İsmet Berkan ömrünün 18 yılını yazdı
Gazetecilik yapması pahalı bir iş. Haberleri söküp almak, onları derinleştirmek, eksik unsurlarını tamamlamak uğruna bir haberin üstüne bir muhabirle birlikte haftalarca yatmak... Bunların finanse edilmesi için gazetenizin para kazanması ge
Gazetenin bugünkü saysında ilginç bir şekilde, 3 genel yayın yönetmeni bulunuyor. Gazetenin kurucusu ve fikir babası Mehmet Y. Yılmaz, onun yardımcısı olarak başladığı görevini Genel Yayın Yönetmeni olarak sürdüren İsmet Berkan ve hala gazetenin genel yayın yönetmeni olan Eyüp Can.
Gazetenin en uzun süre Genel Yayın Yönetmenliği koltuğunda oturan ve ilk günden beri kurucu kadronun içinde yer alan İsmet Berkan bugün için özel olarak kaleme aldığı yazısında Radikal'in 18 yıllık macerasını yazdı.
İşte Berkan'ın Ömrümüzün 18 yılı... başlıklı yazısı:
Son olarak bu sabah başıma geldi. Yürüyüş yaparken yanında eşi ve çocuklarıyla birisi önümü kesti, "Daha lisedeyken sizin yazılarınızı okurdum" dedi.
50 yaşındayım ve bugün çoluk çocuğa karışmış insanların
gençliklerinde bir biçimde hayatlarına dokunmuşum. Mutlu mu
olmalıyım, kendimi daha da yaşlı mı hissetmeliyim, bilemiyorum
böyle durumlarda.
18 yıl geçmiş... Sahiden de dile kolay.
18 yıl önce bu vakitlerde, bugün benden bu 'son
yazı'yı isteyen editör arkadaşım Ali Topuz, "Ben
avukatlık yapmak istemiyorum, gazeteci olmak istiyorum"
diyerek karşımda oturuyordu.
Radikal'i çıkartacaktık, kadro oluşturmaya çalışıyorduk, çoğu iş
görüşmesini ben yapıyordum. Tecrübeli gazeteciler kadar
bilgili ve yetenekli ama gazeteciliğe yeni başlamış/başlayacak
insanlar da arıyorduk.
Çıkarmayı tasarladığımız, satır satır, sayfa sayfa, isim isim
özendiğimiz gazetemiz için belki on belki daha fazla reklam
ajansına 'brief' verdik. Mehmet Yılmaz, Yeşim Denizel ve ben
gidiyorduk genellikle ajanslara.
O ajanslardan olağanüstü güzel kampanyalar geldi. Ama bir
tanesi bizi can evimizden vurdu, Young&Rubicam Reklamevi'nin 'O
bir radikal' kampanyasıydı bu.
Ajanslardan gazeteye isim de önermelerini istemiştik; Y&R
Reklamevi'nin yaratıcı yönetmenleri Serdar Erener
ve Uğurcan Ataoğlu, 'Radikal' adını
öneriyordu.
Peki ama Radikal genellikle olumsuz anlamlar çağrıştıran
bir kelime değil miydi? Ve bir soru daha: Peki biz
radikal miydik?
İlk sorunun cevabını ajans da düşünmüştü, buldukları çözüm makul ve
iyiydi. Ama ikinci soruyu sadece biz cevaplayabilirdik.
İşte o noktada Mehmet Yılmaz'ın ne denli önemli ve iyi bir
lider olduğu ortaya çıktı. Bizi zaten o noktaya kadar
getirmiş olan Mehmet Yılmaz'dan ve onun vizyonundan başkası
değildi. Şu cümlesi beynime kazındı: "İnsan haklarının ve
çoğulcu demokrasinin eksiksiz biçimde hayata geçmesini talep etmek,
onun ötesinde taraf tutmamak bir Batı ülkesinde 'normal' olabilir
ama Türkiye 'de bunları savunmak bizi 'radikal' yapar. Yaparsa da
yapsın."
Bu inançla Aydın Doğan'ı da ikna etti Mehmet Yılmaz ve bu gazete
çıktı.
Yayımlanmaya başladıktan sadece dört yıl sonra, 2000 yılı
ekim ayında ben devraldım ve on yıl boyunca yönettim.
Bugün Türkiye hâlâ 18 yıl önceki gibi insan haklarının ve çoğulcu
demokrasinin eksiksiz biçimde hayata geçmesini beklediğine göre
aslında Radikal'in temel misyonu devam ediyor. Ama maalesef
Radikal bildiğimiz anlamıyla veda ediyor, yayınına internet
üzerinden devam edecek.
Bundan 18 yıl önce "İnsan hakları ve çoğulcu demokrasi
eksiksiz uygulansın" dediğinizde, sırf bu cümleyi kuruyor olmak
bile sizi 'bölücü', 'bozguncu', 'marjinal solcu' hatta
'anarşist-terörist' diye damgalamaya yeterdi; Radikal en azından bu
cümlenin bir temenni cümlesi olarak iktidardan muhalefete bütün
siyasetin diline girmesini sağladıysa bile bu bir
tesellidir.
Radikal'i hep bu temel cümlenin etrafında yönetmeye çalıştım.
Avrupa Birliği'ne tam üyeliği savunurken de başka kimsenin
yazmadığı başörtüsü dahil insan hakkı ihlallerinin peşine düşüp
onları bayraklaştırırken de Kürt sorununun eşitlik temelli
çözülmesi gerektiğini söylerken de bir siyasi parti veya anlayışı
değil bu temel ilkeleri gözetiyorduk.
