‘Köşe yazarı’ diye meslek mi olur?

Posta yazarı Candaş Tolga Işık’ın ilk kitabı ‘İthal Edilmiş Korkular Ülkesi’ Postiga Yayınları’ndan çıktı.

GAZETECİLER.COM - Candaş Tolga Işık, Posta Gazetesi köşe yazarı; haftada bir gün de Kanaltürk’te ‘Bunu Konuşmalıyız’ adlı bir sohbet programı sunuyor. Alem FM’de hafta içi her gün ‘Kripto Odası’ adlı programda da yorumlar yapan Işık’ın ilk kitabı ‘İthal Edilmiş Korkular Ülkesi’ Postiga Yayınları’ndan çıktı.

Kitapta Işık’ın son 5 senede yazdığı köşe yazıları ve bu yazıların yazılma sebebi olan haberlerin kupürleri var. Gazeteci Candaş Tolga Işık'ın 'İthal Edilmiş Korkular Ülkesi' adlı kitabı çıktı. Sıkı bir Beşiktaşlı olduğundan şimdilerde 'tadilata' giren İnönü Stadı'nda Akşam gazetesinden Kaan Kavuşan ile buluşan Işık, Beşiktaş, yazarlık ve siyaset üçgeninde çarpıcı bir sohbete de imza attı. Aslında Genetikçi olan Işık, azimle girdiği gazetecilikte en çok 'köşe yazarlığı müessesi'nden yana dertli...

İşte o dikkat çeken bölümler:


- İnönü veya Beşiktaş yazısı da var mı yeni kitapta?
Çok var. Son 5 yılda yazdığım yazılar arasından en sevdiklerim; ellerimle seçtim. Sadece yazılar değil, aynı zamanda o yazının yazılma nedeni olan haberleri de koyduk içine...

- İsmi de ilginç, İthal Edilmiş Korkular Ülkesi…
O, bir yazımın başlığıydı. Kitabı çıkaran yayınevi bu başlığı önerdi. Türkiye’yi iyi anlatan bir ifade. Malum her şeyimiz ithal! Yalnız, albümünü anlatan popçu gibi hissettim kendimi… Sezen Aksu ile çalıştım, miksleri İngiltere’de yaptık. Çok içime sinen bir albüm oldu!

- Peki, ‘moleküler biyoloji’, ‘gen mühendisliği’ derken gazetecilik nasıl karşınıza çıktı?
Kararı ben vermedim, Allah verdi... Bana kalsa ya bilim adamı olacaktım ya da ilaç firmasında yönetici! 2001’de bir yandan ilaç firmasında çalışıyor, bir yandan da hafta sonları radyo programı yapıyordum. Acayip konuklar alıyorum. Bakanlar, belediye başkanları, siyasi parti liderleri, sanatçılar… Herkes Fatih Terim’i arıyor mesela, bir tek ben ulaşıyorum, tekneden programa bağlanıyor. Radyonun genel müdürü İlhan Uzundurukan “Sen gazetecilik yapmalısın” dedi. Beni Rıfat Ababay’a gönderdi. Rıfat Abi önce pek yüz vermedi. Sonra 1 yıl sürekli aradım, hatta taciz ettim: “Şöyle bir haber var; bununla konuştum; şöyle şeyler dedi” diye... Bir gün Rıfat Abi, “Gazeteye gelsene tekrar” dedi. “Programda konuştuğun insanlarla gazeteye röportaj yap.” Başladım. O arada ilaç firmasından kovuldum. 

- Niye?
Gazetecilik bünyeye nüfuz edince başka bir iş yapamaz hâle geliyorsun. Bir bahaneyle hep gazeteye ya da röportaja gidiyordum. Adamlar da haklı olarak kovdu. Sonra Rıfat Abi’ye “Köşe de yazayım” dedim. Pek köşe yazarı sevmez. “Bir yaz bakalım” dedi. İlk yazıya 1.500 e-posta geldi, ikincisine 2 bin. Haftada iki yazıyordum, nasıl oldu bilmiyorum ama şimdi haftada yedi yazıyorum!

