İstifa mı eder?.. Kovulmayı mı bekler?..

Yılmaz ciğercinin kedisi… Ben ve benim gibiler sokak kedisiyiz…

ADNAN BERK OKAN

Ey güzel insanlar!..

10 Ağustos günü yayımlanan yazımda, “bugünden itibaren 15 gün yazı yazmayacağım”  demiştim…

Ama…

Bekleyemedim…

Çünkü…

Bir kez daha anladım ki, tatil yaparken daha çok yoruluyorum…

İlk gençliğimdeki kadar zinde ve güçlü olduğumu zannediyordum…

Ama nerdeee?..

Kanı çekilmiş, demiri erimiş bir bedenin dayanabileceği kadar ancak dayanabiliyorum…

Sonunda…

Giderek daha çok eksilen kanıma tecavüz eden gürültü ve yorgunluk nefes almamı bile zorlaştırıyor…

İşin daha fenası…


O ciğercinin kedisi...

Ben ve benim gibiler birer Yılmaz Özdil değiliz…

Ki…

Kovulunca milyonlarca tazminat kapalım patrondan…

Yani…

Yılmaz ciğercinin kedisi…

Ben ve benim gibiler sokak kedisiyiz…

Yılmaz patronundan telif ücretini aldığı köşe yazılarından kitap yapıp milyonlar kazandı…

Benim, içinde bir tek köşe yazımın yer almadığı 16 kitabım yayımlandı üste para verdim…

Şöyle düşünün…

Benim gibi beceriksiz biri kovulsa da istifa da etse patron için bir kayıp değildir…

Ama…

Yılmaz istifa ederse telif aldığı için üç kuruş tazminata hak kazanır…

Kovulursa milyonları götürür…

E yani…

Adam deli mi istifa etsin?..

Haliyle “verin milyonumu kovun beni” diyor…

Hatırlayacaksınız…

Bir ay kadar önce Yılmaz’ın ne yapıp edip kendisini kovduracağını zira Sözcü’de köşesinin bile hazır olduğunu yazdıydım da Yılmaz fanatikleri anacığımın ve karıcığımın bol bol kulaklarını çınlatmışlardı…

Yani…

“Yılmaz istifa etti” başlığı altında yayımlanacak bir haber eşyanın tabiatına, Yılmaz’ın karakterine uymaz…

Fatih'in dediği gibi:
Ucuz kahramanlık...

Ama...

Yılmaz ve Yılmaz gibiler, medya patronlarının eseri...

Önce veriyorlar gazı, veriyorlar gazı...

Adamlar kendilerini "Tanrı Yazar" hissetmeye başladığında, bu defa şikâyetlerinin ardı arkası gelmiyor...

"O köşe babanın malı mı?" diye azarlıyorlar bu sefer de...

Özdil bu kadar güçlü değilken...

Sözcü  de henüz alternatif iş sahası olmamışken; "Patron dilediği yazıyı yayımlayıp yaymlamama hakkına sahiptir" demişti...

Yarın bir gün aynı sözünü tekrarlayarak işine devam edebileceği gibi, kovulup en az bir kaç milyon daha kaparak Sözcü'nün ucuz kahramanlarından biri olmayı da tercih edebilir...

Yani...

Sokak kedileri kovulduğunda, aç kaldığında dönüp bakmayanlar; ciğercinin kedisi biraz üşütse ortalığı ayağa kaldırıyorlar...

Yani...

Yılmaz'ın bir yazısının yayımlanmaması gerçekten de özgürlük sorun değildir...

Neden mi?..

Salt gündeme gelmek için "vah vah vah, bu nasıl basın özgürlüğü?" diye ağıt yakanların, sokak kedileri kovulduğunda nasıl da el çırpıp sevindiklerini unutmadım da ondan...

Bizde de hata var...

Neden mi?...

O sahte ağlamacıları "günün köşe yazarı" bile seçiyoruz da ondan...

Ama gençler o sahte ağlamacının o despot günlerini hatırlamıyorlar ki...
 

