Klavyesine poşu geçirmiş, habire Paşa'ya vuruyor...
Adaletin merhamet ve nefretle hiç ilgisi olmadığını bilse; Hilmi Özkök’ü de anlayacak ama bilmiyor…
ADNAN BERK OKAN
Giriş notu:
Yazının en sonuna kadar gidemeyecek olanlara en baştan hatırlatayım…
Az sonra okuyacaklarınız, Genelkurmay Eski Başkanlarından Emekli Org. Hilmi Özkök’ü savunmak amacıyla değil Yılmaz Özdil’in kılıçtan keskin yazısıyla uçurulmuş bir insanlık onurunu tedavi edebilme, adaletin yerini bulmasına yardımcı olabilme amacıyla yazılmıştır…
Lütfen o gözle okuyunuz…
Ey güzel insanlar!..
Yılmaz Özdil sadece Hürriyet Gazetesi köşe yazarı değil…
Aynı zamanda, eski genel yayın yönetmeni Ertuğrul Özkök’ün “Balyoz Mağdurlarının Emil Zola’sı” diyerek taltif ettiklerinden biri…
Diğer Emil Zola’lar da bildiğiniz gibi Dani Rodrik, Sedat Ergin ve Ezgi Başaran…
Yazılarımı sürekli takip edenlerdenseniz; Ertuğrul Özkök'ün “Üç Emil Zola” tanımına itirazım yok…
Hatta…
Fazladan kendisini de ekliyorum diğer üçünün (Dani Rodrik, Sedat Ergin ve Ezgi Başaran) arasına…
Ama…
Yılmaz’ı asla…
Neden mi?..
Bundan sonra işte o “Neden?” sorusunun cevabını vereceğim…
Efendim…
Yılmaz'ın dünkü Hürriyet’te başlığı altında yayımlanan makalesini okuyunca bir kez daha anladım ki…
Yılmaz’ın belinde kemik olup olmadığını çok merak ediyorum… Çünkü öylesine rahat esniyor ki… Hani bir Romen jimnastikçi vardı: Nadya Komanaçi… “Lâstik Kız”… Yılmaz da öyle… Esnek ötesi… Meselâ bir lâf ediyor (Somalı 301 madencinin hayatlarını kaybetmesi üzerine; Ak Parti’ye oy verdiklerini ima edip; “Müstahaktırlar” dedikten sonra inkâr edişi)... Hiç beklemediği kişi veya kurumlardan tepki gelince de hemen kıvırtıp inkâr ediyor… “Ben öyle demek istemedim”… Yok ya!... Öyle demek istememiş… Geri zekâlıyız ya… Bir cümlende en az üç
bin kelime var ya... Tövbe tövbe… Yahu en uzun cümlen yedi kelime… Onu da anlayamayacaksak ört
üstümüzü de ölelim kardeş… |
Yılmaz gerçekten de “Erdoğan’ın medyadaki en etkin gücü”…
Yok yok…
Sadece İhsanoğlu’na karşı takındığı “Nobran, aşağılayıcı, hakaret yüklü” tavır değil…
İhsanoğlu’nun doğru tercih olduğunu söylemeye mecbur değil ya…
Yani...
İtirazım İhsanoğlu'nun CB
adaylığına karşı çıkışına değil...
Bana ne?..
Siyasi veya ekonomik bir tercihidir ve beni ilgilndirmez...
Bana göre Yılmaz’ın yanlışı…
İktidar medyasındaki tetikçilerle aynı ağzı kullanması…
İhsanoğlu’nu eleştirmek yerine aşağılaması…
Yahu Yılmaz…
İhsanoğlu sana veya ülkeye hangi kötülüğü etti anlat da öğrenelim…
Belki ben de karşı tavır alırım…
Ama…
Hayatı boyunca hiçbir kirli işe bulaşmamış, ömrü en
haysiyetli görevlerde ve hem de seçilerek geçmiş saygın bir
akademisyen için sokak ağzıyla yazma...
İftira atma...
Karalama...
Hakaret etme...
İhsanoğlu için yazdıklarını dön bir daha
oku…
Eğer yüzün kızarmazsa; o zaman “yüzün yokmuş” ben ne yapayım birader?..
Balyoz mağdurları konusuna gelince…
Yılmaz Balyoz mağdurlarına yardımcı falan olmadı ki…
Tek yaptığı, o insanların acılarını istismar etmek…
Onların acıları üzerinden "daha çok okur
kazanmak"...
