Kemal Öztürk'ten Serdar Tuncer'e 'sol elle yemek' yanıtı
Yeni Şafak yazarı Kemal Öztürk, köşe komşusu Serdar Tuncer'in kendisine yönelik eleştirilerine köşesinden çok nazik bir üslupla yanıt verdi.
Yeni Şafak yazarı Kemal Öztürk, aynı gazetede yazan Serdar
Tuncer'in kendisine yönelik yazısı ve sosyal medyadan yaptığı
eleştirilere yanıt verdi.
Kemal Öztürk, tartışmaların normal olduğunu ancak üslup ve nezaket
kurallarına uyulması gerektiğini belirterek "Serdar kardeşimle bu
konuyu yüz yüze konuşuruz, ama ben tartışmayı buradan bitiriyorum"
ifadelerini kullandı.
İşte Kemal Öztürk'ün bugünkü yazısından bir bölüm:
Özgür tartışma, üslup, nezaket
Rutubetli öğrenci evlerinde sabahlara kadar süren tartışmalarımız
vardı. Tartışmadığımız konu da yoktu neredeyse. Tasavvuftan
mezhebe, komünizmden liberalizme kadar, İslami ve beşeri ilimlere
ait her konu, o sigara ve nem kokulu odalarda, simit çay eşliğinde,
cesurca ve özgürce yapıldı.
O tartışmalardan dergiler doğdu. O dergilerden yayınevleri. Tartışmalar buralarda devem etti. Hem okuduk hem tartıştık. Hiçbir zaman yasaklı kitap, yazar listemiz olmadı. Sahip olduğumuz ana fikre güveniyorduk, o yüzden her şeyi, herkesle tartışma cesaretimiz vardı.
En önemli kuralımız hakaret etmeden, nezaketi bozmadan saygılı
olmaktır karşıdaki insanlara.
ÖZGÜRCE TARTIŞMAKTAN KIYMETLİ FİKİRLER DOĞAR
Sonra o ortamlardan bugünün saygı duyulacak akademisyenleri, bilim
adamları, siyasetçileri, belediye başkanları, aydınları,
gazetecileri, iş adamları çıktı.
Demem o ki, özgürce, korkmadan, cesurca tartışılan ortamlardan yeni fikirler, akımlar, buluşlar, değerler çıkar. İnsan beyni böyle gelişir, böyle üretir. Tek düze, dar alanlarda, konuşulması yasaklı, sınırlı alanlarda yapılan tartışmalardan bir şey asla çıkmaz.
Bir yerde kitaplar, fikirler, düşünceler, yazarlar
yasaklanıyorsa, orada dogmatik kısır beyinler yetiştiriliyor
demektir. Orası bağnaz, saplantılı ve tek düze insan tipinin yuvası
olur aynı zamanda.
GEREKİRSE DÖVECEKSİN DİYEN İZLEYİCİ
Geçtiğimiz hafta Habertürk televizyonuna gitmek üzere Üsküdar meydanında giderken, bir vatandaş durdurdu beni.
“Çok yumuşak konuşuyorsun çoook. Öyle olmaz” dedi.
“Ne yapayım ekranda adamı döveyim mi?” diye şakayla karışık sordum.
“Gerekirse evet” diye hiç de şaka olmayan tarzda cevap verdi.
Katıldığım her tartışma programından sonra gerek sokakta, gerek sosyal medyada insanlarda üslubumla ilgili mesaj alıyorum. Bir kısmı nezaketimi ve sakinliğimi, “ezik, kompleksli, öteki mahalleye özenen biri” olmama yoruyor.
Diğer kesim ise, herkesin bağırdığı bir ortamda sakin ve saygılı davranmamın insanları daha çok etkilediğini söylüyor ve takdir ediyor.
İNSANLAR NEDEN BAĞIRIR VE HAKARET EDER?
İnsanlar bir fikir tartışmasında neden bağırır, hakaret eder, kaba davranır? Sanırım böyle haklılıklarını daha iyi anlattığını düşünüyorlar. Belki de yetersiz kaldıklarını düşündüğünden açığı böyle kapatıyorlardır? Sebebini bilmiyorum.
