Keşke dönmeseydin be Şamil!..

İşte bu adamlar için, köşende mertçe ve cesaretle haykırmak yerine, “YALAN” haberle dönmeyi kabul ettin o gazeteye…

Sevgili Şamil;
İçinde bulunduğun camianın en iyi bildiği iş “Adam Satmaktır”…
İnanmazsan git Erbakan Hoca ile bir görüş…
Görüş ki nasıl satışa getirildiğini sana bir güzel anlatsın…
Ya da aynı gazetede (STAR) uzun yıllar birlikte yazdığınız Prof. Sami Selçuk’la bir konuş…
Bir sor bakalım STAR’dan ayrılışı nasıl olmuş?..
Meselâ şöyle bir sual:

“Hocam, bizimkiler seni neredeyse hukuk peygamberi ilân etmişken birden ne oldu da Timur Selçuk gibi ‘Yollarımız burada ayrılıyor’ dediler size?”..

Allah aşkına bugün bir sor be Şamil

 Sen şimdi sanıyorsun ki iktidar partisi ve gazetenin yönetimi bundan sonra sana sahip çıkacaklar…
Aha şuraya yazıyorum: “Çık-ma-ya-cak-lar!”…
Bunların hepsinin soyu aynıdır Şamil
Bunlar işlerine geldi mi “göt göte” olurlar…
İşleri bitti mi, “git lan öte!” diye korlar…

Kendini yine kullandırdın

Amman ha Şamil!..
Sakın ola kalkıp da “ama Bana ‘dön köşene’ diyen de sendin… Şimdi niye oyunbozanlık ediyorsun?” deme…
Deme zira…
Senin dönüşünü köşe yazınla değil, imzan altında manşetten yayımladıkları “YALAN” bir haberle kabul ettiler…
Neydi o haber?..
Sözde...
Org. Atilla Işık, İlker Başbuğ ve Hasan Iğsız’la görüştükten sonra emekliliğini istemişti…
Yani “onur” veya senin tarafın unuttuğu “Vefa” duygusu yoktu…
Oysa sevgili Şamil
Atilla Işık
ve Iğsız ve elbette Başbuğ, şura süresince bir kez bile baş başa kalmadılar…
Dikkat!..
“Baş başa kalmadılar”
diyorum…
Nitekim Atilla Işık, senin haberini son derecede “nazik” bir dille yalanladı…
Peki neden senin kaleminden ve neden senin imzanla, hiç düşünmedin mi?..
Söyleyeyim:

Gazetene dönüyordun...
Seni satan Hükümete de gazetene de "kırgın" değildin...
Ve madem senin imzanı taşıyordu: "Haber doğruydu"...
O halde askerler Hükümete tuzak kuruyorlardı ve hükümet yasadışı bile davransa haklıydı...
İşte bunu yedin ve kendini kullandırdın be Şamil...

“Evet efendim” sepetçileri

Ama suç sende değil be Şamil
Asıl suçlular, şişkin birer cüzdan için vicdanlarındaki havayı boşaltanlar…
Asıl suçlular, günlerdir “neden” yazmadığını bildikleri halde senin durumunun dünya kamuoyuna duyurulması için parmaklarını bile oynatmayan seninkiler…
Asıl suçlular, yönettikleri gazetenin manşetinden ve Başbakan’a hitaben:
“O senin yolundaki mayınları temizledi sen ise onun geleceğini çaldın!”
diyerek eleştiremediler…
İşte buyur…
Kendin de itiraf ediyorsun…
Ve diyorsun ki:
“Basın müşaviri dâhil başbakanın yakın çalışma kadrosu, bir o kadar uzaktı meseleye”…

Yahu Şamil…
O dediğin adamcıklar kim ki?..
Hepsi birer “evet efendim” sepetçisi…
Patronlarının haberi olmadan nasıl olur da sana telefon açıp, “merak etme Başbakan başına gelenlere çok üzülüyor” diyebilirler…
Sen şimdi de bana şu masalı anlatabilirsin:
“AK Parti sözcüsü Hüseyin Çelik ve AK Parti Grup Başkanvekili Suat Kılıç arayıp üzüntülerini bildirdi...”