Unutmayınız ki…
Yılmaz bugün Aydın Doğan gibi, yazarlarını özgür bırakan güçlü bir medya patronunun gazetesinde değil de (Fehmi Koru’nun dediği gibi) iktidarın gayrı resmi yayın organlarından biri olan Star Gazetesi’nde yazıyor olsaydı:
Erdoğan’a övgüler düzen, Fethullah Gülen’i ise yerin dibine batıran yazılarını okuyor olacaktık…
Yani…
Bir ustanın dediği gibi…
"Yılmaz aktör gazetecidir. Kendisine verilen rolü çok iyi oynayan bir aktör olarak yine işini yapıyor... Onun fikri olmaz... Onun fikirlerini kişisel çıkarları belirler"…
Yani...
Yılmaz bugün Hürriyet'te değil de
Star'da yazıyor olsaydı tek fark…
Saldırdıklarıyla korudukları kişiler ve kurumlar yer değiştirecekti…
Neyse…
Bu yazının konusu onlar değil…
Ben bu yazımda, belki birçoğunuzun da öfke duyduğu Hilmi Özkök’e yapılan hakaretlere karşı duracağım…
Nerede mi var o hakaretler ?..
Yılmaz’ın dünkü “Tanık” başlığı altında yayımlanan makalesinde...
Ne mi var dünkü yazısında?..
Adını vermiyor ama Hilmi Özkök var…
Yani…
Önümüzdeki süreçte mutlaka yeniden yargılanacak olan Balyoz mağdurlarının “lehlerine” ifade verme imkânı olan iki kişiden biri…
Vereceği ifade yeniden yargılamanın sonucunu değiştirecek kadar değerli…
Yok efendim yok…
Biliyorum ki Özkök gibi bir insan Yılmaz’a kızıp da abdest bozacak değil…
Korkum ve kuşkum; Özkök’ün yıllarca cezaevinde yatmış o insanların aleyhine ifade verme ihtimali de değil…
Ve fakat…
Üzülüyorum…
Yılmaz’ın, Özkök’e yaptığı hakaretler kendime veya çok değer verdiğim bir yakınıma yapılmış gibi üzüyor beni…
Gerçi Yılmaz hakaret ettiğinin ve kasten aşağıladığının farkında olduğu için Hilmi Özkök’ün adını vermiyor…
Klavyesine poşu geçirmiş, vuruyor da vuruyor eski genelkurmay başkanına…
Ama…
Yazısını okuyup da aşağıladığı kişinin Hilmi Özkök olduğunu anlamayan tek kişi çıkmaz…
Ey güzel insanlar!...
Lütfen (Eğer okumadıysanız bu defa, okuduysanız da yeniden)
Okuduktan sonra da, kendinizi bir an için Hilmi Özkök’ün veya yakınlarından (Aile çevresinden) birinin yerine koyun…
Ben bunu yaptım…
Kendimi bir an için Hilmi Özkök’ün veya aile çevresinden birinin yerine koydum…
Ve…
Kahroldum…
Çünkü...
Hukuk eğitimi olmayan…
Adaleti nefret ve merhametten ibaret sanan cahil bir yazarın; “eleştiri” adı altında şahsıma yönelik hakaretlerini hak edecek ne yaptığımı düşündüm…
Ve…
Aşağılanmayı hak edecek hiçbir kusurumun olmadığını gördüm…
Evet…
Yılmaz Özdil hukuk eğitimi görmemiş, adaleti nefret ve merhametten ibaret sanan, klavyesine poşu geçirmiş cahil bir yazardır benim gözümde…
Bunu söylemeye de en çok hakkı olanlardan biriyim…
Çünkü…
Yılmaz’ı, iktidar tetikçilerinin ana avrat küfürlerine rağmen alkışladım yeri geldiğinde...
Çünkü…
İktidar gücünü arkalarına almış nice
yalaka işsiz kalmam için çok
uğraştı...