Benim kişisel tercihim şöyle. Ben dindar bir Müslümanım. Bana nezaket, edep ve ahlak yakışır. Ekrana çıktığımda herkese örnek olacak üslupta ve davranışta olmalıyım. Ayrıca sahip olduğum fikirlerime o kadar güveniyorum ki, bağırmama hiç gerek yok.
Bugüne kadar bu üslubumun hem bana hem de savunduğum davama çok faydalı olduğunu gördüm.
Meşhur sol elle yemek konusunda bu konular bir kez daha önüme
çıktı. Ama bu sefer beni hem hayrete düşürecek, hem de üzecek
şekilde.
SOL ELLE YEMEK KONUSUNDA ŞAŞIRTAN MESAJLAR
Sol elle yemek tartışmalarında temennimi dile getiren şu tiviti attım:
“Müslümanlar sol elle yemeğe gösterdikleri hassasiyeti bilim, fikir, matematik, teknoloji, adalet ve ahlak konularına da gösterseler, sırtımız yere gelmez.”
Böyle bir temenni mesajına karşı edilen küfürleri, ithamları, kabalıkları, hakaretleri, akıl dışı iddiaları okudukça hayrete düştüm, üzüldüm.
Zira bu gayri ahlaki, öfkeli, hakaret dolu mesajların tümü güya sağ elle yemeği savunan “dindar” insanlar tarafından yazılıyordu.
Sözüm ona bu insanlar tarikat ehli müridan, tasavvuf ehli sufiler, Yunus misali dervişler yolundan gidenlermiş! Buyurun bir kez daha okuyun yazılanları.
Sonunda beni ‘batı uşağı, kompleksli, kaypak, ahmak’ ve daha buraya yazamayacağım hakaretlerle dinden çıkarttılar.
Bu mesajların yarısı kötü niyetli insanlar tarafından kasıtlı yazılıyor biliyorum. Ancak tanıdığım kelli felli üniversite hocaları, dernek yöneticileri, cami imamları ve meslektaşlarımın üslubunu doğrusu çok yadırgadım.
ÜSLUBUMUZ KİMLİĞİMİZİ YANSITIR
Değer verdiğim insanlardan olan Serdar Tuncer, dün düşünce sayfamızda uzun bir yazı yazdı. Yazıda benim tivitime ve bu minvalde olan köşe yazıma karşı cevaplar vardı. Serdar kardeşimle bu konuyu ve ithamlarını yüz yüze konuşmayı tercih ediyorum. Kendisini arayacağım.
Ancak iki şey yazacağım.
Birincisi, ‘sol elle yemek meselesini tartışırsak, sonra Kur'an’dan ayet çıkarmayı tartışmaya başlarız’ fikrinin zihni gelişmemizi engelleyen en önemli sorun olduğunu belirtmeliyim.
İkincisi:
Benim yukarıda alıntıladığım tivitimi o kadar kötü bulmuş ki, silmemi beklemiş.
Kendisinin (sanırım bana cevaben) yazdığı tivit de şudur:
“Yemeğin hangi elle yenileceği herkes için bir turnusol kağıdı oldu. Kompleksliler, cahiller, irfansızlar, başkası üzerinden duruş belirleyenler, kaypaklar... Bir tek sol elle yeseydik süper güç olacaktık demedikleri kaldı, ahmaklar sürüsü! O öyle emretti biz sağ elle yeriz!”
Dünkü yazısındaki üslup da aşağı yukarı aynıydı.
Serdar kardeşim tarikat ehlidir, ben değilim. Edep, adap, hürmet ve hikmet yuvası olan tasavvufun, tarikatların ekranlardaki, sahadaki yüzüdür. Bu üslup ona yakıştı mı? Takdirlerine bırakıyorum.
Bu tartışmayı kendi adıma bitiriyorum.
Kemal Öztürk'ün yazısının tamamı için tıklayın