Kavuklu ve Pişekâr, İskender Pala'yı kızdırdılar
Bir de Fatih ve ille de Murat; İskender Pala’nın da dediği gibi işi sulandırmasaydılar çok daha güzel olacaktı ama inanın
ADNAN BERK OKAN - HABER
ANALİZ
Dramalı Hasan, sözleri kendisine ait
Rast eserinde, “Açılan bir gül gibi, gir kalbe gönül
gibi; coşarım sen gülersen, ağlarım ben küsersen; kalbime gir bahar
ol, yüreğim tazelensin” diyor…
Mehmet Erbulan’ın “Rüya gibi bir
hatıra, her yaşantı bana; ne bulduysa kaybetti gönül aşktan yana.
Ömür çiçek kadar narin, bir gün kadar kısa ağlama değmez hayat bu
gözyaşlarına” dediği, dünya nimetlerini hiçbir
sevgiliye değişmeyeceğini anlatan şiiriniyse Mehmet Ilgın,
Hüzzam makamında besteledi…
İşte hayat bu…
Bir yanda sevgilisinin aşkı ile coşan, küstüğündeyse ağlayan bir
âşık; diğer yanda ise hayatın, sevgiliye dökülecek gözyaşlarına
değmeyecek kadar değerli olduğunu anlatan bir
“hayat” düşkünü…
Belki de aşk ihanetine uğradığı için gözünü dünya nimetlerine
çevirmiş bir hercai…
Aleattin Yavaşça, güftecisi bilinmeyen şiiri
Hicaz makamında notalara dökerken şöyle diyordu:
"Ağlar gezerim sahili
sanki benimlesin, ayda yüzün geceyi öpen sularda sesin. Bilmek
istemem şimdi nerede nasıl kiminlesin, dünya gözümde değil çünkü
sen gönlümdesin”…
Peki ya bir başka şiirinde sevgili için gözyaşı dökmeye
değmeyeceğini söyleyen yüreği yanık Mehmet
Erbulan’a ne diyeceğiz?..
İsmet Nedim’in Muhayyer makamda
bestelediği güftesinde bakın ne diyor: “Aşkınla yana
yana kül olsa da ocağım, bu gönül sayfasını artık kapatacağım.
Geçse de gençlik çağım boş kalsa da kucağım, sözümü tutacağım,
adını anmayacağım…”
Aleattin Yavaşça, “dünya gözümde değil çünkü sen gönlümdesin” derken, İsmet Nedim, Mehmet Erbulan’ın şiirinde “Adını anmayacağım” diye haykırıyor…
Sadullah Ağa, güftekârı bilinmeyen
Hicaz eserinde; “Ah nideyim sahn-ı çemen seyrini cânânım
yok, Ah bir yanımca salınır servi hırâmanım
yok” diyor…
Peki ya “Acıların Şairi” Mehmet Erbulan ne diyor;
yine İsmet Nedim tarafından,
Nihavend makamında bestelenen güftesinde?..
Söyleyeyim: “Artık senin adını, zehir saçan aşkını
unutmak istiyorum; unutmak istiyorum artık ben o kadını, zehirli
bakışını, unutmak istiyorum…”
Şimdi düşünün lütfen…
Şairlerin aşk konusundaki görüş ayrılıklarını tartışmak mı daha
keyifli olur?..
Yoksa referandumda niçin "evet" ya da
“hayır” denmesi gerektiğine dair tartışmaları
mı?..
Ya da Başbakan'ın "muhteşem bir
aktör" olduğunu iddia edenlerle, "Başbakan
ağlarken samimiydi" diyerek Başbakan'ın
gönlünü okuyanların tartışmalarını dinlemek mi size daha büyük haz
verir?..
Kim bilir?.
Belki de "siyaset" yerine; Recep
İvedik ile Berrak Tüzünataç'ın balkon
öpüşmelerinin temelinde yatan sebebi tartışmaktan hoşlananlar
vardır aranızda...
Kiminiz, o öpüşmelerin "reklâm" olduğunu
düşünüyorsunuzdur; kimileriniz ise "eski sevgililere nispet
yapıldığını"...
Ben ise o konunun tartışıldığını duymak bile istemem...
Bilirim ki ünlü iki kedi de öpüşseydi o balkonda yine haber
olacaktı...
Tek farkla...
İki kedi arasında "Aşk" olma ihtimali diğer
ikisinin arasında "aşk" olma olasılığından her
zaman çok daha fazladır...
Hâsılı değerli, dostlar;
Benim işim olmasa o tür tartışmalara yan gözle bile bakmam...
Dinlemek zorunda kalsam kulaklarıma pamuk tıkarım...
Peki, ben neyi mi yeğlerim?..
Söyleyeyim...
Aşkın, âşıkların, şiirlerin tartışılmasını...
Bugüne kadar, Fatih Altaylı - Murat Bardakçı
ikilisinin sunduğu hiçbir programı (işim gerektirdiği halde) baştan
sona kadar dinlemeye dayanamadım ama İskender
Pala’yı konuk ettikleri programın tekrarını da büyük bir
keyifle ve son kelimesine kadar dinledim…
Bir de Fatih ve ille de Murat; İskender
Pala’nın da dediği gibi işi sulandırmasaydılar çok daha
güzel olacaktı ama inanın Kavuklu ve
Pişekâr’a rağmen İskender Pala
harikaydı…
Sizi seviyorum İskender Hocam…
İyi ki, varsınız…
Sizlere de her şeye (bütün sululuklarınıza) rağmen teşekkür
ediyorum Fatih ve Murat…
İyi ki hocamı konuk ettiniz…
Ve siz Habertürk TV program akışı yetkilileri…
İyi ki o söyleşiyi tekrar yayınladınız da gönlümüz bayram
etti…