Korkuyorum?..

2015’e girerken bunları sanki bir daha hiç yazamayacakmış gibi bir his altındayım…

ADNAN BERK OKAN

Ey Altmış sekizliler!..

Ahmet Muhip Dranas’ın ünlü dizelerini bilmeyeniniz var mı?..

Hani o ünlü Fahriye Abla’da geçen…

Hatırlayın:

“Ne güzel komşumuzdun sen, Fahriye abla!”…

2014’ü kovarcasına gönderirken dönüp bakıyorum da bizim gençliğimize…

“Ne güzel geçerdin sen ey eski yıllar” diye tekrarlayasım geliyor sürekli…

Ne güzeldi o günler…

Henüz 27 Mayıs ihtilali yapılmamıştı...

Yani...

1950'li yıllardı yaşadığımız "süreç"...

Hatta...

İlkokula bile gitmiyorduk...

Turgay; Berlin Panteri imiş ama biz farkında değildik...

Hatta...

Anamızla babamızın sevgilerinin harmanlandıkları bir güzel eylemin sonucu doğduğumuzu bilmezdik…

 Zira…

Bizi ailemize hediye olarak leyleklerin getirdiğine ya da lahananın içinden çıktığımıza hiç itiraz etmeden inandırılmıştık…

Amaaaa…

Noel Baba’nın “hayali bir baba” olduğunu hepimiz bilirdik…



Derken...

Bir sabah erken; radyoda albay Alpaslan Türkeş, kalın sesiyle ordunun idareye el koyduğunu söylüyordu...

Yani...

İhtilâl olmuştu...

Ama...

Hiç kimse kimsenin dinine de karışmıyordu, dinsizliğine de…

Hiç kimse kimsenin eteğinin boyuna da karışmıyordu…

Varsa eğer kimi huyuna da…

Eski demokratla Cumhuriyet Halk Partili aynı tezgâhta vuruyordu kadehlerini “Yarasın” diyerek…

Yine aynı dostlar camide omuz omza kılarlardı Cuma namazlarını…

Bayramlar hepimizindi…

Musevi dostlarımız geldiklerinde bayramımızı kutlamaya evlerimize, nasıl da mutlu olurduk…

Hiçbirimiz Bakara 191’i hatırlamaz, aklına gelenler de hatırlatarak keyif kaçırmayı düşünmezlerdi…

Ve tabii ki...
 
O güzelim sureyle, “bakara makara” diye alay etmek, bırakın bir eski demokratı; bir CHP’linin bile aklının ucundan geçmezdi…


İlle de yılbaşı...

Ya da giden yılın son geceleri…

Fırdöndü ya da tombala oynardık…

Beş vakit abdestinde namazında olan büyüklerimizin hiçbiri “kumardır, oynamayın, çarpılacaksınız” diye korkutmazdı bizi…

Ya da…

“Hıristiyanların bayramıdır” diyerek bizi yılbaşı kutlamalarından uzaklaştırmayı düşünmezdi…

İlkokulun ilk yıllarında, erkek ve kız tüm ilkokul çocukları İngilizce olarak sadece “my darling” sözcüğünün anlamını bilirdik…

Karşılıklı olarak kimsenin olmadığı bir anda karşımızdaki yaşıtımız ve fakat karşı cinsimize “my darling” der, sonra da arkamızı dönüp koşarak kaçardık…

Kimisi uyanık çıkar, “çaydanlık sen de” diye bağırırdı arkamızdan…

Ama…

Daha sonra dudaklarına tatlı bir gülümsemenin yerleştiğini kendisini izleyen arkadaşlarımızdan dinler mest olurduk…


1962 olmalı...

İlk mektebin beşinci sınıfında okuduğum yıl…

Öztürk Serengil ve Ahmet Tarık Tekçe, kötü adam oynamaktan vazgeçmiş, komik adamı oynuyorlardı…

Dönemin Cumhurbaşkanı (Cevdet Sunay) bile, Vahi Öz’ün canlandırdığı tipin ağzına pelesenk olmuş “horozuna kravat taktığım” repliğini söylüyordu neşeli olduğu zamanlar…

Dönemin Başbakanı (İsmet İnönü) çok keyifli olduğu anlarda gazetecilere “yeşşşe!” diye iltifat ediyordu Öztürk Serengil’e cuk oturan “Adanalı Tayfur” gibi…

İçimizden biri bir filmin en sessiz yerinde “helâââlll” diye bağırdığında hep birden aynı anda, “Adanalı Celâl” diye haykırıyorduk oturduğumuz yerde…

Ve…

Anjelik filmleri başladığında bilhassa erkeklerin kamışlarına yürüyen su, baraj duvarlarını zorluyordu…

Bir de yok muydu o kimi erkek öğretmenler?..

