İsmail Saymaz: TRT'ye çağrılmamak kanıma dokundu
Gazeteci İsmail Saymaz, 15 Temmuz darbe girişimi sonrası medyadaki süreci ve gündemi Hatice Kübra'ya değerlendirdi. En ağırına giden şeyi anlattı.
GAZETECİLER.COM- Hem yaptığı haberlerle hem televizyon tartışma programlarındaki performansıyla medya dünyasında sık sık gündeme gelen bir isim Hürriyet muhabiri İsmail Saymaz.
Radikal'in kapanma döneminden başlayarak daha çok medyayı, FETÖ yapılanmasını, Yeni Kapı ruhunu, biraz İslamcıları, biraz Kemalistleri derken güzel bir söyleşi gerçekleştirdik İsmail Saymaz'la.
CNN Türk ile telifli olarak anlaştığı için başka ekranlara çıkmayan İsmail Saymaz, "Aslında başka kanallara gitmeyi seviyordum" diyor. Her televizyonun farklı bir kitlesi olduğunu hatırlatan Saymaz, "En kanıma dokunan ise TRT'ye çağrılmamaktı. Ben kabul ederim, etmem ama niye çağırmıyorsun beni TRT'ye? Ben en son 2009 yılında bi çağırıldım. O dönemde basına özgürlük meseleleri konuşuluyordu, iktidarı eleştirdim. O gün bugündür çağırmıyorlar beni" dedi.
RADİKAL'İ EYÜP CAN MI BATIRDI?
Ben öyle düşünmüyorum. Radikal'le ilgili krizi 2007'den sonra yaşamaya başladık. Taraf gazetesi kuruldu ve yazarlarımızın, çalışanlarımızın bir kısmını götürdü. 2011'e kadarki süreçte bizi Taraf'la kıyasladılar. Taraf o günlerde liberallerin, kamuoyunun hoşuna gidecek, o tarihlerde aksi ispatlanması mümkün olmayan haberler yapmaktaydı. Ve biz onlarla yarışamadık. Bir Mehmet Baransu'muz, Ahmet Altan'ımız, keskin, vurucu cümlelerle yazılar yazan kimsemiz yoktu. Biz onu yapmazdık zaten. Bize o haberler gelmezdi çünkü bir defa yapsak ikincisinde kuşkulanırdık. Dolayısıyla bu rekabette biz yenildik. İlk ciddi sarsılmamızı o zaman yaşadık.
2011'de İsmet Berkan artık yorulmuştu ve gazetenin ekonomik olarak kaybını önlemek için Eyüp Can'lı bir formül denediler. Eyüp Can geldiğinde yeni yazarlar getirdi. Mesela Özgür Mumcu, Sırrı Süreyya onunla geldi. Belli ölçülerde bir düzeltme süreci oldu. 2013 yılında başka bir süreç başladı. Bu kez biz dijital teknolojinin karşısında yenik düştük.
17-25 Aralık'tan sonra da bütün medyaya yansıyan süreç bize de yansıdı. Artık o süreçte bir yandan haber yapmakla meşgulken bir yandan cemaat olgusuyla karşı karşıya kaldık. Radikal artık internetin karşısında çaresiz hale geldiği için ve Gezi sürecinde ve sonrasında insanlar haber almaktan çok tavır görmek istediği, biz de tavır gösteremediğimiz için gazeteyi kapatıp internete devam etmek zorunda kaldık. Bunu Eyüp Can'ın başarısızlığıyla açıklamak bana biraz haksızlık gibi geliyor.
Eyüp Can'ın FETÖ'ye yakınlığı biliniyordu. O dönem bu anlamda gazeteyi etkileyen bir durum söz konusu oldu mu?
Eyüp Can'ın cemaate yakınlığı Radikal'e başlamasından çok
önceydi Zaman yıllarına ait bir meseleydi. Ben Eyüp Can'ı 2011'den
sonra tanıdım. Ben çalıştığım dönem içerisinde Eyüp Can'dan
kaynaklı bir cemaat baskısı görmedim. Benim haberlerime böylesi bir
sansür uygulanmadı ki o dönemde Hanefi Avcı'yla ilgili, İlhan
Cihaner'le ilgili cemaatin rahatsız olacağı haberler yaptım. O
günlerde polis şiddeti haberlerim nedeniyle bugün tutuklu olan
polis şefleri beni tutuklayacaklardı. Olmadı, yapamadılar. Yine o
günlerde Ahmet Şık'ın kitabının Ertuğrul Mavioğlu'nda olması
nedeniyle gazeteye polisler geldi. Bunları o dönemde yaşadık
mesela. Öyle cemaat zırhı altında olsaydık bunları yaşamazdık diye
düşünüyorum.
DOĞAN MEDYASI'NDA KRİPTO
FETÖ'CÜ VAR MI?
15 Temmuz'dan sonra medyanın içerisinde de kripto FETÖ'cüler olduğu iddiaları çoğalmaya başladı. Doğan Medyası içerisinde de kripto FETÖ'cüler olduğu iddia ediliyor. Ne diyorsun bu iddialara?
