Kayınço'dan enişteye 'Yiğit' salvolar...

"Mahallenin muhtarı" demiş Aydın Doğan için... Özkök’ü ise "Sanço Panço" olarak tanımlamış

GAZETECİLER.COM
Yiğit Bulut, eniştesi Aydın Doğan ve Hürriyet’in “sakıt” genel yayın yönetmeni Ertuğrul Özkök için, Fatih Altaylı’nın yazdıklarından çok daha ağırını yazmış…
Adeta, “Yasal Hakaret” etmiş…
“Mahallenin muhtarı” demiş Aydın Doğan için…
Özkök’ü ise “Sanço Panço” olarak tanımlamış ve ikisinin de “tarih” olduklarını savunmuş…
Bakın nasıl…
 
BAZI arkadaşlar şu tip inanılmaz çıkarımlarda bulunuyorlar: "Ertuğrul da mağdur oldu!" Klasik "balık hafızalı yurdum insanı". Mağdur psikolojisine kendini kaptıran ve "seçmişi unutan" toplumsal yapı. Hatta Hitler de masum ve mağdurdu! Öyle değil mi? Buna bile inanacak insanımız maalesef var.
Sevgili dostlar, benim şahıslarla bir derdim yok! Doğan Grubu'ndan ayrıldığım gün de bunu net olarak açıkladım ve şunları söyledim: "Kavgam Türkiye'deki medya düzeniyle, bu ayrılık, 'Türk medyasının 11 Eylül tarihidir! Medyamızı 'kendini Tanrı katında gören zihniyetten' temizlemeliyiz..." Bu noktada Başbakan Erdoğan'a da bir not düşmüştüm: Sezar, "yerleşik güçler ile savaş kararı" alıp da "Rubicon'u geçebildiği" için "SEZAR" oldu. Lütfen kararlılığınızdan dönmeyin! Sevgili dostlar, bugün yani tam olarak "mağdur psikolojisinin" pompalandığı bir ortamda, "Başbakan tarafından mahalleden kovulduğunu iddia eden, mağdur rolündeki zihniyetin bir yazısını" hatırlayalım...
Bakın neler demiş "mahallemizin mağduru"! İlk etapta olayın hikâyesini anlatayım... Ertuğrul'um, "yalvar yakar" Başbakan Erdoğan'dan bir randevu alıyor ve kendi patronlarına "Ben hallederim" havasını verdiği, Başbakan'a da "Ne isterseniz!" vurgusunu pazarlamaya niyetli olduğu bir ortamda, tutuyor Başbakan'ın Dolmabahçe'deki ofisinin yolunu... Ve o dakikalardan bu "yazı" çıkıyor.
Özkök'ün gazetede çıkan satırlarını aynen aktarıyorum: "...Ben daha içerideyken, bazı internet siteleri Başbakan'la Dolmabahçe'de görüştüğümü yazmaya başlamış. Buraya kadar normal. Türkiye'nin en büyük ve en etkili gazetesinin genel yayın yönetmeni, Başbakan'la görüşmeye gelmiş. Haber olabilir. Başbakan'ın yanından çıktıktan yarım saat sonra Anadolu Ajansı şöyle bir haber geçmişti: 'Hürriyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Eruğrul Özkök, Başbakan Tayyip Erdoğan tarafından kabul edildi. Görüşme, Ertuğrul Özkök'ün talebi üzerine gerçekleşti.' İçgüdüsel bir refleksle 'Vay bee' dedim... Sanki Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı, Hürriyet Cumhuriyeti'nin üst düzey bir temsilcisini kabul ediyor. Hadi, Hürriyet'in Cumhurbaşkanı Aydın Doğan, Başbakanı da Vuslat Doğan Sabancı. Bu durumda ben ne oluyorum? Yayından sorumlu Başbakan Yardımcısı. Devletten devlete ilişkiler.
Çekinmeseler 'İkinci Dolmabahçe kriterleri' bile yazabilirler... Türkiye'yi yönetmek çok zordur... Ama inanın Hürriyet'i yönetmek de çok kolay bir şey değil..." Sevgili dostlar, l»u yazı "şaka" değil. Görüşme sonrası kaleme alınmış ve Hürriyet'te ver almış, ben de arşivde buldum. İşte bugün "mağdurum" diyenlerin yazısı. İşte "bugünün mağduru" arkadaşların gerçek yüzü. Dikkatli okuyun lütfen! Sonuç: Bir gazeteci, bu kim olursa olsun, "devleti ve halkın oylarıyla devleti yöneten hükümeti", kendine-kurumun.ı "alternatif" bir karşı güç sanmaya başlarsa, orada çok ama çok "ağır bir hastalık" düşünceye ve davranışa yayılmış demektir. Eleştirmek, Türk halkı adına eleştirerek "gerçeğin aynasını" parlatmak, gazetecinin görevidir ama bu sadece "gazetecilik" sınırları içinde kalmalı ve "Ben sana gösteririm" mantığı "meslek dinamiklerinden" uzak tutulmalıdır. Sen "ona gösterirsen", onlar da bir gün gelir sana gösterir!
Son söz; “Başka bircumhuriyet adına" Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı ile görüşen Özkök, aslında bütün gazetecilere ve basın-medya ilişkisini sorgulayan herkese, hastalığın ne kadar ilerleyebileceğini gösteren "en" noktasında bir yazı bırakmış. Mahalleden "gitti" ama en azından bu yazısıyla çok önemli bir "ders" bıraktı! Doğan'a not: Ertuğrul'umu oradan alma "kabiliyetini" zamanında gösterebilseydiniz, kurumlarınıza bulaşan "hastalığı" durdurma ve "sınır dışı" olmama şansınız olabilirdi. Maalesef geç kaldınız. Basın ilkelerini unutup kendini ve çalıştığı kurumu, sınırları içinde yaşadığı "devlete" ve onu yöneten "hükümete" alternatif-karşıt güç görecek kadar "algılaması" bozulan insanlara, kurumlarınızı özellikle çok sıkı denetlemeniz gereken "halka açık" kurumlarınızı emanet ederseniz ve imkânlarınızı bu yolda kullanmalarına izin verirseniz, "karşıt güç" olarak gördüğünüz yapı "var olma refleksini" hayata geçirdiğinde inanılmaz zarar görürsünüz. Hiçbirimiz "hükümetlere" destek olmak zorunda değiliz. Hatta "açıkları" açık etmek, eleştirmek, doğrudan şaşmamak "bizim görevimiz" ama bunu yaparken şunu asla unutmadan yapmalıyız: Burası Türkiye Cumhuriyeti Devleti, onu halkın seçtiği hükümetler yönetir ve bizler de bu devletin kuralları-sınırları içinde "görevlerimizi" yaparız.