Kim bu taraftar / amigo köşe yazarı?..
En az kazanan “taraftar/amigo” köşe yazarı, isimsiz ve “bitaraf” yazarların iki yılda kazandıklarını 1 ayda kazanıyor…
ADNAN BERK OKAN
Yaşamın, bir maddenin bir başka maddeden bir şeyler alması ve başka maddelere bir şeyler vermesiyle gerçekleştiğini (Sanırım) ilkokul son sınıfta falan öğrenmiştim/k…
O ilk bilgim/iz teorikti…
Yaşım/ız ilerledikçe pratikte de bunun böyle olduğunu bizzat yaşayarak öğrendim/k…
Yani…
Hayat bir nevi “al-ver” idi…
Ama…
İnsani değerlerini kaybetmemiş olanlar için öyleydi…
Bir de…….
Neyse…
Uzatmadan…
Klavyem de bozulmadan nereye gelmek istediğimi söyleyeyim: Gazeteciliğimize…
Ey güzel insanlar!..
Bilhassa son dört yıldır gazeteciliğimiz bitti…
Çok az sayıda “Onurlu” meslektaşımızın omuzları üzerinde ayakta durmaya çalışıyor…
Ama…
Iktidar milletvekilleri ve bakanlar kendilerini sadece savcı ve yargıçların değil, gazetecilerin de sorgulayamayacaklarını, kendilerine dokunamayacaklarını mı zannediyorlar ne?.. Bir taraftan reklâmlarını yapmak, genel başkanlarına ve seçmenlerine hava atmak için ekranlara çıkıyorlar… Diğer taraftan da karşılarına oturdukları moderatör ya da ankorman işlerine gelmeyen bir soru sorduğunda “Ne hakla beni sorguluyorsun?” diye babalanıyorlar… Yahu kardeşim… Madem hazmedemeyeceksiniz sorgulanmayı… Madem cevabını veremeyeceğiniz sorulara muhatap olacak ölçüde defolusunuz; çıkmayın ekrana... Seçilmişliğinize saygı
duyuyorum... Az sayıda kaldıkları için vicdan sahibi kamuoyunun gözünde değerleri daha da artan moderatör ve ankormanlar sizin her dediğinize Ahfeş’in Keçisi gibi kafalarını sallayıp“haklısınız efendim” mi diyecekler… Amma da komik hani...
|
Çok zor…
Çünkü…
“Diğer (İktidar ve muhalefet amigoları) gazeteciler” o kadar ağır bir yük ki, o az sayıda “onurlu” meslektaşımızın omuzlarında; dayanabilmeleri çok zor…
Taraflı gazetecilik elbette dört yıl önce de vardı, olmalıydı ve bundan sonra da olacak…
Fakat…
“Taraflı” gazetecilik artık tamamen “taraftar/amigo” gazeteciliğe dönüştü…
İşin
kötüsü…
Taraftar / amigo gazeteciler sadece “karşıdan almak” ama “karşıya hiçbir şey vermemek” istiyorlar…
Bir araya geldiklerinde ise “kendilerinin dışında kimseye vermemek, ama herkesten almak” konusunda ittifak kuruyorlar…
İki tarafın da “geçim derdi” yok…
Yedikleri önlerinde yemedikleri de artlarında…
Çünkü…
Ekonomik olarak çok güçlüler…
En az kazanan “taraftar / amigo” köşe yazarı, isimsiz ve “bitaraf” yazarların iki yılda kazandıklarını 1 ayda kazanıyorlar…
Eh yani…
Haliyle…
Klavyelerinin tuşlarına akıl ve vicdanla değil; cüzdanlarıyla basıyorlar…
Ve…
Yazılı olsun, görüntülü olsun bütün medya patronları ve tepe yönetimleri de haliyle "taraftar” gazeteci ya da yorumcuyu tercih ediyor…
Ya iktidardan yana olacak
bir köşe yazarı...
Ya muhalefetten yana...
Ya Cumhurbaşkanına hak ve
destek verecek..
Ya, Fethullah
Gülen'e...
