İyi ki Urfa'da Oxford yokmuş be İbrahim!.. Ya bir de olsaydı!..
"Ben günde tek öğün yemekle hukuk fakültesini bitirdim, yıllarca hâkimlik yaptım da ne oldu?” diye soruyor....
ADNAN BERK OKAN
2 Mart 2011 tarihli analizimdeki makalelerimden birinin
adı idi?..
O makalemde, şairini hatırlayamadığım ama
Türkiye’nin son bilgelerinden biri olan
Emekli Hâkim Kasım Garipoğlu’dan dinlediğim bir
şiirin sadece bir tek mısraını, hatırladığım kadarıyla
yazmıştım…
Hayyam Garipoğlu, babası Kasım
Ağa (Garipoğlu)’ya okumuş, içinde kendisinin adı da geçen
o yazıyı…
Ve Kasım Ağa şiirin tamamını yazmış (şairinin de
Şair Eşref olduğunu hatırlatmış), bana göndermiş...
*
İbrahim Tatlıses’in uğradığı hain silâhlı
saldırıyı duyunca, Kasım Ağa’nın
Davudi sesi çınladı kulaklarımda…
Benim tek satırını ancak aklımda tutabildiğim şiirin tamamını
okuyordu kendine has vurgularıyla…
*
Ve sonra gözlerimi kapadım…
Sanal kamera koyup, ikisini (Kasım Garipoğlu ve İbrahim Tatlıses)
izledim…
Kasım Ağa, İbrahim’i karşısına almış, eliyle
mütevazı bir tabureyi işaret ediyordu:
“Otur yeğenim” diyordu yanağını sevgiyle
okşayarak…
İbrahim alışık olduğumuz o saygılı tavrıyla
ellerini kavuşturup, ibadet eder gibi duruyordu koca
Bilge’nin karşısında…
“Önce siz buyurun dayı”…
Kasım Ağa oturunca İbrahim da ilişiyordu
mütevazı taburenin bir köşesine…
Kasım Ağa, İbrahim’in gördüğü medya zulmünü,
yüzüne gülüp arkasından kötü konuşan ahlâk fukaralarını hatırlatıp;
“Aç gözünü yeğenim” diyordu…
“Bu dünya ve günümüz Ademoğlu’nda yiğitlik kalmadı… Açma
herkese derdini… Daha az konuş, daha çok bak işine… Senin
çocukluğundaki o temiz insan yok artık… Ekmekler bile kirlendi
artık yeğenim… Sakın ola düşme… Düşersen bir saat şarkı söylesen,
fırıncı bir ekmek vermez bedavadan…”
Ve sonra da
aşağıdaki mısraları okuyordu, kırlaşmış saçlarını göstererek…
Ağarmış saçlarım bir dağ başında kare
(kara) dönmüştür.
O dağın dâmeninde (eteklerinde) gözlerim
enhâre (ırmaklara) dönmüştür.
Bütün mûy-i siyahım bembeyaz ezhâre (siyah kıllı sırtım
bembeyaz olmuştur) dönmüştür.
Tenimde cevher-i can (can cevherim) çekilmez
bâre (yük) dönmüştür.
*
Sonra İbrahim’e,
“Ayağımda Kundura” türküsünü ilk okuduğu yılları
hatırlatıyor…
Ve dönüyor, kendisinin ayakkabısız ilk ve ortaokula gittiği
Cumhuriyetin ilk on yılını anlatıyor…
Liseyi nasıl ve hangi şartlarda bitirdiğini, Hukuk
Fakültesindeki fukara öğrencilik yıllarını…
“Sen ‘Urfa’da Oxford vardı da okumadık mı?’
diye soruyordun ya hani?” diyordu… "Ben
günde tek öğün yemekle hukuk fakültesini bitirdim, yıllarca
hâkimlik yaptım da ne oldu?” diye soruyor, sonra da
Şair Eşref’ten devam ediyordu:
Cihana geldiğim günden beri pek çok cefâ
(eziyet) gördüm.
Ezildim bâr-ı gam (gam yükü) altında bin türlü
ezâ (eziyet) gördüm.
Değil bîgânelerden (yabancılar)
âşinâlardan (tanıdıklar, dostlar) belâ
gördüm.
