Karayılan o lâfı neden söyledi?

Hitler o paktı imzalayanlara “Diplomaside dolu bir tabanca hukuktan daha güçlüdür” diyerek meydan okudu ve savaş;

ADNAN BERK OKAN 


PKK bitti mi?..

Orhan Veli’
nin ünlü dizelerini lütfen unutmayınız: “Gemliğe doğru denizi göreceksin sakın şaşırma”.

Medyada bazı arkadaşlar öyle bir tablo çiziyorlar ki sanırsınız dün her şey bitti; barış geldi, PKK kendi kendini lağvetti…

Oysa yok böyle bir şey…

Henüz silahlar bile bırakılmış değil…

Allah aşkınıza çıtayı bu kadar aşağı çekmeyin…

Yarın bir gün tökezler de atlayamazsak çok büyük felâketlerle karşılaşabiliriz…

Amacım “tökezleyeceğiz” demek değil…

Dayaktan da hazzetmem ama Hoca Nasrettin gibi kızımı testiyi kırmadan önce bir döveyim dedim…
 

Son otuz yılın en önemli günüydü…

Terör örgütü silah bırakmıyordu ama sınırlarımızın dışına çekilme kararı almıştı…

Aslında bu bile çok önemli bir başarıydı…

Hatta silahlarıyla birlikte çekileceklerini açıklamalarına rağmen başarıydı, umut vericiydi…

Hatta Karayılan’ın yaptığı açıklamanın bir bölümünde; “…. Öcalan dâhil herkesin özgürleşeceği bu sürecin pratikleşmesi paralelinde silahın tümden devre dışı kılınması ve PKK'nın silahsızlanması gündeme girecektir” deyişine rağmen her şey yolunda gidiyor…

Ama…


İçime sinmiyor...

Buna rağmen benim içime sinmeyen bir şey var:

Bütün bunlar hukuk tepelenerek, dolu silaha karşı ezdirilerek gerçekleşiyor…

Hayır efendim; Öcalan’ın bugün değil de iki buçuk yıl sonra tahliye edilecek olması değil benim derdim…

Ana dilde eğitim hakkı ise hiç değil…

Aksine yirmi yıldır özerklik (hatta federasyon) ve anadilde eğitim hakkını savunuyorum…

Çünkü bir ülkede kalıcı barış ancak en geniş haklar ve özgürlükler tanınmasıyla gelir…

Ama…

Bütün bunların yapılacağı, kabul edileceği yer Hükümetler değil, parlamentolardır…

Çünkü bir ülke içinde bozulmuş, çivisi çıkmış kalıcı barışlar ancak parlamentolarda mutabakatla sağlanır…

Deyin ki bütünüyle olmadı; en azından nitelikli çoğunlukla sağlanmalı…

Kaldı ki; Karayılan'ın “Öcalan dâhil herkesin özgürleşeceği”  lâfını Öcalan’ın etkinliğini arttırmak; yapacağı yeni bir açıklamayla “ben tahliye olmak istemiyorum asıl olan ülkenin demokratikleşmesidir” demesine pas vermek amacıyla söylediğini düşünüyorum…

Ki böylece kamuoyunun “Öcal tahliye olacak” gazı alınsın…


Ey güzel insanlar!..

Her şey güzel ancak çok önemli bir şeyi atlıyoruz gibi geliyor bana:  


Not ediniz...

Dediğim gibi; Kandil’den yapılan açıklamada Öcalan’ın yıldızını parlatma amacı var.

Şirketler arası pazarlık yönetimlerinde vardır bu yöntem.

Son sözü patronun söylemesi için iki tarafın da aradaki sözcüleri çıtayı yüksek tutarlar...

Çıtanın aşağı düşürülmesi hakkını, daha doğrusu karşılıklı taviz verip iyi polis oynama, “işi bitiren kahraman” rolünü patrona bırakırlar.

İşte o nedenle Karayılan açıklamasının bir yerinde:

“Öcalan dahil herkesin özgürleşeceği bu sürecin pratikleşmesi paralelinde silahın tümden devre dışı kılınması ve PKK'nın silahsızlanması gündeme girecektir” dedi…

Böylece çıta yükseğe konacak; sürece muhalif olanlar gözü dönmüş deli danalar gibi:

“Gördünüz işte bebek katilini serbest bırakacaklar” diye çırpınacaklar; bu arada Öcalan bir açıklama yapıp:

 “Ben tahliye olmak istemiyorum… Asıl olan benim özgür olmam değil, ülkenin demokratikleşmesi, kadınların ve ezilen bütün halkların özgürleşmesidir” deyip barış güvercinliği rolünü oynayacaktır…

Lütfen not ediniz…

Diplomaside dolu tabancanın gerçekten de hukuktan üstün olduğunun bir kere daha kanıtlandığını…

Neden mi?..

O halde açayım: 

Sadece Türkiye’de değil, demokrasi ve hukukun üstünlüğü ilkesini benimsemiş bütün ülkelerin anayasal kurumlarına göre PKK bir terör örgütüdür...

Yani, suçlu insanlardan oluşmaktadır…

Yani, üyelerinin hepsi dünyanın her yerinde görüldükleri yerde tutuklanmaları gereken insanlardır...