Bu taraflardan ikisine de aynı mesafede duran, “Objektif,
vicdan sahibi, hem nalına hem mıhına vuran, ne iktidarın ne de
muhalefetin yanında duran” yazarlar ve yorumcular
ise (Belki de sayıları da takipçileri de az olduğu için)
“Tu kaka”…
Hiçbir medya patronunun, yöneticisinin veya moderatörün
umurunda bile değil…
Yahu gazetecilik sahiden de bu mu?..
"Taraftar" olmak; köşe tribünlerinde taraftarı
olduğu siyasetçiye övgüler düzmek, karşısında yer aldığı
siyasetçiye küfürlerle, hakaretlerle saldırmak mı?..
Tövbe tövbe...
“Ben kazanayım-sen
kaybet”...
Kara mizah gibi...
Ortada bir meyve var...
Gözler kapalı...
Isıranın kimi "elma" diyor, kimi
"muz", kimi "kavun"...
Hani adına, “Kürt Sorunu, Barış Süreci, Terörün
bitirilmesi” ve benzeri birçok isim verilen bir
“Oyun” var ya…
İşte onun için…
Ahlâki düzenin sağlıklı işlemesi için ise dünyevî eğitim, dinî eğitiminden daha yararlıdır… Ne demek mi istiyorum?.. Medyaya bakar mısınız lütfen?.. Dünyevî
eğitim almış olanlar yolsuzluk,
hırsızlık, rüşvet, hazine soygunu gibi
ahlâksızlıklara karşı duruyorlar... Çok kötü… Çok… |
Ortada iki taraf var…
Devlet ve Terör Örgütü…
İki taraf da bu oyunda “Kazan-Kazan” akıl oyunu yerine; “ben kazanayım-sen kaybet” uyanıklığı içinde…
Devlet “hiçbir şey vermeyeyim ama karşı tarafın her şeyini alayım” hesabında…
Yani…
Hem 25 kuruşa otobüs bileti, hem şoför mahalli…
Örgüt ise biraz daha insaflı (Gibi)…
Çünkü…
Örgüt, “çok şey alayım, bu arada azıcık bir şeyler de vereyim” hinliğinde…
Yani…
Hem canım cennette, hem elim günahta…
Haliyle; aradan iki yıl geçmiş olmasına rağmen daha halâ kavga ediyorlar…
Yol haritaları bile yok…
Bakar mısınız şuraya?..
Bir yandan Devlet, örgütün lideriyle görüşüyor…
Kan akarsa “Allah aşkına bi şeyler yap da şu kan dursun” diye adeta yalvarıyor…
Diğer taraftan da akan kanı durdurması için adeta yalvardığı adam ve arkasındaki silahlı güce cumhurun başı (Cumhurun başı aynı zamanda devletin ve hatta TSK’nın da başı değilmiş gibi) yapmadık hakaret bırakmıyor…
Ve…
Sözüm ona “Barış”a giden yolun “Haritası” bile yok ortada… (Yeni hazırlamışmış ama gören yok…)
Örgüt ise iki yıldır silah kullanmıyor sözde…
Ama…
Silahı bırakıp sınır dışına (Teslim olmaları ise ham hayal) da çıkmadığı gibi son günlerde her yeri yakıp, yıkıyor, günahsız insanları kafalarını ezerek öldürüyor…
Bu atamaya şaşıranlar var… Ben şaşırmadım… Devletin tepesi mutlaka tanıyordur… “İyi çocuktur”… |
Yani…
Sürekli bir “sidik yarışı” hüküm sürüyor taraflar arasında…
Yani…
İki tarafın sözcüleri bir taraftan (Sözüm Ona) barış
görüşmeleri yapıyorlar, diğer taraftan birbirlerinin gözlerini
oyuyorlar…
Bu arada karşılıklı bağırış, çağırış,
çığlık, küfür, hakaret,
suçlama da gırla gidiyor…
Sanki gizlice çekilmiş
bir Fellini filmi
izliyoruz...
İzlediğimiz filmin akışına bakılırsa,
senaryoda bu savaşı bitip kalıcı
barışın tesis edileceğine ilişkin tek kare yok…
Aktörlerden biri seçim kazanabilmek için silahların (Bir süre) patlamamasını istiyor…
Diğeri süreci ve bölgedeki IŞİD katillerini kullanıp meşruiyet kazanmak…
adnanberkokan@gmail.com