Kadınların seni şundan mı terk etti?

Senin kendinde saydığın özellikte, hele bir de yatakta tüm bu güzelliklerden bile daha fazla güzelliğe sahip bir erkeği terk eden kadının “salak” olması gerekmez mi?..

 GAZETECİLER.COM

Hıncal Uluç, Ayşe Özyılmazel’in yazısında erkeklere yönelik eleştirileri kendi üstüne almış…
Örneğin Özyılmazel diyor ki:
"Erkek basittir, düzdür. "Önüne ver yemeğini, koy filmini, maçını, playstationunu, tavlasını, bir ay evden çıkmazlar.. Yalan mı?.."
Uluç üstüne alınıp (Ya da bunu kişisel övgüsü için nefis bir pas olarak kullanıp) şunları yazıyor:
“Yalan!.. Evde film seyretmekten nefret ederim. Film paylaşılacak bir şeydir. Sinemada seyredilir. Playstation nedir bilmem.. Evde tavla oynadığımı gören olmadı. Televizyon kumandasını sadece maç için elime alırım. Maç da bahane.. İşin esası arkadaşlar bir araya gelmek, birlikte yiyip içip puro tüttürmek.. Beni evde bir ay değil, bir gün göremezsin. Ev okumak ve uyumak içindir.”
Ne erkek be!..
Analar ne aslanlar doğururmuş meğer…
Devam edelim…
Örneğin Özyılmazel, "Parayı keyifle harcamayı kadınlar bilir" diyor…
Sen misin bu pası veren?..
Uluç öyle bir vole vuruyor ki…
Top çataldan giriyor…
Girmesine giriyor da uyanık yan hakem bayrak çekiyor: Ofsayt!...
Neden bayrak çekiyor yan hakem?..
Çünkü Uluç gerçekten ofsaytta…
Çünkü bir şeyler üretmeye çabalayan ama zavallı ve sığ bir kadıncağızın iyi niyetli alıntılarından kendine pay çıkarmaya çalışıyor?..
Biz yemiyoruz tabii…
Makalesinde kendini bir güzel övüp, Aşk Tanrısı Eros seviyesine çıkaran Uluç şöyle bitiriyor yazsısını:
 
Şimdi Ayşe diyecek ki?..
"Hıncalım, ben genelleme yaptım.. Sen çok özelsin.."
Yalan!..
Ben çok özelsem eğer, niye hayatıma giren bütün kadınlar beni terk etti, ben hiçbirini terk etmezken..
O zaman, kadınların özel erkeklere tahammülleri yok da, koydukları yerde otlayacak düz ve basit erkekleri bulanlar, seçenler onlar mı?..
O zaman, bu düz ve basit erkeklerin yaratıcıları, önce anneleri, sonra sevgilileri, sonra eşleri olarak, kadınlar olmuyorlar mı?..
O zaman, niye şikayet ediyorsun Ayşe?”.
 
Biz de ona Adnan Berk Okan dostumuzun öykülerinden alıntıladığımız küçük örnekle cevap veriyoruz…
 
İlk tanıştıklarındaki ilk danslarını hatırladı. Şarap seçimi sırasındaki asaleti, kadehini kaldırışı ve kendi kadehinin alt tarafına yumuşakça dokundururken gözlerini, gözlerinin içine sevgi ile (hatta belki de hayranlıkla) dikişi geçti gözlerinin önünden.
Ve sağ elini sıkıca ama sıkmadan kavrayışı, güçlü kollarını incecik beline dolayışı...
Nasıl da etkilenmişti o gün...
Şimdi ise kirli donunu sehpanın üstünde bırakıyor... ucundan fırlamış başparmağı görünen yırtık çorapla dolaşmaya aldırış bile etmiyordu...
En fenası, çişini yaptıktan veya burnunu karıştırdıktan sonra ellerini sabunlamıyor, banyodan çıktığında arkasında bıraktığı mezbeleliğin farkında bile olmuyordu...
Evlilik işte böyle bir şey olmalıydı...
Ya da böyle bir şey mi olmalıydı?..
Neydi evlilik?..
En güçlü, en romantik, en derin aşkların katili mi?..
Yoksa erkeklerin gerçek kişiliklerini ortaya çıkaran bir turnusol kâğıdı mı?..
Suzan’ın kocasının gülümseyen yüzü geldi gözlerinin önüne...
Ne kadar yakışıklı ve nazikti...
Otomobilin kapısını açıp karısının oturmasını bekledikten sonra kapıyı usulca örtüşü, restoranlarda veya aile toplantılarında Suzan’ın sandalyesini çekerken hafifçe eğilmesi ve aynı anda kulak memesinden çapkınca öpüşü...
 
İşte böyle erkeler de var Hıncal Usta…
Sakın, evlendikten sonra bu tip bir erkeğe dönüştüğün için terk edilmiş olmayasın…
Ya da ayakların veya nefesin felâket koktuğu için…
Öyle ya…
Senin kendinde saydığın özellikte, hele bir de yatakta tüm bu güzelliklerden bile daha fazla güzelliğe sahip bir erkeği terk eden kadının “salak” olması gerekmez mi?..
Oysa sen eski kadınlarını hep “en zekiler” arasından seçtiğini söylemez miydin?..
Ya eski kadınlarını tanımamışsın…
Ya da tanımışsın ama sende gizlemeye çalıştığın (çünkü kendini o kadar çok övüyorsun ki) büyük kusurlar var…
Biz başka türlü olabileceğini düşünemiyoruz…
Sen düşünüyorsan bize de söyle…