Ve bu durum uluslar arası hukukun gereğidir…

Ama dün gördük ki eğer bir suç örgütü diplomasi yaparken elinde halen dolu bir tabanca tutuyorsa hukukun hiçbir etkinliği ya da üstünlüğü yoktur…

Olsaydı; elinden ve belinden tabancaları alınmış yüzlerce Paşa ve Subay Silivri Cezaevi’nde (yapamadıkları) darbeye teşebbüs ettikleri gerekçesiyle hapis yatarken; kırk bin insanın ölümüne 300 milyar Dolarlık bir milli servetin de havaya savrulmasına sebep olan terör örgütü lider kadrosu Devletin resmi haber ajansı tarafından bile izlenip, haberleştirilebilir miydi?..

İşte bu nedenle diyorum ki “dün, diplomaside dolu tabancanın hukuku bir kere daha alt ettiği gündür”…

Keşke bütün bunlar dolu tabanca korkusu yüzünden olmasaydı...
 

Keşke hukuk tepelenmeseydi...

“Doksan gündür tek bir kişinin burnunun bile kanamaması” elbette çok güzel bir şey…

İnşallah bu kan dökülmeden geçirilen doksan günler; dokuz yüz, dokuz bin hatta doksan bin günlere çıkar...
İnşallah siyaset aracılığıyla elde edilmesi daha anlamlı olan hak ve özgürlükler insanlar öldürerek aranmaz…

Günlerdir anlatmak istediğim şu:


Keşke iki buçuk yıl sonra çıkarılacak “genel af” ya da yapılacak yasal düzenlemeler, özerklik ya da federasyon, valilerin seçimle gelmesi, belediyelerin yetkilerinin bölgeselleştirilmesi daha bugünden parlamentoda kabul edilecek yasal düzenlemelerle yapılsaydı…

Bütün samimiyetimle söylüyorum ki dün o toplantıyı Parlamento kararıyla affedilmiş Öcalan bizzat yapsaydı; Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve ahalisi için çok daha onurlu olurdu...

Türkiye Cumhuriyeti Devleti dün resmi ajansıyla, emniyet güçleriyle, ordusu ve yargısıyla uluslar arası bir terör örgütünün dünya medyasının önünde basın toplantısı yapmasına “göz yumdu”

Terör örgütünü meşrulaştırdı…

Bundan sonraki süreç Hükümetle terör örgütü arasında olacaktır gerisi faso fisodur…

 

Daha feci ne olabilir?..

Ey güzel dostlar!..


Dolu silah...

1927 
yılında Fransa Dışişleri Bakanı Aristide Kellog ABD’ye iki ülke arasında sürekli bir barış anlaşması imzalamayı önerdi. Amerika o gün bu öneriyi kabul etmedi. 1928 yılında ABD Dışişleri Bakan Frank Billings Kellogg bir yıl önce kabul etmediği anlaşmanın bu defa Rusya hariç bütün Avrupa devletleriyle imzalanmasını önerdi ve iki dışişleri bakanının adıyla anılan Briand – Kellog Paktıöyle imzalanmış oldu…

Pakt, imza atan ülkelere aralarındaki sorunları savaşa gitmeden barışçı yollardan çözme şartını getiriyordu. Buna rağmen aradaki sorun/lar çözülmezse ilgili devletler bu defa Milletler Cemiyetinin hakemliğini kabul edeceklerdi…

Ne var ki bu paktın ömrü on yıl kadar sürdü sadece…

Hitler o paktı imzalayanlara“Diplomaside dolu bir tabanca hukuktan daha güçlüdür” diyerek meydan okudu ve savaş; tarih boyunca olduğu gibi, ülkeler arası sorunların çözümünde(!) birinci “araç” oldu yine…
 


Türkiye Cumhuriyeti Devleti dün, ailesinden birini öldüren bir katilin elindeki dolu silahtan korkup katilin kaçmasına göz yuman baba konumuna düşürüldü

Bir hukuk devleti dünyanın gözleri önünde, bir suç örgütüne boyun eğdi...

Bundan daha feci ne olabilir?..

Gelecekte tarih kitapları (ille de Öcalan ve Karayılan tarihçilerinin yazacakları), Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin dolu bir silah karşısında nasıl çaresiz kaldığını yazacaklar...

Onun için “keşke her şey hukuki olsaydı” diyorum ya…

Keşke her şey Yüce Parlamentomuz tarafından kabul edilen yasalar çerçevesinde gerçekleşseydi...

30 yıldır akan kanı durdurma şerefi kan derelerine yataklık eden, ilk kurşunu atanlara bırakılmasa da Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin olsaydı; keşke...

Tarih bir büyük savaşı sonlandıran barışı başlatma onurunun 30 yılda kırk bin yurttaşımızı hunharca öldüren terör örgütünün cezaevinde yatan ve dağda “ölüm emri” veren eşkıyanın olduğunu yazacak ne yazık ki...

Gelecek kuşakların bundan çok utanacaklarını; bugünkü parlamentoyu temsil eden bütün milletvekillerini lânetleyeceklerini daha bugünden görür gibi oluyorum...

Ben de şahsen bu büyük barış şerefini (ne yazık ki) bir avuç eşkıyaya bahşeden demokrasimizin Kâbe’si parlamentomuzu iktidarı ve muhalefetiyle kınıyorum...

Unutulmasın ki karşılıklı stratejilerle kalıcı barış yapılmaz...

Kalıcı barış karşılıklı affedişlerle olur.

Oysa bu süreçte taraflar sürekli stratejik hamleler yapıyorlar…

Böyle barış mı olur Allah aşkınıza!..