Türkiye'nin başbakanı "İşkenceye sıfır tolerans"'
dediğinde onu övdük; aynı başbakan kendi eliyle kurduğu
'İnsan Hakları Yüksek Kurulu' çıkıntılık yaptı
diye onu kapatınca en ağır dille eleştirdik. Erdoğan
"Kürtlerin sorunu bizim de sorunumuzdur" dediğinde yanında olduk;
"Şemdinli'dekilerin şahitliği kabul edilemez" dediğinde
karşısında.
Türkiye'nin belki de en badireli 10 yılıydı 2000-2010 arası. Bugün
dahi o badirelerin atlatıldığı söylenemez. Bir büyük ekonomik kriz,
üstüne büyük bir siyasi altüst oluş... Darbe girişimleri,
varolduğu kadarıyla bile demokrasiyi tehdit eden ulusalcı
kutuplaşma, sanki ilkelere dayalıymış pozu veren ama aslında basit
bir iktidar savaşı olan mücadele, demokrasi vaatlerinin
araçsallaştırılması...
Bütün bunların arasında kendi kurucu ilkelerimizden taviz
vermemenin bir bedeli oldu. Günü geldi, ' Ak Parti
destekçisi' ilan edildik; günü geldi 'demokrasi mücadelesinde Ak
Parti'nin arkasında durmamak'la itham edildik, "Radikal
artık radikal değil" cümlesi sık sık telaffuz edildi. Ama bir
biçimde hep ana tartışma gündeminin belirleyicilerinden biri olduk.
Çünkü gazeteciliğimize yön veren temel ilkelerimizden hiç
vazgeçmedik. Bu gazetede medenice ifade edildiği sürece her
görüş kendine yer buldu.
Elbette onlarca, yüzlerce, belki binlerce hata yaptık. Kırdığımız,
üzdüğümüz, ciddi biçimde örselediğimiz insanlar da oldu mutlaka.
Bu, bir teselli midir bilmiyorum ama hatalarımızın hiçbiri
kasıtlı değildi; fark ettiğimiz anda hep özür dilemesini de bildik.
Fakat yine de yanlış haberlerden kaynaklanan hatalarımız olduysa
hepsinin sorumluluğu benimdir.
Bu gazetenin kurucusu ve temel ilkelerinin belirleyicisi Mehmet
Yılmaz oldu. Onun liderliği ve vizyonu olmasa Radikal de
olmazdı. Ben, Mehmet Yılmaz'ın Radikal'i hazırlamak için
seçtiği o ilk çekirdek ekibin bir üyesi olduğum için hep gurur
duydum. Daha sonra o ilkelerin sürdürücüsü olmaya çalıştım,
10 yıl boyunca bu gazeteyi yönettim.
Radikal'de çok önemli, çok değerli gazetecilerle birlikte çalışma
onuruna sahip oldum. Bir kısmı gazeteciliğe bizimle birlikte
başladı; birer yıldıza dönüşmelerini izlemek, onlara girdikleri
yolda köstek değil hep destek olmak gerçekten sevindiriciydi.
Zaten iyi gazeteciler olarak Radikal'e gelen ve bu gazeteye
çok büyük katkılar veren arkadaşlarımız da oldu elbet; onlarla
birlikte çalışmak hep bir gurur kaynağıydı.
Bana soracak olursanız Radikal için sonun başlangıcı 2001
ekonomik krizi oldu. Sadece Radikal de değil; bütün yazılı
basın için bir anlamda milat, bir anlamda 'sonun
başlangıcı' oldu o kriz şartlarında ayakta kalmak için
yapılan tercihler.
Benim, 'Daha az haber daha çok görüş ve slogan'
diye özetlediğim bu anlayış maalesef Radikal'i bir yola soktu ve
oradan geri dönmek, tekrar normal bir patikada daha çok ve kaliteli
özgün haberle okuyucusunu aptal yerine koymayan, ona yön vermeye
çalışmayan bir gazeteye geri gelmek mümkün olmadı.
Daha çok ve kaliteli haber yayımlamak yerine daha çok görüş
ve manşetlerde slogan atmak, okuyucunun bir bölümünü
uzaklaştırırken kalanını da daha fazla slogan ister, daha fazla
taraflı olmayı talep eder hale getirdi. Bize rakip olarak çıkan
gazetenin adının 'Taraf' olması hiç de şaşırtmadı
beni.
Gazetecilik yapması pahalı bir iş. Haberleri söküp
almak, onları derinleştirmek, eksik unsurlarını tamamlamak uğruna
bir haberin üstüne bir muhabirle birlikte haftalarca yatmak...
Bunların finanse edilmesi için gazetenizin para kazanması
gerek.
Aydın Doğan hep söyler: "Gazetelerin bağımsızlığının ve
kalitesinin yegâne güvencesi onların mali bağımsızlıkları, yani
para kazanan işletmeler olmalarıdır."
Bugün maalesef gelinen nokta, mali bağımsızlığın bir daha
sağlanamayacağına kanaat getirildiği, zararın daha fazla
taşınamayacağı bir nokta.
Kâğıda basılı, her sabah elimize alıp satır satır hatmettiğimiz
Radikal artık olmayacak.
Bırakın onu tasarlayan, onu yapan, orada yazan biri olmayı,
okuyucusu olarak bile hayatımızın 18 yılı kapanıyor. 18 yıl... Dile
kolay.
Hoşça kal.