Keşke haklı çıksan be Gülerce...
ZAMAN'ın bugün manşetten ve şehevi bir zevk alırcasına, halkın TSK’ya güveninin azaldığını ileri süren haber diline....
ADNAN BERK OKAN
Sevgili Hüseyin Gülerce;
Bugünkü yazının başlığını “ ‘Hayır' diyenlerle bir hasbıhal
denemesi” diye geçmişsin...
Ve devamında; “Biliyorum, bir gerilim ve kutuplaşma
ortamında sesimi duyurmak pek de kolay değil”
demişsin…
Oysa çok kolay…
Çünkü hem “Evet” demeye niyetlenenlerin ve hem de
“Hayır” demeyi tercih edeceklerin mahallelerinde
“Makul” vatandaş sayısı milyonlarca…
Ne var ki medya ve siyaset bunun
farkında değil...
Tıpkı Nazım'ın "ceviz ağacı"
gibi...
Medya ve siyaset sadece fanatikleri için yapıyorlar işlerini...
Gurup toplantıları fanatikler için kavga meydanına dönüyor...
Gazete manşetleri fanatikler için hazırlanıyor...
Makul milyonlar ne medyanın umurunda ne siyasetin...
Kendi mahallesinde ve mevziinde sadece kendi sesini duyanlar;
öfkelerinin, takıntılarının adeta esiri olanlar, vicdanlarını
yüreklerinden söküp atanlar, önyargılarını çelikleştirenler;
“ötekileştirdikleri” ile aynı mahallede ve hatta
aynı ülkede yaşamak istemeyenler hep o
fanatikler…
"Siz" ve
"Biz" değil, "ONLAR"
Sevgili Gülerce; yazının bir yerinde şöyle diyorsun:
Hüseyin Gülerce'nin, başlığı altında ZAMAN'da yayımlanan yazısının tamamını okumak içib tıklayın |
“Adeta istim üzerindeyiz. Öfkelerimiz baldan tatlı. Bu, kaş altından bakmalar, bu yüzlere yansıyan nefretler, bu maraza çıkarmaya meyilli haletiruhiyemizle, daha ne kadar huzursuz olacağız, birbirimizi daha ne kadar huzursuz edeceğiz?”
(Bence) "Birinci çoğul şahıs” ekini kullanman
yanlış…
Aksine…
"Üçüncü çoğul şahıs" ekini kullanmalıydın…
Çünkü ben ve benim gibiler değil karşılıklı olarak birbirimizi
ötekileştiren…
Sen ve senin gibiler de değil…
Bütün bu sorumsuzlukların müsebbibi her iki taraftan da
“ONLAR”…
Ben meselâ…
Siyasi fikirlerim asla “Hayırcı”larla uyum içinde
değil ama oyum “Hayır” olacak…
Ve bunda sadece Başbakan’ın "kavgacı,
aşağılayıcı, kibirli, itici" üslûbunun değil, başta
ZAMAN olmak üzere “Evetçi” cephe
(ne yazık ki cepheleşiyorlar) medyasının da rolü var…
Farkında değil misin değerli kardeşim?..
Gazeteleriniz ve televizyonlarınız “Hayır”
demeyi tercih edecek bir tek kişiyi konuk etmiyor ekrana…
Bir tek ünlü “Hayırcı”nın fotoğrafı yayımlanmıyor
Zaman ve diğerlerinin manşetinde…
Dağ, taş, cadde, sokak “Evet” afişleriyle
dolu…
Sanıyorum ki; “hayır” çıkarsa dünyanın (Evetçiler
için) sonu olacak bu...
Oysa senin de dediğin gibi hiç de öyle değil…
Yine hayat devam edecek…
Hayır arkadaş hayır…
Diyorsun ki:
“… Kendimizi sorgulamadan, her birimiz aynaya, hem de boy aynasına bakmadan çözüm için adım atamayız. Birbirimizin yüzüne bakmaya devam edeceğimize göre kendi huzurumuz için, çocuklarımız, torunlarımız için şapkayı önümüze koymak zorundayız. Daha ne seçimler, referandumlar göreceğiz. Hapsolduğumuz cendereden kurtulmak zorundayız. Şüphesiz bu kolay değil, ama denemek, ilk adımı atmak mecburiyetindeyiz.”
Hayır arkadaş hayır…
Biz değil “onlar” atmalı ilk adımı
birbirlerine…
Ben “Hayır” diyeceğim sen ise
“evet”...
