Kırın şu zincirlerinizi yahu!..

Pazar yazılarınızı okuduktan sonra kendime o kadar kızyor, o kadar kızıyorum ki; hararet yapıyor, kafayı sıyırıp su kaynatıyorum...

ADNAN BERK OKAN

Tamam kardeşim...
Hepiniz kurulduğunuz köşeleri hak ettiniz...
Hele "Pazar" günleri herbiriniz kendinizi aşıyorsunuz...
Pazar yazılarınızı okuduktan sonra, sizlerin "tırnağınız" kadar bile olamadığım için kendime o kadar kızyor, o kadar kızıyorum ki; hararet yapıyor, kafayı sıyırıp su kaynatıyorum...
Haliyle beynimin segman, ana ve kol yatakları paramparça oluyor…

Kalemleriniz süper...
Beyinleriniz bir ton ton ağırlığında...
Yazılarınızı yüz bin kelime zenginliğiyle yazıyor olmalısınız ki muhteşemsiniz...
Harikasınız...
Müthişsiniz...

Olan biteni zifiri karanlıkta bile olsa bir kedi kadar net görebiliyorsunuz...
Kulaklarınız bir tavşanın kulağından daha hassas tehlike karşısında...
Gerçi karşınızdakini kulak deliklerinizle dinlememe gibi kötü bir huyunuz da var ama neyse...
Nasıl olsa bir başka deliğinizle dinlemiş gibi yapıyorsunuz...
Delik deliktir son tahlilde...

Shakespeare bugün yaşasaydı sizlerin tırnağı olamazdı...
Çünkü o; koyunun olmadığı yerde "Abdurrahman Çelebi" rütbesine çıkarılmış bir keçiydi (size göre)...
Kıçına teneke bağlar adamı İstanbul sokaklarında dolaştırırdınız...

Zira Mazhar Alonson da "Sen neymişsin be aabi?" şarkısının sözlerini sizi anlatmak için yazdı...
Tek eksiği "Abla"ya da yer vermeyişiydi...
"Sen neymişsin be abla?" diyemeyince Perihan Maden'i sizlerin dışında tutmak gerekebilirdi çünkü...
Oysa O, en muhteşeminiz...
Kızınca adamın ağzına; ssssakız doldurur vallahi...
Hele sesi yok mu sesi?..
Hey anam be!..
Konuşmuyor da Demet Akalın şarkı söylüyor sanki...

Yani...
En güzel kızı siz kaptınız...
En güzel aabiyi siz çarptınız...
Falan filan...

Ama...
İşte o kadar be anam!..
Daha fazlası yok...
Çünkü...
Heyecanınız yok...
Çünkü yaptığınız işi sevmiyorsunuz...
Pardon yani...
Daha önce de yazmıştım...
Ben de sevmiyorum yaptığım işi?..
Sevmiyorum ama görevim icabı elimden gelenin en iyisini yapmaya çalışıyorum...

Bir dakika bir dakika!..
"Berbatsın!" deyip çıkmayın işin içinden...
Ben de zaten "iyiyim, başarılıyım, gökyüzünde yalnız gezen yıldızım" demiyorum...
"Sevmediğim işi görevim icabı yapmaya çalışıyorum, elimdem gelen bu!" diyorum...

Ama sizler öyle mi?..
Sizler ki istediğiniz zaman öküzün altından buzağı arayıp buluyor ve öküzün buzağıladığına tekmil okurlarınızı inandırıyorsunuz...
Yani "müthiş" yeteneklisiniz...
İneğin yerine buzağılayan öküzden bile...

Ama be anam!..
Sizin sorununuz, "Sorumsuzluğunuz"...
Siz sorumluluk almaktan kaçınıyorsunuz...
Çoğunuz sırtınızı bir "TARAF"a yaslamışsınız...
O TARAF'tan uzaklaşmadan, tehlike sınırlarının içine de dalmadan yazıyorsunuz...

Kiminiz iktidarın sınırları içinde muhalefete çakıyorsunuz ve başınıza bir şey gelmeyeceğinden eminsiniz...
Bir diğer kısımınız ise muhalefetin koruyucu kanatları altında iktidara çakıyorsunuz; "nasıl olsa taraftarı olduğum gurup, kurum, lider beni korur" diyorsunuz...

Yahu kırın şu zincirlerinizi be Allah aşkınıza...
Özgürleşin yahu!..
Neden korkuyorsunuz?..
Kimden korkuyorsunuz?..

Efendim?..
Ne dediniz?..
Biraz daha yüksek sesle söyler misiniz?..
"Siz benim gibi salak değil misiniz"...
Eh yani...
Bakın işte o olabilir...
Benim gibi salak olmayabilirsiniz...
Kim bilir?..
Belki o konuda da benden daha ileri aşamadasınızdır...

adnanberkokan@gmail.com