Mersiye” gibi kalır…

 Demek istemem o ki; eğer Başbakan Erdoğan, Demirören Ailesi’nin sahibi olduğu iki gazeteden (Milliyet, Vatan), kendisini eleştirdikleri için yazar kovdurmak isteseydi en son Nuray Mert, Hasan Cemal ve Can Dündar’ı seçerdi…

Sanırım bu verdiğim örnek de Erdoğan Demirören’in yazar kovma kriterinin Hükümete ya da Başbakan’a yönelik eleştiri değil; Kürt Hareketi’ne ve Barış Sürecine verilen destek olduğunu gösteriyor…

Yani…

Eğer bir Milliyet ve Vatan yazarı Hükümeti eleştirmese bile Kürt politikalarına yoğun ve hatta mutlak destek veriyorsa; kovuluyor…

Ama…

Eğer bir Milliyet ve Vatan yazarı Hükümetin en çok da Kürt politikalarını ve Barış Süreci’nde aldığı tavrı eleştiriyorsa; baş tacı…

 

Derya Sazak kovulmaktan memnun…

Sevgili meslektaşım genel yayın yönetmenliğinden alındı ama yazmaya devam edecek…

Yani…

Kovulmayı onur meselesi yapmadı…


Mümkün değil...

Erdoğan Demirören’den bir Star veya bir Akşam gibi gazete yapmasını beklemeyin…
Mümkün değil…
Çünkü…
Demirören (sanırım) önümüzdeki günlerde öncelikle iki gazetede “Kürt Hareketine”  ve “Barış Süreci”ne destek veren ne kadar yazar varsa onları; sonra da Komünist/Sosyalist; yani “solcu” tanınan yazarları temizleyecek…
Yahu arkadaşlar!..
Erdoğan Demirören Hükümete destek verecek veya mutlak biat edecek gazete yapmak isteseydi parayı bastırıp Mehmet Ocaktan’ı almaz mıydı?…
Solcu ve muhalif tasfiyesinde ne kadar “usta” olduğunu hep beraber görmedik mi Ocaktan'ın?..
 

Aksine…

“Her şerde hayır vardır” misali kovulmaktan pek memnun…

Neden?..

500.000.-- Euro verip yat satın alabildiğine göre “yüklü” bir tazminat almış olmalı…

Kovulmasaydı o tazminatı alamayacaktı…

Nasrettin Hoca’nın dediği gibi…

“Derya’cığım; bırak biraz da biz kovulalım yani”…

Ya Can Dündar?..

O da kovulacağını anlayınca gitti Erdoğan Bey’le görüştü…

Ve Çengelköy’de muhteşem bir dairenin sahibi oldu…

Yani; Demirören Gurubundan kovulmak kötü bir şey değil…

Kovulanı “zengin” yapıyor…

 

İki yüzlülük…


Toplu istifa

Yıldıray Oğur’la zaman zaman takışırım ama geçen gün attığı bir tivit çok hoşuma gitti…
Yıldıray; Can Dündar’ın kovulduğuna ilişkin hükümete ve hatta patronaja yönelik eleştiri yapanlara diyordu ki:
“Biz taraf’tan kovulmayı beklemedik; istifa ettik. Siz de (Milliyet’ten) istifa edin”…
Alkışlanacak kadar güzel bir tespitti…
Bugüne kadar Milliyet’te henüz “toplu istifa” yok…
İstifa edileceğinin sinyali de yok…
Yani…
Hasan Cemal’den sonra Can Dündar için de ağıt yakan olacak ama gereğini yerine getiren olmayacak…
 

Demirören medyasından kovulanlar içinde “beni patron kovdurdu; patron şöyle, patron böyle” deyip de Erdoğan Demirören için kem söz eden birini gördünüz mü?..

Yok, hayır, görmediniz, göremezsiniz…

Neden?..

Erdoğan Bey “bir yazara çalışırken değil kovarken çok para vereceksin” zihniyetinde bir patron da o yüzden…

Yani yazarlarını kovuyor ama çuval dolusu da para veriyor…

Onlar da “bizi patron kovdu” diyeceklerine, “bizi Başbakan kovdurdu” demeyi tercih ediyorlar…

Nasıl olsa onların okur profilinde Başbakan tarafından kovdurulmuş olmak övünülecek bir şey…

Böylece sevmedikleri Başbakan’ı da suçlamış, “despot” bir görünüme sokmuş oluyorlar…

Evet…

Bu meslektaşlarımın davranışları, kendilerini kovan patronları yerine olaydan haberi bile olmayan Başbakan’a iftira atmaları hiç de ahlâki değil…

Ahlâki değil ama başka türlüsünü beklemek de akıl kârı değil…