Ama benim seninle hiçbir sorunum
yok…
Aksine…
Senin "barışçı, sevgi dolu" üslûbunun
“Davet” üslûbu olduğunu yazdım defalarca…
Ama lütfen bir dönüp ZAMAN’a, SABAH’a, STAR’a, BUGÜN’e,
YENİŞAFAK’a ve VAKİT’e bakar mısın?..
Hükümet bülteni gibi…
Ve sevgili hemşerim;
Üç değere çok ihtiyacımız olduğunu söylüyorsun:
“Karşılıklı güven, hüsnü zan, karşılıklı
saygı”...
El hak doğru…
Hem de Tanrı buyruğu gibi doğru…
İyi ama kardeşim;
ZAMAN'ın bugün manşetten ve şehevi bir zevk
alırcasına, halkın TSK’ya güveninin azaldığını
ileri süren haber diline dikkat ettin mi?..
Ve manşetin başlığına...
Ki halkın TSK'ya güven duygularının azaldığı
doğrudur…
Ama…
Bunda ZAMAN’ın yayın politikalarının ve askere
karşı kullandığı haber dilinin hiç mi kusuru yoktur?..
Hele bazı yazarlarınızın kişisel kin ve nefretlerinin yazılarına
yansıyışının...
Ve...
TSK’ya güvenin azalması
“sevinilecek” bir şey midir?..
Yoksa üzülecek bir şey mi?..
Meselâ ben, "Zaman gazetesine güven azalıyor oh oh çok
iyi" dersem sen benim aklımdan şüphe etmez misin?..
Birbirimize güvenmiyoruz çünkü...
Sevgili hemşerim;
Kendin de “Birbirine güvenmeyen insanların yaşadığı ülkeler
sıralamasında, en başlardayız. (29 ülkede yapılan bir araştırmada
2. sıradayız.)" diyorsun ki bunu bir araştırmadan
almışsın…
Eeee…
Bu güvensizlikte sadece Aydın Doğan medyası suçlu
da ZAMAN ve diğerleri masum mu?..
“Sıradan insanlarımız arasında ortak değerler,
vicdan, güven daha fazla iken elitlerimizde, güçlülerimizde daha
bir bencillik, daha bir güvensizlik hâkim” diyorsun...
Sıradan insanlar neden sıradan?..
İşte bu yüzden…
Çünkü sıradan insan hiç kimseye katakulli yapmayı
akıl etmiyor…
İnandığı egemenler ne derse “doğru” biliyor…
Sıradan olmayanlar ise sorguluyor…
“Bir siyasetçi ya da gazeteci bu kadar büyük yalanları zevk
için atmaz… Demek ki işin sonunda bir bit yeniği var” diye
düşünüp önce “şüphe” duyuyor sonra güvenmek için
oluşacak şartları bekliyor…
İyi de değerli Gülerce;
Bu durumda oluşumuzun müsebbibi kim/ler?..
Yıllarca insanlarımızı eğitimsiz bırakan kim/ler?..
Yıllarca yurttaşlarımızı "işçisin sen işçi kal"
veya "fukarasın sen fukara kal" ya da "bir
lokman olsun bir de hırkan, yeter" ninnisi ile uyutan
kimler?...
Şimdi ben sana telefon etsem dönüp cevap bile vermezsin…
Ya da Ekrem’i arasam oralı bile olmaz…
Neden?..
Çünkü ne siz sıradan insanlarsınız, ne de ben (size göre)
sıradanım…
O halde haklı olarak bana güvenmeyecek; “kim bilir ne
isteyecek?” diye düşüneceksiniz…
Çünkü sana ve Ekrem’e göre ben kafayı
ZAMAN’a takmış bir nefretperestim…
Çünkü sana ve Ekrem’e göre ben “karşı
tarafın adamı”yım…
Oysa öyle olmadığını ikiniz de biliyorsunuz zira ben klâsik anlamda
hiçbir zaman “karşı taraf”ta olmadım…
Ama önyargılarınızı bana karşı öyle çelikleştirmişsiniz ki
aksini düşünmek bile istemiyorsunuz...
Aylardır bunu anlatıyorum
Ve sevgili Gülerce bak şurada ne güzel
söylüyorsun:
“Gazeteciler, yazarlar, akademisyenler, birinin ak dediğine diğeri
kara diyen insanlar. Hakikati bile balçıkla sıvayanlar, kendi
doğrularından başka doğru tanımayanlar... Sadece kendine demokrat
olanlar...”