Bakmak zorunda kaldığım maillerim…

Kimine göre kovuldum ve fakat tatili bahane ettim…

Artık istesem de dönemem…

Zaten twitter fenomeni Fuat Avni de, medya patronlarına (Bu arada bizin patron Hadi Özışık’a da) kovulacak yazarların isimlerinin verildiğini yazmış…

Ben de o kovulacaklar arasındaymışım…

E yani…

Döneyim de kovulmadığımı ispat edeyim bari…

 

Yok vallahi…

Neden korkayım kovulmaktan?..

Yakın çevrem bilir…

Karanlıklardan çıkmayı nasıl karanlıklar içinde yaşayarak öğrendiysem…

Korkularımla başa çıkabilmeyi de korkuların içinde yaşayarak öğrendim…

Hâsılı…

Yakın çevrem ve ille de ailem çok iyi bilir ki, “kovulma korkusu” da diğerleri gibi, olmayan korkularımdan biridir…

Hem…

O kadar çok kovuldum ki yazarlık hayatımda…

Bir kere daha kovulsam ne kaybederim?..

Korku, kaybedecek bir şeyleri olan insanlar içindir…

Hedefi olan…

Umutlarla yaşayan…

Beklentilerinin sponsorluğunda (Bunu daha fazla açmama sanırım gerek yok zira kesinlikle anlaşılmıştır…) bir yaşam sürenler için…

Oysa benim ne hedefim kaldı hayatta…

Ne umut etmek gibi bir huyum…

Ne de beklentileri kendime sponsor yaptım…

Yani…

Daha fazla hedef…

Daha çok umut…

Sürekli beklentilerle sarmalanmış (Klavye teslimiyeti) bir hayat benim için daha fazla yorgunluk, daha fazla zahmet demek…

Bu yaştan sonra ne o kadar çok yorgunluğu kaldırabilirim…

Ne de daha fazla zahmete katlanabilirim…

Ve en önemlisi…

Her ikisi de hayvan olsalar da “Aslan” olmayı “köpekleşmeye” tercih ederim…

Yani…

"Mağarada açlıktan can versem de köpeğin artığını yemem" (Şeyh Sadi)...  

 

Bir kere daha yani…

10 Ağustos’tan önce nasıl ve ne düşünüyorsam…

Şu anda da yine öyle ve aynı şeyleri düşünüyorum…

Yani…

Akif Beki gibi kesin dönüş yapamam…

Onunki kadar esnek değildir omurgam… (Bakınız. 15.08.2014 tarihli Hürriyet Gazetesi.  )…

Belki içinde bulunduğum kurum zarar görmesin diye çiçek, böcek, incik, boncuk yazabilirim…

Ama…

Hak etmemiş hiç kimseye, sadece çok güçlü olduğu için övgüler de düzemem…

Hemen hemen Hz. İsa ile aynı yaşta olan Seneca, iki bin yıl kadar önce; her kötülüğün zayıf bir karakterden doğduğunu söylemişti...

Uğradığı bir iftira sonucu hayatının sekiz yılını Korsika’da sürgünde geçirdikten sonra Roma’ya dönen ve İmparatoriçe Agrippina’nın oğluna öğretmenlik yapan büyük filozofun o tespitinin günümüzde halen geçerli olduğuna inanıyorum...

Zayıf bir karaktere sahip olup her şeye boyun eğerek kazanmaktansa; güçlü bir karakterle kaybetmeyi tercih edenlerdenim...

Ki…

Dediğim gibi kaybedeceğim maddi hiçbir varlığım yok…

Yani...

Adam adamdır, olmasa da pulu...

Eşek eşektir, olmasa da çulu...

 

Ey güzel insanlar!..

Yirmi yıl önce tepeden ve doğrudan köşe yazarı olarak girdiğim şu “Medya” dünyasının bir “Yengeç Sepeti” olduğunu öğrendiğimde, ondan önceki hayatımın 43 yılında kazandığım (Maddi ve manevi) her şeyimi kaybetmiştim…

Bu nedenle olsa gerek…

Parasız pulsuz adamlık çok hoşuma gidiyor…