Ama bilen biliyor…
Her yazdığım cümlede tek sığınağım, yüceliğinden onur duyduğum adalet duygumdur…
Yüceliğinden onur duyduğum adalet duygumu hiçbir dostuma ya da bana düşmanlık eden birine karşı yıkıp geçmeyeceğime olan inancım ve güvencimdir…
Kafatasçı, aşağlıyacı, ötekileştirici, hakaret dolu yazılarından dolayı kaybettirirken Yılmaz’ı…
Muhteşem arşiv gazeteciliği için ayakta alkışladım…
Ve…
Bunu yaparken…
Yani alkışlarken veya kaybettirirken yaptığım minik analizlerimde de yine sadece ve sadece adalet duygumun yüceliğine sığındım…
Şimdi yine Özkök’e döneyim…
Türkiye gibi devasa bir devletin genelkurmay başkanlığını yapmış bir orgenerale kızabilirsiniz…
Hatta…
Hatta…
Balyoz mağdurlarının tutuklu yargılanmalarında ve hatta mahkûm olmalarından bile onu sorumlu da gösterebilirsiniz…
Ama…
Bütün bunlar sizin kişisel görüşlerinizden ibarettir…
Yılmaz da sizler gibi
düşünebilir...
Yasak değil ya...
Ama...
Yılmaz gibi arşivci bir gazeteci/yazar; Özkök’ün tanık
olarak dinlenilmeyi istemeyen değil (Kaldı ki yasalarımıza
göre sadece cumhurbaşkanı tanıklıktan kaçınabilir) ;
tanıklığı kabul edilmeyen kişi olduğunu bilir…
Bilmelidir…
Bilmek mecburiyetindedir…
“Bilmiyordum” diyemez Yılmaz…
Bilmiyorsa sorup öğrenmeliydi?...
“Tanıklığın” nasıl bir kurum olduğu konusunda hukukçulardan görüş almalıydı…
Ben kısaca söyleyeyim tanığın kim olduğunu:
“Tanık hâkime bildiklerini anlatan kişidir”…
Ve…
Tanık bildiklerini mahkeme veya yetkili yargıç huzurunda sözlü olarak açıklar…
Ama…
Tanık bütün bunları savcılıktan ya da mahkeme heyetinden gelecek bir çağrı üzerine yapar…
Yani…
Yargılanmakta olanların “ben tanık getirdim dinleyin” demeleri yetmez…
Mahkemenin önceden dinleme kararı alması ve tanıklara davetiye çıkarması şart…
Yıılmaz, Özkök’ün kendisine gelen çağrı üzerine Silivri’ye gittiğini ve Ergenekon davasıyla ilgili iki gün üst üste mahkeme heyetine ifade verdiğini bilmiyor mu?..
Demek ki çağrılsa Balyoz için de gidecekti…
Yani...
Balyoz’da çağrı geldi de
Özkök mü gitmedi
Yılmaz?..
Yoooo…
Balyoz davasında Özkök tanık olarak davet edilmedi…
Ne yapmalıydı Özkök?..
Mahkemeyi basıp, “beni dinleyeceksiniz ülennn!” diyerek Kadir İnanır’ı mı oynamalıydı?..
Geleyim medya söyleşilerine…
Özkök birçok meslektaşımızla söyleşi yaptı…
Ve her seferinde de doğruları söyledi…
Ne yapsaydı?..
“Yalan” mı söyleseydi?..
Elbette yapamazdı…
Yalancılık karakter zafiyetidir…
Birkaç generalin tatbikat dışına çıktıklarını ama asla darbe teşebbüsünde bulunmadıklarını ancak; yaptıklarının “Askeri disiplin suçu” olduğunu söyledi…
Gelin görün ki Yılmaz her ne kadar halkın eğitimsiz olan milyonlarcasını “Huni Kafa, göbeğini kaşıyan adam” olarak tanımlasa da kendisi onlardan daha çok kaşıyor bir yerlerini…
Türkiye’nin en usta arşiv gazetecisi ama Türkiye yargı sistemini bilmiyor…
Kimseye de sorup öğrenmiyor…
Ertuğrul’un başka biri için söylediği şekliyle söylemem gerekirse; klavye şehvetiyle gözlerimizin içine bakarak mastrübasyon yapıyor…
Adaletin merhamet ve nefretle hiç ilgisi olmadığını bilse; Hilmi Özkök’ü de anlayacak ama bilmiyor…
Yılmaz’a göre “Tanık” dediğiniz, yargılanmakta olan birini seviyorsa veya aynı ideolojik kulvardaysa yalan yere de olsa yemin edip onu kurtarmaya çalışacak…
Yok eğer o kişiden nefret ediyorsa bu defa da mahkum olması için başka yalanlar uyduracak…
Yahu olur mu?..
Olursa eğer o yargılamadan çıkacak sonuç adil olur
mu?..
Ah be Yılmaz!..
Şu klavye şehvetini başka alanlarda kullansan da masum insanların
onurları üzerine boşalmasan olmaz mı?..
adnanberkokan@gmail.com