Kim bu Mehmet Ali Alabora? Oray Eğin yazdı
Habertürk yazarı Oray Eğin, “Memoli’nin suçu ne?” başlıklı yazısında, tanıdığı Memet Ali Alabora’yı anlattı.
Oyuncu Memet Ali Alabora hakkında Gezi Parkı eylemlerinden dolayı, "Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti'ni ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasına engellemeye teşebbüs etme" suçlamasıyla "tutuklamaya yönelik" yakalama kararı çıkartıldı.
Bu gelişmenin ardından Habertürk yazarı Oray Eğin, “Memoli’nin suçu ne?” başlıklı yazısında, tanıdığı Memet Ali Alabora’yı anlattı.
Oray Eğin, “Memet Ali Alabora istese bambaşka bir yerde olabilecekken her şeyi elinin tersiyle itebilen, şöhretin ve paranın geçici olduğunu çok erken anlayıp sadece kendi istediği hayatı yaşamayı tercih eden biri” ifadesini kullandı.
İşte o yazı…
Ben Memet Ali Alabora’yı Nurgül Yeşilçay’ın evindeki bir partide tanıdığımda televizyonda oynadığı polis Memoli karakteriyle Türkiye’nin en büyük yıldızı olmuştu. Ünlü değil, çok ünlüydü. Anadolu’da genç kızlar odalarına posterlerini asıyor, Memoli desenli yastıklar falan sokaklarda satılıyordu. Çok eskiden Savaş Ay’ın “A Takımı” programında gazeteciliği denemişti, oyunculuğunun yanında. Doğrusu hiç kimse bu kadar ünleneceğini tahmin etmemişti, birkaç denemesi de tutmadı. Ama sonra bir damar yakaladı ve halk onu bağrına bastı.
Kim olduğumu biliyor muydu, hala emin değilim. Zira kendimi ona
sosyete mimarı olarak tanıtıp uyduruk bir isim vermiştim, sırf
öylesine eğlence çıkarmak için. Bu şartlarda herhangi bir star’ın
yapması gereken kendisine bulaşan birini yanından uzaklaştırmak,
muhatap olmamaktır aslında. Ama Alabora mimar alter-ego’mla uzun
uzun sohbet etti, kendisinin
aslında star’lıkla falan hiçbir işi
olmadığını, tek istediğinin müzik yapmak
olduğunu söyledi. Ben onunla dalga
geçmeye çalışıyordum kendimce, o da büyük ihtimalle benimle
eğleniyordu. Ama tam ortalarda bir yerde gerçek de kendini belli
etti. Belli ki iyi bir insandı, hakikaten de şöhreti elinin
tersiyle itmişti.
Adı Türk basınında sık sık Mehmet diye yazılan Memet Ali Alabora’yı ikinci kez “Dondurmam Gaymak” filminin galası için Muğla’da gördüm. Oyuncu kadrosunun neredeyse tamamının köy halkından oluştuğu film için çekimlerin yapıldığı yerlerde büyük bir etkinlik düzenlenmiş, gecesinde de filmin galası Muğla Üniversitesi’nde yapılacaktı. Çok fazla hareket eden parçanın bulunduğu büyük bir organizasyon işiydi, bir büyük karnavaldı.
Alabora orada VIP bir konuk olarak değil, sokaklarda koşturan, trafiği kesen, organizasyonun aksamaması için uğraşan bir stajyer, üniversiteli bir gönüllü çalışan gibiydi. O dönem ne kadar ünlü olduğunun bir kez daha altını çizmem gerekiyor: Michael Jackson’ın Anadolu’nun bir köyünde sokaklarda dolaştığını, koşturduğunu düşünün. Ama sıradan bir gönüllüden, görmezden gelinmeye mahkum o gizli kahramanlardan hiç farkı yoktu. Şöhretini, konumunu, parasını yine bir kenara bırakmış ve hiçbir karşılık almadan, sadece filme inandığı için Muğla’ya gelmişti.
Çocuğun organizasyon ruhunda var işte, demek ki “Gezi ayaklanmalarını” da organize etmiş işte. Buradan anlıyoruz değil mi?
Hayır.
Memet Ali Alabora istese bambaşka bir yerde olabilecekken her şeyi elinin tersiyle itebilen, şöhretin ve paranın geçici olduğunu çok erken anlayıp sadece kendi istediği hayatı yaşamayı tercih eden biri. O gün Muğla’da koşturması, sonradan Gezi’nin önde gelen figürlerinden biri olması da hayatı hesap kitapla yaşaması değil, sadece içinden geleni yapması.
2013 yazında onu protestoların ön saflarında gördüğümde aklıma Muğla’daki o özverisi gelirdi. Aynı heyecan, özveri ve inançla hareket ediyordu belli ki. Herhangi bir çıkar beklemeden, hesap yapmadan.
İstese yapardı. Zira 2013’ten beri Gezi’yi kullanarak kendine isim yapmak epey kolaydı. Ya komplo teorileriyle, Gezi karşıtlığıyla iktidara yakın mahallede belli bir nüfuz alanı ve maddi güç edinmek mümkündü, ya da Twitter’da isyan ederek muhalif sokakta isim yapmak. Nitekim her iki taraftan da birçok ikinci sınıf tip böyle hayatımıza girdi.
Memet Ali Alabora nasıl büyük bir star olmayı elinin tersiyle ittiyse, Gezi’den sonra da çok rahat politik bir figüre dönüşebilirdi. Hiçbir şey olmasa milletvekili seçilirdi kolaylıkla. Ya da Gezi’deki popülerliğini filmler, belgeseller, programlar yaparak nakde döndürmenin de yolunu bulabilirdi. Ama o hiçbirini yapmamayı tercih etti.
Şimdi üzerinden beş seneden fazla zaman geçti bu hayali düşmanın mahkum edilmesi, Gezi’nin zamanında dolaşan hurafelerin bir kez daha dillendirilmesi neden?
Unutmamak gerekir ki hakkındaki suçlamalara rağmen Alabora yurtdışında yaşarken bir Can Dündar da olmadı. Bir mağduriyet kahramanlığına soyunmadı, o yolu tercih etmedi ve sessiz sakin tiyatro yapmaya devam etti. Halbuki bütün kapılar kendisine açılırdı… Kendi ülkesini satmadı.
Şimdi bakarsınız Oscar bile alabilir bu mağduriyet gazıyla. Ama bu oyunun bir parçası olacağını sanmıyorum; olsa şimdiye kadar olurdu zaten. Dedim ya, uzaktan tanıdığım kadarıyla hesapsız, stratejisiz bir insan o. Şimdi başına gelenler, kendine kurduğu hayatla başkalarının ona atfettiği anlamlar, bundan sonra hayatının alacağı seyir sadece onu şöhrete taşıyan dizinin adıyla açıklanabilir: Yılan hikayesi.