Kınından çıkan kalem geri konmaz...
bu medyanın analizlik hali mi kalmış?.. Neredeyse herkes birbirine ana-avrat girişmişken… Herkes birbiriyle arşiv arası köfte vaziyetindeyken…
Analiz mi?..
Hangi analiz kardeşşş?..
Yahu bu medyanın analizlik hali mi kalmış?..
Neredeyse herkes birbirine ana-avrat girişmişken…
Herkes birbiriyle arşiv arası köfte vaziyetindeyken…
Neyin analizini yapacağım?…
Nasıl olsa bu yazdıklarımı da (içinde dedikodu, kavga, ona buna
çakma yok diye) okumayacaksınız…
Bırakın yine kafama göre takılayım bugün de…
***
Önce bir soru:
“Başarı nedir?”
Buyurun beyefendi siz söyleyin:
“Çok para kazanmak” mı dediniz?..
Peki ya siz ne diyorsunuz Hanımefendi?..
Size göre nedir “başarı?”
“Sevgilimi kimseye kaptırmamak” diyorsunuz…
O halde sevgilinizi sizden kapan birine göre başarı, bir başkasının
sevgilisini elinden kapmak mı oluyor?..
Sizin gibi düşünmesem de görüşlerinize saygı duyuyorum…
Burası biraz ekran demokratlarının göstermelik hoşgörü
şovlarına benzedi ya neyse…
***
Efendim…
“Başarı nedir?” sorusuna verilecek cevap çeşidi
büyük ihtimalle soruya muhatap olacak kişi sayısı kadardır…
Demek ki, başarının tek bir tarifi yok…
Buyurun Hanımefendi…
Sorunuzu duyamadım…
Biraz daha yüksek sesle lütfen…
“Sana göre başarının tarifi nedir?” diye
soruyorsunuz…
Söyleyeyim…
“Başardım” diyen herkese ait bir "sebep -
sonuçtur" başarı…
Hangi sonucu doğuran sebep olduğu konusunda da
milyonlarca farklı cevap verilebilecek bir "sebep -
sonuç" hem de…
***
Kimine göre, servet sahibi olmanın sebebidir başarı…
Kimine göre ise aynı eylemin sonucudur…
Bazısı onu mutluluğunun sebebi sayarken bir başkası, “mutlu
olduğum için başardım” diyerek “sebep”
hanesine yazacaktır…
Bazen “sebep”, kimi zaman da
”sonuç” olan “başarı” işte böyle
bir binbir surattır…
***
“Bir kilo toz, bir otoboz” deyimini üreten uyuşturucu kaçakçılığı da, beyaz kadın ticareti de ve tefecilik de çok büyük paralar getirdiğine göre burada “başarı” ne olmuş oluyor?..
Emniyet güçlerine yakalanmamak mı?..
Parayı bulmak mı?..
Hey koca Şeyh Sadi; yattığın
yer nur olsun…
Ne güzel söylemişsin:
“Hünkâr yol vermeden, eşkıya yol kesemez”…
***
Çok mu uzattım?..
O halde kısa keseyim…
Hemen her gün birbirlerinin kirli çamaşırlarını çıkarıp ipe
asan:
Koca koca yazarlar…
Eski – yeni genel yayın yönetmenleri…
Eski – yeni medya patronları…
Eski - yeni politikacılar…
Eski – yeni sanatçılar…
Eski – yeni futbol adamları ve benzerleri
mi?...
Yani…
Bu ülkenin “en çok para kazanan” sosyal gurupları
mı çok başarılı sayılmalı?..
Yoksa onlara kamuoyunda kabul gören bir ifade ile;
“kepaze” mi demeliyiz?..
Meselâ, fakir fukaranın boğazından kesilen vergilerden 5 milyar
dolarlık kısmını “HİÇ” eden medya patronu başarılı
da…
İleride, “bankacılığın A Takımına rakip olur”
korkusuyla elinden bankası alınan ve medya dünyası tarafından
“hortumcu” diye isim takılan eskinin zengini,
bugünün dar gelirlisi başarısız mı?..
Efendim, efendim?..
Yahu ne susuyorsunuz…
Adam gibi yüksek sesle cevap versenize…
Not:
Dünkü yazım asla bir “pes etme” yazısı
değildi…
Anlayan anladı ne demek istediğimi…
Elbette "kasabanın delisi" olmak istemiyorum ancak
Kayahan’ın bir şarkısında dediği gibi,
“bir yemin ettim ki dönemem”…
Tabii ayakta ve hayatta kalmam şartıyla…
Ama kimse unutmasın…
Ben gönüllü bir devrimciyim…
Kalemimi kınından çıkarmaktan korkmam…
Çıkarttım mı da kırmadan geri dönmem…
İki sinema dehası: Uluç ve Hakan!..
Martin Scorsese’un yönettiği
Shutter İsland/ Zindan Adası filmi sadece Birleşik
Devletlerde ve sadece bir haftada 40 Milyon Dolar
kazanmış…Gelin görün ki bizim iki medya dâhisi Ahmet
Hakan ve Hıncal Uluç filmi hiç
beğenmediler…
O kadar da değil…
Hıncal Uluç bir de şöyle yazdı:
“2.5 saat boğuşuyorsunuz, sonra film son beş dakikada, beş
para etmez bir finale ulaşıyor..”
Düşündüm de…
Ya, filmi izlemek için 7 günde 40 milyon Dolar harcayan
Amerikalıların film kültürlerinde bir fukaralık var…
Ya da bizim iki dâhinin…
Öyle ya...
Finali beş para etmez filme hangi akıl zenginleri 7 günde
40 milyon Dolar verirler?..
Lütfen “renkler ve zevkler tartışılmaz” diye
Çiçero’luk yapmayın…
7 günde 40 milyon Dolar kazanan bir filmden söz ediyoruz…
Ayçiçekleri ve Ahmet Hakan
Söz Ahmet Hakan’dan açılmışken…
Geçenlerde baharın gelmek üzere olduğunu hatırlatıp,
Trakya’da ayçiçeği tarlalarının arasında yolculuk
yapmanın zevkini tatmayı tavsiye ediyordu…
Yahu Ahmet!..
Yüzlerini gün ışığına döndükleri için bizim
“Gündöndü” dediğimiz ayçiçekleri benim
çocukluğumda Temmuz’da açar, Eylül başında
toplanırdı…
Acaba genleriyle oynandı da şimdi Mayıs’ta mı
çiçek açıp, rengârenk tekerlek gibi kafalarıyla arzı endam
edecekler…
Hoş, geçen sene de yine Temmuz’da açmışlardı
çiçeklerini ya belki bu sene Mayıs’a
yetiştireceklerdir…
Hani şunu bir açıklasan da ben de öğrensem…
Hayır yani; dönme konusunda uzman olduğun için haklı da
olabilirsin…
Veya Yozgat’ın ayçiçekleri belki de
Mayıs’ta açıyordur…