Kabbani’nin şiirleri yeniden çevirildi

Star gazetesinden Turan Karataş, M. Hakkı Suçin'in Kabbani'nin şiirlerini çevirdiği kitabına övgüler dizdi. 

Mehmet Hakkı Suçin tarafından bir kez daha Aşkın Kitabı adıyla Türkçeye tercüme edilen şiirler için "M. Hakkı Suçin coşkuyla okunacak bir çeviriye imza atmış" ifadelerini kullanan Karataş'ın yazısı şöyle:

Arap şiirinin Yirminci Yüzyıl’daki en güçlü temsilcilerinden ve şöhretli şairlerinden sayılan Nizar Kabbani’nin (1923-1998), çocukluğundan beri yazmayı düşlediği, bir bakıma başyapıtı gibi sunduğu eseri Kitabü’l-hubb, son yıllarda Arapçadan yaptığı çevirilerle adını duyduğumuz Mehmet Hakkı Suçin tarafından bir kez daha Aşkın Kitabı adıyla Türkçeye tercüme edildi. Hece Yayınları arasında çıkan kitap, zarif bir kapakla zarflanmış ve pahalı bir kâğıda basılmış. (Burada küçük bir ayraç içinde söyleyelim. Şimdiye kadar onlarca kıymetli telif ve derleme kitap çıkaran Hece Yayınları, birkaç yıldır, değerli, ciddi yabancı eserleri tercüme ettirip yayınlıyor. Bilhassa eksikliğini hissettiğimiz bir ihtiyaca cevap vermeye çalışıyor. Çeviri kitaplarda aranan, arzu edilen; kaynak dilin kokusunu duymadan sade bir anlatım görmek, Türkçe tadını almaktır. Bu olgunluğa ulaşmak için de çevrilen dilde yetkin birinin son okumasına, yaygın tabirle bir editörün dikkatli nazarlarına ihtiyaç vardır. Hece’nin kitaplarında bu eksikliği görüyorduk. Şimdi son iki kitabında [Wayne C. Booth, İroninin Retoriği, Çev. Suzan Sarı; Margaret A. Rose, Parodi: Antik, Modern ve Postmodern, Çev. Cansu Dikmen] bu eksikliğin giderildiği anlaşılıyor.)

ŞAİRİN MERAMI

Yüksek sesli politik şiirlerin şairi olarak tanımıştım Kabbani’yi. Gazaba Uğramış Şiirler böyleydi. Denemelerinde de (Ben Beyrut) aynı coşkulu anlatım vardı. Şimdi “neşideler neşidesi” diyerek yücelttiği sevda şiirleriyle karşımızda Kabbani. Bu vesileyle merak ettim, araştırdım; Kabbani’nin kitabı, aynı isimle daha önce de çevrilmiş (Çev. Laurent Mignon, Ayışığı Kitapları, İst. 2000). Kaynak dilden değil de İngilizceden yapıldığı anlaşılan bu Türkçe söyleyişin birkaç örneğine baktım, özgün metinlerin epeyce uzağında görünüyor, fazlaca serbest bir çeviri. Söz gelimi 7. şiiri Mignon şu şekilde aktarmış: “Cin lambasından çıksa/ Ve buyur dese bana/ Bir dakika senin yanında olabilmek/ Bütün isteklerimi gerçekleştirir/ Yakut ve zümrütler için/ Gözlerine ihanet edemem”.  Suçin’in çevirisi ise şöyle: “şişeden çıkıp cin/ emrindeyim dese/ bir dakikan var/ dile benden ne dilersen/ yakuttan ve zümrütten.../ gözlerini seçerdim sevgili/ hiç tereddüt etmeden”. “sevgili” sözcüğü kaynak metinde yok, ama şiire yakışan çeviri bu. İlkinde şairin meramı berheva olmuş, şiirsel söyleyiş de kaybolmuş.

Kabbani, “misk kokulu zevcem Belkıs’a, şiir arkadaşıma, ömür yoldaşıma,” diye ithaf ettiği Aşkın Kitabı’ndaki elli iki kısa şiirin hepsini, sevgili/ler için söylemiş. Hanım okuyucuların daha çok seveceği cinsten şiirler bunlar. Tutkulu, romantik, incelikli ve genç bir mecnun gibi şair. Belki âşık da diyebilirdim şiirleri söyleyen özne için, lâkin bu kitaptaki metinlerde aşkın “deryaları kaynatan” derinliğinden ziyade, bedensel bir arzunun, şehvetin havası hâkim. Dahası, kitabın sonuna konan üç beş şiirde söylenen düpedüz erotizm. Bu nedenle bu neşideler toplamına “sevda kitabı” demek daha doğru olmaz mıydı? Fakat bu cümleyi yazar yazmaz diyorum ki, şimdilerde içi boşaltılmış olsa da “aşk” pek modadır. Üstelik zamane dilinin; tutkuyu, sevgiyi, sevdayı, aşkı birbirinden ayırdığı mı var!Yaklaşık bir asır önce, “aşk” diyordu, Yahya Kemal, “bugünkülerin anladığı gibi bir çehreye alâka manasında değil bir ummandır.”