- 7 fazla değil mi? 
Haluk Şahin’in bir lafı vardır, “Türkiye özel şartları olan bir ülke” diye. Bizim bir günlük haber akışımızla bir yıllık gazete çıkarır Fransızlar. Bu kadar haberin olması tuhaf değil, köşe yazısının olması mı tuhaf?

- Yazmış olmak için yazılan çok köşe yazısı okuyoruz gibi gelmiyor mu size de?
“Yazmasınlar” demek çok demokratik değil. Türkiye basınına özgü bir renk bu, bırakınız yazsınlar!

- “Adam köşe yazısına Magna Carta muamelesi yapıyor” demiştiniz siz de.
O başka mevzu... Var öyle arkadaşlar. Allah ıslah etsin! Köşe yazarı diye meslek mi olur? Kartvizitinde köşe yazarı yazan adam var. Yaptığının sadece fikirlerini paylaşmak olduğunu bileceksin. “Dünyayı değiştiriyorum, başbakana ayar veriyorum” tribine girersen psikiyatri kliniğine başvur.

- Kanaltürk’te bir de televizyon programı yapıyorsunuz: ‘Bunu Konuşalım’ diye, bunu konuşalım mı?
Evet, bunu konuşalım. Gazeteciliğe başladığım dönemde Sinan Çetin’le bir röportaj yaptım. Yarım saat için randevu verdi. 5 saat konuştuk. “Benimle konuştuğun gibi televizyonda konuşursan tutar. Gel sana program yapalım” dedi. 

- Programlarızda direkt bir üslubunuz var…
Çok konuşanı az dinliyorum. O yüzden ben de az konuşmaya, hemen sorumu sorup çekilmeye özen gösteriyorum. 

- Ekşi Sözlük’te sizin için, ‘Junior Yılmaz Özdil’ demişler. -Elçiye zeval olmaz değil mi?- Ne diyorsunuz bu konuda?
Onurdur ki! Ama bu yazı tarzının babası Yılmaz Abi değil, Rauf Tamer’dir. Benim de ustamdır. Kitabın başına da yazdım “Ben yazı yazmayı Rauf Tamer’den öğrendim” diye.

- Açılım hakkında da çok yazdınız. Sizce nihayete erdi mi?
Terör, Öcalan ve bizimkiler istedi diye bitmez. Süreç bir barış iradesi koydu. Küçümsemiyorum, sadece bu iradenin konması da büyük iş. 30 yıldır yapılamamıştı. Ama ‘kalıcı barış’ diye soruyorsan, bunu sadece Türkiye ve PKK’nın istemesi yetmez.

- Kimlerden bahsediyorsunuz?
Amerika, İsrail, Türkiye derin devleti, Suriye derin devleti, İran, uluslararası uyuşturucu ve silah mafyası, vesaire.

- Bu süreçte etkin olan isimlerden biri de Osman Baydemir. Twitter’da “Adamdır” demiştiniz. Ne düşünüyorsunuz?
Sadece Baydemir değil, Selahattin Demirtaş, Ahmet Türk, Sırrı Sakık bunlar vicdan sahibi, dürüst ve ilkeli insanlar. Bakmayın sağda solda konuşulanlara. Asker ya da PKK’lı fark etmez, ölenin arkasından onun en yakını kadar üzülürler. Denir ya; “İyi bir siyasetçi olmak için günde 1 saat siyasetçi olmak yeter, önemli olan 23 saat insan olabilmek.” Bu isimler 7/24 insan.

- Muhalif olmanın zorlaştığını düşünüyor musunuz? 
Muhalif değil, gazeteciyim. Gördüğüm yanlışları, doğruları yazıyorum. Yazamayanlar, yazabilenlere “Muhalif” diyorsa bu onların ayıbı. Ben Kılıçdaroğlu’na, Bahçeli’ye de muhalifim. Hatta en çok Yıldırım Demirören’e muhalifim.