Kiremitçi'nin son romanı otobiyografik mi?

Popüler kültürden edebiyata, toplumsal hafızadan sansüre birçok konu bu söyleşide.

Haziran ayında April Yayıncılık etiketiyle raflarda yerini alan yeni romanı Sonun Geldi Sevgilim ile büyük ses getiren Tuna Kiremitçi Sayım Çınar’la konuştu.

Popüler kültürden edebiyata, toplumsal hafızadan sansüre birçok konu bu söyleşide.

ROMANCILAR BİR KALP CERRAHI DEĞİL

Yazarlık bir ego meselesinden çok bir hizmet meselesi, öyle değil mi?

Haklısın. Afra-tafraya gerek yok. Romancı olarak bir madenciden ya da kalp cerrahından daha yararlı değiliz. Alt tarafı insanlara tamamen kafayı yemiş bir dünyada yaşadıklarını ve bir an önce silkinip kendilerine gelmezlerse onları bekleyen korkunç sonu hatırlatıyoruz o kadar. Bununla yetinmek ve egoyu frenlemek gerekiyor.

Önemli bir popüler kültür eleştirisi kaleme aldın. Bu kitabı yazma fikri nasıl ortaya çıktı?

Günümüze ayna tutan bir roman yazmak istiyordum. Aynı zamanda komik de olsun istiyordum. İkisi için de yeterince tecrübem var. Bu bir illüzyonlar dünyası. En becerikli illüzyonistleri en iyi siyasetçiler, kanaat önderleri, rol modelleri falan sanıyoruz. Gerçeklerden çok illüzyonlara bağımlıyız. Buna yol açansa popüler kültür. Bugün roman yazmak Matrix içinde gerçek kırıntıları aramak gibi. Yani tehlikeli bir spor. Ama bu tehlikeye atılmanın zamanı gelmişti.

Sonun Geldi Sevgilim için en iyi romanın diyebilir miyiz?

Bunu söylemek bana düşmez ama sanırım en mizahi romanım.

BENİM ÜZERİMDE MAGAZİN SİLAHINI DENEDİLER

Toplumsal hafıza 17 yahut 22 gündür deniyor kitapta. Senin yaşadıkların ise bir türlü unutulmadı, unutulamadı yıllar geçtiği halde. Bu durumu neye bağlıyorsun?

Gençken tanık olduklarım maalesef bu kitaptakiler gibi eğlenceli ve masum şeyler değildi. Çok ciddi sosyo-politik sebepleri vardı. Büyük biraderler yazarları imha etmenin yolunu her dönemde bulmuştur. Benim üzerimde de adına magazin denen yeni bir silah denediler. Ülkenin alacakaranlık bir dönemiydi. Bense henüz kılıç ustası değildim. Bakarsın ileride kendi yaşadıklarımı da anlatırım ama şimdi değil, belki ihtiyarlığımda. O kadar yaşamama izin verilirse tabii.  

Rosa ve Gülbahar birbirinden tamamen farklı iki kadın ve Devrim her ikisine de aşık oluyor. Aynı adam böylesine zıt iki karaktere aşık olabilir mi?

Neden olmasın? Sonuçta ikisi de son derece cazibeli kadınlar. Ayrıca savaşçı ruhlara sahipler. Daha iyi ok atmak için birer göğüslerini feda etmeye hazırlar. Sadece yolları ve davaları çok farklı. Gülbahar’ın romantik, Rosa’nınsa egoist refleksleri var. Her insanın içinde bu ikisi beraber yaşar, malum. Önemli olan onları nasıl dengede tuttuğumuz.

Bir oğul - baba yüzleşmesi de hissediliyor kitapta. Devrim'in ne kadarı sensin, Devrim'in babası ne kadar senin baban?

Devrim çıldırmış bir dünyada normal kalmaya ve normal ilişkiler yaşamaya çalışan bir adam. Haliyle, hepimiz olabiliriz. 68 Kuşağı’ndan babalarla bizim kuşaktaki oğulların ilişkisi bana biraz buruk gelir. Birbirinizi tanıdığınızı sanırsınız oysa iki yabancısınızdır. Üstelik bu anlaşıldığında çoğu zaman iş işten geçmiş olur. Duygularınızı kadınlar kadar rahat ifade edemezsiniz çünkü. Yani romanda pek çok oğuldan ve babadan izler var.

ROMAN ÇIKMADAN DEDİKODULARI ÇIKTI

Yayınevi değişikliğin de çok konuşuldu. Neler söylemek istersin April Yayıncılık'a geçişin ile ilgili?

Yayıncı dostum Kemal Egemen İpek ile yıllardır tanışırız. Bir muhabbet esnasında “yaptığın müziğe benzeyen ve mizahi bir roman yazarsan okumak isterim” dedi. Ben de “ne tesadüf, tam da öyle bir şey yazdım zaten” dedim ve olaylar gelişti. Kalp kalbe karşı durumları yani.

Üzerinde bir sansür ya da bilinçli bir politika hissediyor musun? Romanın istediğin ölçüde ses getirdi mi?

Daha çıkmadan medyada rivayetler ve dedikodular çıktı. Çünkü nedense otobiyografik olduğunu düşünmüşler. Yağmalanacak yeni bir maden! Ama romanın aslında medya hakkında olduğunu fark edince birden sessizleştiler. O dünyayı tanıdığım için şaşırmadım, roman bu komediyi anlatıyor zaten. İşte senin gibi derdi edebiyat olanlarla söyleşiyoruz. Roman gerçek okuruna bu sayede ulaşıyor. Medyadaki hiçbir oyunun parçası değilim ama kendimi yalnız hissetmiyorum çünkü her mahalleden dostlarım var.

Yeni romanın hazırlıkları başladı mı?

Tabii ki. Üreterek direnmeye devam!

ROMAN 40'INDAN SONRA YAZILIR

Daha önceki bir röportajımızda “Memleketi kurtaran değil, okuru kurtaran bir köşe yazarı olmak” istediğini söylemiştin. Düşüncelerinde bir değişiklik oldu mu?

Olmadı, hatta daha da pekişti. Çünkü anladım ki medyada siyaset yazmak ancak sen de oyunların bir parçasıysan anlamlı. Aksi takdirde sesin boğuluveriyor. Ben illüzyonların ardındaki insan gerçeğine bakıyorum. Hem de Jules Verne’in dediği gibi, “bütün gözlerimle” bakıyorum. Bu sayede oyunların içindekilerin göremediği şeyleri görebiliyorum ve her kesimden okurum var. Dünya görüşü ne olursa olsun herkes bir şey bulabiliyor, siyaset yazsam da yazmasam da.

Senin bu romanın bende roman yazma isteği uyandırdı. Nedenini bilmiyorum ama kendi kendime biriktirdiğim, kimseyle paylaşmadığım şeyleri cebimden çıkarmak istiyorum artık. Ne dersin?

Bence süper bir zamanlama olur Sayım. İlk romanıma başladığımda 26 yaşındaydım. Bunu hayranı olduğum şair Lale Müldür’e söylediğimde “Ne yapıyorsun genç adam, roman dediğin 40’ından sonra yazılır!” demişti. O zaman anlamamıştım ama 40’ıma girdiğimden beri düşünüyorum da, çok haklıymış Lale Abla!

Şişkin egolarından kurtulamayan, yazıcılara pardon yazarlara önerilerin var mı?

Estağfurullah, ne haddimize.