Tam da Pazar sabahlarının ilk seansında sinemaya gelmezler miydi sanki bizleri takip edermiş gibi…

Neyse…

Anjelik 1, 2, 3, 4 derken yüzgöz olmuştuk hocalarımızla…

Hatta bazen içimizden birini daha önce sinemaya gönderip en iç gıcıklayan sahnelerin kaçıncı dakikalarda olduğunu not ettiren bile olurdu…

Nedense?..

 

Ve…

Altmışlı yılların sonuna doğru…

Yakaları göğsümüze kadar gelen çiçekli gömlekler giyerdik…

ABD’nin Vietnam’ı işgal etmesine öfkelenen ABD’li demokratlara özenir, sağcısıyla solcusuyla, “savaşma seviş!..” çığlıklarını atardık atmasına ama…

Sonra…

Ağızlarımızı bir elimizle kapar, hep birlikte “aaaauuuuvvvvv, ne ayıp!” diye basardık kahkahayı…

Ankara kırsalında bir ozanın, “odam kireç tutmuyor kumunu karmayınca; sevda baştan gitmiyor sarılıp yatmayınca” dizelerini Cem Karaca’dan dinledikten sonra derin bir “aaahhh!” çekerdik…

Ve…

Sevdiğimizin evinin penceresinin önünden geçerken sarılmanın hayaliyle tutuşur…

Ama…

Göz göze gelip gülümsemekle yetinirdik…

 Demirperde ülkelerinin gençleri komünizmin teröründen ve yokluktan kaynaklanan uzun kuyruklarından bıkmış, “daha çok demokrasi!.. Özgürlük!” diye haykırırken Prag sokaklarında…

Ve…

Ezilirken Rus tanklarının altında…

Bizim solcu yaşıtlarımız ise “Komünizm” ya da “Sosyalizm” hayaliyle yanıp tutuşuyorlardı…

Orduya, polise kafa tutuyor; yabancı büyükelçileri kaçırıyor, banka soymaya kalkışıyorlardı…

Ama…

Yine de çok mutluyduk…

Ve…

 

En önemlisi…

Sağcımız da solcumuz da Atatürk ilke ve inkılâplarını aşağılamazdık…

“Laik devlet yıkılsın!.. Şeriat devleti istiyoruz!..” diye yırtınan çıkmazdı aramızdan…

Çünkü sağcı da olsak solcu da…

Alevi de olsak Sünni de…

Türk de olsak Kürt de, hepimiz Avrupalıydık

“Aidiyet” olarak değil…

Bilimde Avrupalıydık…

Sanatta Avrupalıydık…

Sporda Avrupalıydık…

Demokraside (Eksiğimiz olsa da) Avrupalıydık…

Hukuk Devleti olabilmek için çabalarken Avrupalıydık…

 

Ve…

Dönemin başbakanları kızlarımızın ne etek boylarına karışırlardı, ne de başörtülerine…

Dönemin cumhurbaşkanları yargının başında kimler olduğunu bile ancak atama görevi geldiğinde hatırlarlardı…

Noel Baba’“öcü” gibi çizen; “Kutlamayın, gâvur bayramı” diye başlık atan tek bir “sağcı” gazete bile yoktu…

Hâsılı…

Cep telefonumuz olmasa da…

Otomobiller sokaklarımızı işgal etmese de…

Bilgisayarın ne olduğunu bile bilmesek de…

Filmlerimizi devasa sinema salonlarında izlesek de…

Ne twit…

Ne facebook

Ne youtube

Ne akıllı telefon

Ne tablet olsa da…

Müzikleri pikaplarda dinlesek…

Diskoteklerde orkestraların da çaldığı müziklerde dans etsek de…

O günler…

Bugünlerden çok daha güzeldi…

En önemlisi…

Solcu arkadaşlarımız peygamberlere, sağcılar da Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşlarına saygısızlık etmezlerdi…

 

Haydi bir de itiraf…

2015’e girerken bunları sanki bir daha hiç yazamayacakmış gibi bir his altındayım…

Yasaklarla sarılacağımdan, sarsılacağımdan…

Ve belki de…

Masum ama eleştirel bir twit yüzünden, ömrümün kalan bölümünün hapislerde çürüyecek olmasından korkuyorum…

Evet, korkuyorum…

Korku duyguların en insanisi değil mi?..

Ben de bir insanım ve geleceğimden korkuyorum…

İnşallah yanılırım…

2015’in 2014’ü aratmaması dileğiyle…

adnanberkokan@gmail.com