İstanbul fetih mi olundu?.. İşgal mi edildi?..
Bütün dünya tarihçileri İstanbul’un Milâdi 1453 yılında Osmanlı’ların eline geçtiği konusunda hemfikir… Ama....
ADNAN BERK OKAN
Derin Kıyamet isimli romanımın kapağına, makalelerimde çok sık kullandığım bir hüküm cümlemi koymuştum:
“Bilgi, bilmeniz istenen şeydir”…
Romanımda anlatmak istediğim sanal bir dünyada yaşadığımızdı…
Medya ve siyaset toplumları öyle bir yönlendiriyordu ki; kimin doğrusu “Hakikat” anlaşılamıyordu…
Tabii bugün de anlaşılamıyor...
En basit örneği kendi içimizde yaşıyoruz son bir yıldır…
17 / 25 Aralık “Yargının darbe girişimi” mi?..
Yoksa yasal bir “Yargı Operasyonu” mu?..
Doğrusunun hangisi olduğunu bileniniz var mı?..
Bence yok…
Peki…
“İstanbul 1453 yılında fethedildi” desem itiraz eder misiniz?..
Tarihine hiçbiriniz itiraz etmezsiniz…
Çünkü…
Bütün dünya tarihçileri İstanbul’un Milâdi 1453 yılında Osmanlı’ların eline geçtiği konusunda hemfikir…
Ne var ki…
“İstanbul 1453 yılında fethedildi” cümlesindeki “Fethedildi” hükmü sadece bizler için geçerli…
Neden?..
Bizim tarihçilerimiz öyle bilmemizi istedikleri için öyle…
Oysa…
Bunu bir Yunan’a söylediğinizde hemen itiraz ediyor…
“Hayır” diyor… “İşgal edildi”…
Neden?..
Çünkü onların bilmeleri istenen “Bilgi” ise öyle…
Yani, İstanbul’un işgal edildiği bilgisi…
Yani…
İstanbul’un Osmanlılar tarafından fethedildiği ya da işgal edildiği taraflara göre değişen bir “siyaset tarihi bilgisi”…
Evet, “siyaset tarihi bilgisi”…
Zira…
Savaşlar tarihin yazdığı siyasi konulardır…
Siyasi konularda sebep ve sonuç tarafların pencerelerinden farklı görünür…
Zaten savaşların sebep ve sonuçları savaşan taraflarca aynı şekilde kabul edilse, yeni savaşlar olmaz…
Peki…
Buharlı geminin icadı siyaset tarihini mi ilgilendirir, bilim tarihini mi?..
Tabii ki bilim tarihini…
Ve o nedenledir ki…
Hiç kimse, buhar enerjisini ilk uygulayanın Fransız Denis Papen olduğu bilgisini inkâr etmez…
Uzatmayayım…
Paris Katliamı’nda dünyanın vicdan sahibi insanları “Katliamdır, amasız kınanmalıdır” derken…
Bizim medyamızda bile köşe sahibi olan kimi meslektaşlarımız ve bazı kökten dinci Müslümanlar, “oh olsun, iyi oldu... Fransızlar da milyonlarca Cezayirliyi öldürmüştü” diyorlar…
Yani…
Ne katliamı kınıyorlar…
Ne de katilleri…
Bana gelince…
Tarafım belli…
“Paris’teki cinayetleri kınıyorum ama” dedikten sonra katilleri “haklı” çıkarmaya girişenleri de kınıyorum…
Çünkü…
Bu girişin mefhum-u muhalifi şöyledir:
“PEGİDA’nın camileri yakmasına karşıyım ama…”
“PKK’nın terör saldırılarını kınıyorum ama…”
Demek istemem o ki…
“Menfur” bir saldırı ya da “kanlı bir katliamı” kınarken araya “ama” koyup vahşete “Gerekçe” ve hatta “haklılık” getirmek; karşı tarafa da “giriş” cümlesinin tam orta yerinde “ama” dedikten sonra “haklılık gerekçesi” uydurma hakkı verir…
İki konuda da örnek vereyim:
“Paris’te işlenen cinayetleri kınıyorum ama; ya İsrail’in, ya Amerika’nın, ya Fransa’nın, ya İngiltere’nin Müslümanlara yaptıklarını kınamayacak mısınız?”…
Mefhumu muhalifi:
“PEGİDA’nın cami yakmasını; İsrail’in, Amerika’nın, Fransa’nın, İngiltere’nin Müslümanlara yaptıklarını kınıyorum ama; HAMAS’ın, IŞİD’in, El Kaide’nin ve çok sayıda İslamcı teröristin Müslüman olmayan insanlara karşı uyguladıkları vahşeti görmezden mi geleyim?..”
Pardon, pardon...
Lütfen, "onlar da öyle söylesinler, ne yapalım" demeyin...
Tabii ki ne yapacağınızı bilemem…
Ama…
Ne olacağını söyleyebilirim:
Üçüncü Dünya Savaşı…
İstiyorsanız; devam edin…
Ben kendi payıma istemiyorum…
Benim payıma düşen düşmanımı gösterin, ben onunla anlaşırım…
adnanberkokan@gmail.com