Diline ve klavyene sağlık…
İşte aylardır bunu anlatıyorum ben de…
Onun için kimilerini Emin Çölaşan’la
özdeşleştiriyorum…
Onun için kimilerinin Ruhat Mengi’den hiç farkı
olmadığına dikkat çekmek istiyorum…
Sevgili hemşerim;
“Evvela birbirimize güven duymak zorundayız”
demekte ne kadar haklısın…
Ne kadar haklısın, herkesin kötü, herkes hain, satılık olmadığını
haykırmakta…
Ve…
Ne kadar haklısın; bu karşılıklı suçlamaların bütün diyalog ve
uzlaşma zeminlerini yok ettiğini yazarken…
Anlamsız, faydasız bir kavganın anaforunda iyiyi, güzeli arayan
seslerin duyulmadığına işaret ederken ne kadar haklısın…
Ne kadar haklısın birbirimizi dinlemediğimiz, anlamak istemediğimiz
ve haliyle çatıştığımız konusunda...
Değerli Gülerce kardeş;
Farklılıklarımız zenginliğimiz olacağına “çatışma
sebebi”miz oluyor ne yazık ki…
Neden?..
Birbirlerine güvenmedikleri için…
Birbirlerini sevmedikleri için…
Birbirlerinden “nefret” ettikleri (ettirildikleri)
için…
Herkes kendini haklı görüyor…
Hiç kimse “af edersiniz hata ettim” demiyor…
Hiçbiri, “eleştiri” fiilinin önüne
“öz” eklemeyi beceremiyor veya becermek
istemiyor…
“Gülen Cemaati içinde devleti; yargıyı, orduyu ele
geçirmek isteyenler” var denildi mi hep birlikte ayağa
kalkıp saldırıya geçiyorlar…
Oysa sen “olabilir de ama bunlar kaç kişidir ki. Yine de
iddiayı dışlmadan araştırmak lâzım” diyorsun…
Ve doğru diyorsun...
Böyle dediğin için senin demokrasinin erdemlerine yönelik yazıların
okuynları ikna ederken, "kesin taraf" olanların
yazdıkları ciddiye bile alınmıyor ya...
Aynı şey karşı taraf için de geçerli…
“Darbeci Ordu”
denildiğinde aynı anda ayağa fırlayıp başlıyorlar kavgaya;
“yok olamaz, hiçbir tek subay bile darbe yapmayı
düşünemez”miş...
Oysa bal gibi içlerinde darbe meraklıları
olabilir…
Vardır da…
Ama bu "darbe" yapabilecekleri anlamına gelmez
ki...
Ama dedim ya…
Toplu hücum, toplu müdafaa…
Sanırsın ki futbol oynuyorlar…
“Ne
bileyim kaynanam kız çıksın”…
Sevgili arkadaşım;
Başta Zaman ve Hürriyet olmak
üzere hükümete destek veren veya muhalefet eden bütün yazılı –
sözlü – görüntülü medyada “anlayış” senin bugün
yazdığın minvalde olsa yine çoookkk eskiden olduğu gibi kardeşçe
yaşarız…
Yine Cuma namazına gidenler, meyhanede kafayı çekenlere bile
(Trakya'mızda böyle değil miydi be Gülerce?) selâm sarkıtıp,
“afiyet olsun” derler…
Rahmetli Menderes DP’yi işte bu felsefe ile
kurmamış mıydı?..
Bir sabah İzmir Kordon'da namazı çıkışında camiden
gelenlerle, pavyondan fırlayanların aynı kahvede oturup karşılıklı
çay içip sohbet ettiklerini görünce oluşmamış mıydı kafasındaki
parti modeli?..
Sevgili kardeşim;
“Bu ülkede merhameti, şefkati, ileri demokrasiyi, insanî değerleri benimseyen, bayraklaştıran bir geliş var. Evrensel insanî değerleri ölçü alan, herkesin konumuna saygılı olmayı esas kabul eden, ‘insan çok değerli, biz önce insanız’ diyen, iç barışın teminatı, gönülden konuşan, gönüllere giren milyonların, ruhları dirilten bir gelişi var. Bu insanların samimiyeti, üslubu, duruşu, kimsenin ‘padişah’lığına, kimsenin diktatörlüğüne geçit vermeyecektir” diyorsun...
Ama sen de “ ‘Acaba’ diyebilirsiniz” demek
ihtiyacını hissediyorsun…
Sonra da birkaç seneye ihtiyacımız olduğunu, yaşayan herkesin bunu
göreceğini savunuyorsun…
Haklı çıkman için ömrümün kalanını vermeye razıyım…
“Ama”…
Hacı anneciğimin bir sözü ile bitiriyorum:
“Ne bileyim kaynanam kız (bakire)
çıksın”…
Nezrinde bütün çalışma arkadaşlarının bayramını kutlar, ümit ettiğin gibi bir ülke dilerim; hepimize…
Adnan Berk Okan
adnanberkokan@gmail.com