Vücudum âlem-i sıhhatte bîmâre ( sağlıklı bir hastaya)
dönmüştür.
*
Sonra İbrahim’in; entelektüel,
seçkin (ya da seçkinci) nice erkeğin, terzisini merak ettiği o şık
elbiselerini gösteriyordu Kasım Ağa…
Kolundaki pahalı saati, altın kolyeyi işaret ediyordu…
Sen boynuna
ister ip, ister birer gevherli (inci)
kordon tak.
Bu dünyada nasibin en nihayet bir avuç toprak…
Bekâsı (devam) yok bu dehrin
(dünya), dîde-i in’am (iyilik gözü) ile
bir bak.
Nice ma’mûre-i âlem (bayındır, şehir),
harâbezare (harabelik) dönmüştür.
*
Ve lâfı; yiğit, delikanlı, adam gibi
adam İbrahim’in “açık sözlülüğüne,
şeffaflığına” getiriyordu…
Duyan yok söyleme başında bin türlü belâ olsa.
Sakın her şahsa açma hatta bu bir pârsa (Namuslu,
dürüst insan) olsa.
Sokar akrep gibi fırsat bulunca akraban olsa.
Bütün ebnâ-i Adem (Adem oğulları) zehirli bir
mâre (yılan) dönmüştür.
*
O kadar çok ekrana, sahneye çıkan
İbrahim’in hareketlerinde göremiyorduk gerçi ama
magazin medyası ve hatta ciddi olduklarını sandığımız köşe
yazarları İbrahim için “şımardı”
diyorlardı…
İbrahim ise bu suçlamalara (ona göre "şımarmak"
ayıptan da öte suçtur) öfkeleniyor, açıyor ağzını yumuyordu
gözünü…
Kasten tahrik edildiğini bilmeden…
Kasım Ağa Şair Eşref’ten devam ediyordu…
Muvakkattir (geçicidir) eğer
hükmeylesen dünyaya sertâser (baştanbaşa).
Çıkar âhir (sonunda) elinden bin yerinden
bağlasan çember.
Cihâna (dünya) sığmamışken bir mezara sığdı
İskender.
Varıp baksan o da şimdi yıkık bir gâre (mağara)
dönmüştür.
*
Ve sevgili dostlar…
Hatırlayacaksınız…
İbrahim’in en büyük şikâyetlerinden ve hatta kendisine yönelik
eleştirilerinden biri cehalet, eğitimsizlikti…
Eğitim görmemiş olmasının kendisi için bir handikap olduğunu her
zaman itiraf etmiştir İbrahim…
Ve bunu bilen Büyük Bilge Kasım Ağa, Şair Eşref’le
bitiriyordu nasihatlerini…
Cehalet âdemi mahrum eder her bir saadetten.
Cehâlettir cihanda varsa bir eşnâ (kötü,
fena) esaretten.
Uzağa gitme Eşref bu yakınlarda cehaletten.
Koca bir milletin ikbali kör idbâre (bahtsızlık,
talihsizlik) dönmüştür…
*
Evet efendim…
Bendenizden bu kadar…
Üzgünüm…
İnsanların (kim olursa olsun, hangi meslekten olursa olsun) her ne
sebepten olursa olsun öldürülmek istenmelerini aklım almıyor…
Ölüm, öldürmek…
Dünyada hiçbir canlı varlık
kendi türünü öldürmeye yeltenmezken bu hain eylemin
Allah’ın “Yaratılmışların en
şereflisi” diye tanımladığı insanlar tarafından yapılması
normal bir insanın aklını durduruyor…
Ve meslektaşlarıma sesleniyorum…
Değer mi be arkadaşlar?..
Değer mi?..
Ha; sevgili İbrahim kardeşime sıkılmış mermilerle
canına kast edilmesi…
Ha; mermiden yıkıcı, yakıcı kelimelerle karşılıklı olarak
birbirlerinizin kimliklerine, kişiliklerine karşı saldırıya
geçmeniz…
Arada ne fark var?..
Söyleseniz de ben de öğrensem…
Allah bütün sağlık ve yardım meleklerini yanında
bulundursun İbrahim...
Amin...
adnanberkokan@gmail.com