İtirazım var Mehmet Y. Yılmaz'a...
Mehmet Y. Yılmaz’ın “Bir tarafın tam olarak iktidarı ele geçirdiği, diğerinin çaresiz bir boyun eğişle olup biteni kabul ettiği ilişki, aşk değildir” deyişine itirazım var…
Amacım Mehmet Y. Yılmaz’la aşk polemiği yapmak değil…
Hem zaten…
Kendi duygularıyla aşkı o kadar güzel anlatıyor ki Yılmaz…
Bayıldım…
Ama…
Yine de “Aşkın Tanımı” konusunda, “48 yıldır aşkı yaşayan” biri olarak ben de bir şeyler yazmak istedim…
Ve tabii ki…
Az sonra okuyacaklarınız da benim duygularım…
Benim kalbimin sesi…
O halde başlayayım…
* * *
Yılmaz, “Papa Hemingway in Cuba” filmini izledikten sonra yazıyor makalesini…
Film; Hemingway’in Yaşlı Adam ve Deniz’i yazdığı Küba günlerinde geçiyor…
Şöyle anlatıyor Yılmaz…
BİR kadın ile bir erkek, cennet gibi bir yaşamı paylaşırlarken nasıl olur da birbirlerini yemeye başlarlar?
Dışarıdan baktığınızda her şeyleri vardır: Güzel bir ev. Paylaşılan ortak tutkular. Güzel anlar geçirilen dostlar.
Sonra bir gün bir de bakmışsınız dışarıdan görülen o cennet, aslında cehennemin saklanan yüzünden başka bir şey değilmiş.
* * *
Yani…
Ve ne yazık ki…
Ve bana göre…
Yılmaz’ın yazdıklarından çıkardığım kadarıyla bütün toplumlarda “Normal” olarak tanımlanan bir aileyi anlatıyor film, aşkı değil…
O nedenle…
Yılmaz’ın yazısının başlığındaki “Çaresizlikle boyun eğiş aşk değildir” hüküm cümlesine…
Ve…
İşte o nedenle Yılmaz’ın “Bir tarafın tam olarak iktidarı ele geçirdiği, diğerinin çaresiz bir boyun eğişle olup biteni kabul ettiği ilişki, aşk değildir” deyişine itirazım var…
* * *
Çünkü…
Aşk “rağmen” sevmektir...
Yani…
“Çaresizlik içinde” veya “çaresizlik yüzünden” de âşık olabilir kişi…
Zira…
Aşk tensel temel üzerine değil, ruhsal, kalbî temel üzerine kurulduğu için tek taraflı yaşanabilir…
Nazım Usta’nın Tahir ile Zühre Meselesi’nde dediği gibi:
“Sen elmayı seviyorsun diye elmanın da seni sevmesi şart mı?..”
Şöyle de diyebilirim…
Eğer “dostluğu” değil de “aşkı” tanımlıyorsak…
Durum budur…
Aşk çaresizlik içinde sevmek ve bundan pişmanlık duymamaktır…
Love Story’de Oliwer’ın, Jennifer’a söylediği o ünlü replik gibi…
“Aşk hiçbir zaman pişmanlık duymamaktır…”
Yani…
Taraflardan birinin aşkından ve aşkıyla yaşadıklarından asla pişmanlık duymamasıdır iki kişi arasındaki ilişkinin “arkadaşlık” ya da “dostluk” değil de “aşk” olmasını sağlayan…
Yok, eğer dostluksa konu…
Çaresizlik içinde sevmek ya da sevilmek tek taraflı tahakküm, tek taraflı biattır...
* * *
Demek istemem o ki…
Karı koca Hemingway arasındaki şiddetli kavgalar aşkın da aşk evliliğinin de mutlaka biteceğini göstermez…
Aşkı aşk yapan âşıkların karakterleridir…
Dostlukta karakterlerden sadece birinin “sağlam” olması o dostluğu ayakta tutmaya yetmez…
Sekste de taraflardan sadece birinin heyecan duyması kurtarmaz birlikteliği…
Ama “Aşk” öyle değildir…
Taraflardan birinin aşkı bitse de diğer taraf için “aşk” bitmeyebilir…
Çünkü aşk, tek taraflı da yaşanabilir…
Yaşanıyor da…
Karı koca Hemingway daha en başında kalbi değil tensel aşk düştükleri için ve gün gelecek ten de kokacağı için birbirlerinde nefret eder hale gelmişler…
Çünkü “aşk” sandıkları şey karşılıklı çıkarlarıymış…
Birinin bir ünlü yazarı elde etme, diğerinin ise bir ünlü ve güzel bir gazetecinin bedenine sahip olma tutkusu…
* * *
O kavgaya tanık olan Miamili Gazeteci Meyers’in; “Ne oldu, eskiden burası bir cennetti?” sorusuna Şair Shipman’ın verdiği cevaba geleyim:
“Görünürde her şeyleri var gibi. Bu muhteşem malikâne. Bol para. Güzellik. Sağlık. Şöhret” diyor Shipman... “Ama ikisinde de olmayan bir şey var. Gerçek dostluk. Kendi egonu bir kenara bırakma isteği ve arzusu. Sevdiğin insanı her gün dolu dolu yaşama dileği. Onlarda eksik olan bu evlat...”
* * *
Evet…
Aslında Shipman’ın bu hüküm cümleleri, karı koca Hemingway arasında bir “aşk” değil, “çıkara bağlı dostluk” olduğunun itirafı gibi…
* * *
Yılmaz’ın makalesinden devam edeyim:
Myers “Kuşatma altında olmak gibi” diye araya giriyor.
Shipman devam ediyor: “Çoğu evlilik böyledir.”
Ve…
Yılmaz, Shipman’ın o cevabından şu sonucu çıkarıyor haklı olarak:
“Sonra anlıyoruz ki Shipman’ın evliliği de öyleymiş.”…
* * *
Mehmet Y. Yılmaz, “Bu durumun evlilikler ile sınırlı olduğunu zannetmiyorum. Görüyorum ki her ilişkide böyle bir sorun olabiliyor” diyor devamında ve şöyle sürüyor yazısı:
“Aşk diye tarif ettiğimiz duygu aslına bakarsanız insanın kendi egosunu yenebilmesi ve bir başkasının içinde eriyip yok olma isteğidir. Egoların çatıştığı, iki tarafın da kendisi olmaktan vazgeçmediği ilişkiler, önünde sonunda filmdeki gibi patlamalarla sonuçlanır.”
* * *
İşte burada aynen Yılmaz gibi düşündüğümü en başından beri anlatmaya çalıştığımı fark etmişsinizdir…
Ego varsa aşk olmaz, olamaz…
Ve…
Yine Yılmaz’ın Herman Hesse’nin ünlü deyişini hatırlatması gibi:
“Sevilmek mutluluk değildir” diye yazmıştı.
Ama…
Ve bence…
Sevmek mutluluktur…
Hatta…
Karşılığı olmasa da…
Yakup MURAT