İyi o zaman dinle de o iki zat-ı herifin nasıl üzüldüklerini anlatayım sana…

“Cenk Koray’ın Fenerbahçe dokulu gözyaşları

Cenk Koray merhumu tanırdın mutlaka ama dostluğun var mıydı bilmem…
Benim ise adeta kankamdı
Geçtiğimiz 24 Mart’ta düzenlenen anma gecesine katılabilmek için karımla 1000 kilometre gelip ertesi gün de evimize döndük…
10.000 km
de olsa gelirdik çünkü Allah’ın özene bezene yarattığı çok  az sayıda “mükemmel insan”dan biriydi Cenk merhum…
Tek kusuru vardı: Fenerbahçe sevgisizliği
Hatta annesi öldüğü gün, “rahmetliyi son nefesinde Fenerbahçeli yaptım ki yeryüzünden bir Fenerbahçeli eksilsin” diyecek kadar hem de…
Ve işte o sevgili Cenk, Fenerbahçe yenildiğinde iki kolunu havaya kaldırıp oynarken bir yandan da “Çok üzüldüm, çok üzüldüm” diye ağlardı…
Ben o gözyaşlarına, “Cenk Koray’ın Fenerbahçe dokulu gözyaşları” derdim…

 Ne demek mi istiyorum?..
Söyleyeyim:
Sana üzüntülerini bildiren siyasetçiler telefonun öbür ucunda mutlaka Cenk’in o gözyaşlarından dökmüşlerdir…


Yalanım varsa iki gözüm çıksın!. 

Sevgili Şamil;
Hatırlar mısın bir zamanlar bu memlekette, Tansu Çiller adında bir başbakan ve Özer Uçuran Çiller adında da bir başbakan kocası vardı…
Onlar da kendileri için canını, ailesinin geleceğini tehlikeye atan bir yazara Başbakan ve yakın çevresinin bugün sana yaptıkları “ihanet”in aynısını yapmışlardı…
Ve biliyor musun ki en çok yüzüne güldükleri günlerde çalıştığı gazetenin ana kraliçesine “artık bana zarar veriyor çünkü ben Amerika’nın Irak’a müdahalesinden yanayım. Daha dün Başkan Bush’la (Baba Bush) telefon görüşmesi yaptım ve askeri operasyonun gerekliliğini anlattım. Ama o öyle şeyler yazıyor ki benim de onun gibi düşündüğümü zannedecekler” diyebiliyordu…

Yani…
Bir zamanlar kanlı bıçaklı oldukları ama artık çıkarları kesiştiği için içtikleri su ayrı gitmeyen ana kraliçeye, “kovun şunu” diyordu…
Ve o yazar gazetesinden kovulduğunda telefonda ağlamaklı bir sesle çok üzüldüğünü söylüyor ve şöyle devam ediyordu:
“Bunların hepsi böyledir. Beni de kendilerine benzetemedikleri için harcadılar”…

Vay anasını be Şamil…
Doğru söz yemin gerektirmez ama hadi ben yine de küçük bir yemin edeyim ve şöyle diyeyim: “Yalanım varsa iki gözüm çıksın!”..

 Ve biliyor musun ki sevgili Şamil;
o yazar ağabeyin, ömrü hayatında ve yazar olmazdan önce edindiği bütün servetini işte o karı – koca ya da koca – karı yüzünden kaybetti ve şimdi emekli maaşına talim ediyor…

Neden mi yazdım?…

Senden etkilendim çünkü şöyle diyorsun:
“3 ayrı davada 4 yıl 2 ay hapis cezasına çarptırılmış, diğer davalarda 100 yıla kadar hakkında hapis cezası istenen, tazminat tutarı 1 trilyon lirayı bulan bir gazeteci olarak niyetim, hem geçici süre dinlenip kafayı toparlamak hem çözüm amacıyla sorunu tartışmaya açmaktı.”

Şamil;
Lütfen Çiller ailesinin eski dostlar mezarlığındaki yaşayan ölülerle bir konuş…
Konuş da sana neleri niçin yaşadıklarını anlatsınlar…
Konuş da onları savundukları için evlerinden eksik olmayan icra ve polis memurları konusunda brifing versinler…
Konuş da bütün bunlara rağmen telefonda “keşke para durumumuz iyi olsa da size yardımcı olabilsek”  derken döktükleri timsah gözyaşlarından örnekler gösterebilseler…

 Ve sen Şamil;
İşte bu adamlar için, köşende mertçe ve cesaretle haykırmak yerine, “YALAN” haberle dönmeyi kabul ettin o gazeteye…
Zannediyorsun ki, (kaybedersen) tazminatları ödeyecekler…
“Tek kuruş”
öderlerse ben bir daha yazı yazmam…
Çünkü “Para” bunların gerçek Tanrı’sıdır…