Eksik gedik Arapça bilgim, çevirinin yetkinliğini ölçecek sevide asla değil. Bu sebeple Arapça bilen biriyle de şiirleri baştan sona okuduk. Gözümüze takılan ufak tefek tercüme tercihleri yahut eksiklikleri oldu, “acaba şöyle söylense nasıl olurdu” dediğimiz şeyler. Bunları sıralamanın bu yazıyı sıkıcı hale getireceğini, belki beni hadsizlik töhmeti altında bırakacağını biliyorum. Fakat bu küçük tespitler söylenmezse de yazının yararı, işlevi azalır. Tespitlerimiz yanlışsa, belki bir karşı izahla doğruyu öğrenme fırsatı da bulmuş oluruz diye düşündüm.

M. Hakkı Suçin, kaynak metindeki bazı kelimeleri çeviride görmezden gelmiş; yer yer de kaynak metinde olmayan sözcükler eklemiş tercümesine. Bu tutum, çevirilerde olagelen bir tasarruftur. Çevrilen dilde anlamayı kolaylaştırmak, söyleyişi güçlendirmek için yapılır. Ama hiçbir zaman özgün metnin duygu ve düşünce yükünü kaybetmeden. Bu bakımdan çevirmen azami titizliği göstermiş.

Gözümüze takılanlar şunlar:

1. İthaftaki “gâliye” çeviriye yansıtılsa, yukarıda yazdığımız biçimiyle, daha zarif olurdu sanki.

2. Üçüncü şiir, kaynak metinde olduğu gibi “ey sevgilim” dizesiyle başlayabilir, ilk dizenin sonundaki “şiirdir” yerine “kasidedir” tercih edilebilir, beşinci dizenin başına “ve” konabilirdi.

3. Beşinci şiir, “Ya Rab” diye başlamalıydı. Kabbani, iyelik ekiyle “Ya Rabbî” demiş olsaydı, “Tanrım” diye çevrilmesine ses etmezdim.

4. On dördüncü şiirin 4. dizesindeki “sana olan” ifadesine çeviride yer verilmemesi isabetli olmuş. Fakat ilk dizedeki “garam”ın, son dizedeki “heva”nın aynı kelimeyle “aşk”la karşılanması pek münasip değil. İlkine “sevda”, ikincisine “tutku” ya da “heves” denebilirdi.

5. On beşinci şiir, kaynak metinde bulunan “aşağıya sıralananları” dizesiyle başlasaydı, mana güçlendirilmiş olurdu.

6. On yedinci şiirin son dizesi, özgün metindeki anlamı vermiyor. “Daha yeni başladığımı anladım” daha iyi.

7. On sekizinci şiirin son dizesi “benimle aya gelir misin ay parçam” olacakken, “aya” sözcüğü çıkarılınca ifadenin etkisi azalmış.

8. Yirmi ikinci şiirde “Tanrı katlanabilir” yerine “Tanrı anlayış gösterebilir” daha manalı.

9. Yirmi üçüncü şiirin ilk dizesi “ellerimin yüzüne kazındın” biraz tuhaf. “Avuçlarıma” mı denseydi?

10. Yirmi yedinci şiirin son dizesi “defterlerimdeki şiirler” biçimiyle belki alışıldık, ama daha anlamlı.

11. Otuz sekizinci şiirin ikinci dizesini şöyle okumak isterdim: “hüzünden bir hazine taşıyorum gözlerine”. Dizenin sonundaki “valizlerimde” olmasa da olurdu veya bir alt satıra konabilirdi tek başına.

12. Kırk birinci şiirin 3. dizesi, “bir gün uğraman gerekiyordu” biçiminde daha zarif.

13. Kırk dördüncü şiirin ikinci dizesindeki ilk kelime “kadınlara” ya da “kadınlar için” olmalıydı.

14. Elli birinci şiirdeki 3. dize çıkarılsa beşincisi oraya alınsaydı daha etkili olur muydu? Çünkü iki dizenin de meramı aynı, tekrarın tekrir etkisi yok.

                Bu kadar laf söz ettiğime bakmayın, M. Hakkı Suçin coşkuyla okunacak bir çeviriye imza atmış. Genç sevdalılar yani “çöl mecnunları”, on defa, yüz defa bu şiirleri okusalar yeridir. Çünkü Kabbani’nin şiirleri adeta ateşîn bir hayattan fışkırıyor.