Fethullah Gülen yapılanmasının sızmadığı, sızamadığı, karar
süreçlerinde yer almak bakımından sızamadığı; gazeteyi çıkarmak,
televizyonu, yayın masasını oluşturmak bakımından sızamadığı ya da
en az sızabildiği yer derseniz belki de Doğan Grubu'dur. Doğan
Grubu, çalıştığım Radikal gazetesi, şu an içinde bulunduğum
Hürriyet gazetesi gittiğim CNN Türk'te gördüğüm kadarıyla karar
süreçlerinde herhangi bir Fethullahçı'yı ne dün gördüm ne bugün
gördüm. Ve onların böylesi bir etkisinin olduğunu hiç
düşünmüyorum.
Fakat siz adliyede, emniyette, şurda, burda cemaatçileri istihdam
ederseniz gazeteci onlarla muhatap olmak zorunda kalır. Bundan
ötürü de bir cemaatçi ithamı yapılamaz. Eğer böyle bir ilişki
kuracaksanız da Yeni Şafak'ı, Star'ı, Sabah'ı kapatmak zorunda
kalırsınız. Çünkü bunların hepsi oralarda pozisyon aldılar.
Cemaatin bence medyayı kontrol ettiği bir aygıtı, bir medya abisi,
medyadan sorumluları da vardı. Bunların kim olduğunu aşağı yukarı
tahmin ediyoruz.
Kim mesela?
İsim vermek istemiyorum ama Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı'nın bu amaçla hizmet verdiğini tahmin edebiliyorum. Medya algısının oluşturulması için bazen bazı işyerlerine adam sokmak, bazen medya gruplarını dışardan kontrol etmek gibi bir aygıtı vardı diye düşünüyorum. Çünkü biz 2011-12 yıllarında Ahmet, Nedim tutuklandığında örneğin bir basın toplantısı yapmaya çalışıyoruz yabancı gazetecilerle, aynı hafta Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı alternatif bir şey yapıyor bizi engelleyebilmek için.
Öte taraftan bazı editörler, muhabirler, gazeteciler arasında bir paralel hat olduğunu düşünüyorduk biz. Aynı haberler aynı yerlerde kelimesi kelimesine aynı çıkıyordu. Ve sonra farkettik ki adliyeden ve emniyetten dağıtılan imzasız bilgi notları üzerinden bu servis ediliyor. Hatta polisler bir haber masası kurmuşlar, kendileri haber yazıyorlardı muhtemelen ve bu haberler bir mail hattı üzerinden dolaşıma sokuluyordu. Bu süreç 2007'den başladı 17 Aralık'tan sonra başka bir biçimde devam etti. 17-25 Aralık'a kadar AK Partililerin de içinde olduğu bu hat 17 Aralık'tan sonra cemaatçiler ve onların haber yaptırmayı mümkün gördüğü kişiler üzerinden bu ağı sürdürdüler.
17-25 Aralık sonrasındaki bu haber ağına Cumhuriyet gazetesi dahil miydi sizce?
Sanmıyorum. Ben Can Dündar'ı son süreçte tanıdım ama Cumhuriyet
personelinin bir kısmını iyi tanırım. Erdem Gül'ü daha eskiden
tanırım çünkü Radikal'den gitti Cumhuriyet'e. İkisinin de
dünyasının cemaatle bir yeri yoktur. Cemaatle aynı sokaktan geçmiş
değillerdir. Erdem abi için bunu kesinlikle söyleyebilirim. MİT
tırları ile ilgili görüntülerin kendisini yayınlamak bir başına
gazeteciyi de gazeteyi de cemaatçi kılmaz. Bu operasyonu cemaat
yaptı, görüntüleri cemaat servis etti. Böyle bir genellemeyle ve
çıkarımla gazeteci mahkum edilemez. Gazeteci habere bakar. Siz
haber yapmayabilirsiniz ama bu evrensel koşullarda bir haberdir.
Nerden alındığına, kimden geldiğine gazeteci bakmaz, gazeteci bunun
doğruluğunu teyit eder.
Açık alanda Zekeriya Öz aleyhinde ilk yazıyı yazan Can Dündar. Dolayısıyla bugün Cumhuriyet'i sadece bu haber üzerinden cemaatçi yapmak abes bir durum. Cemaatçi arıyorsanız açalım AKP gazetelerini. Hangisi Zaman'ın etkinliğine gitmemiş, hangisi olimpiyatlara gitmemiş, hangisi Pensilvanya'ya gitmemiş, hangisi Fethullah Gülen'e övgü düzmemiş. Bugünden geriye doğru en sert olanlar bile geçmişteki yazılarını siliyorlar. İşte Ahmet Kekeç, geçmişten geriye doğru Star'da o yazının linki yok.
"AKP'NİN 15 YILLIK HİKAYESİNİ ANLATAN BİR MARŞLARI BİLE YOK"
15 Temmuz'dan sonra bir Yeni Kapı ruhu oluştu. Herkes de memnundu bu ruhtan fakat son günlerde Yeni Kapı ruhu bozuluyor söylemleri gündeme gelmeye başladı. Sence Yeni Kapı ruhu bozuluyor mu?
Kendi normaline dönüyor Türkiye. Ben o mitinge gittim. O miting
ağırlıklı Adalet ve Kalkınma Partisi kitlesi ve Recep Tayyip
Erdoğan'ı sevenlerdi. Öncelikle Recep Tayyip
Erdoğan motivasyonu vardı. Bunu olumlu, olumsuz diye
nitelemiyorum ki; bence olumlu. Onun yanısıra ikinci büyük grup
olarak MHP'liler vardı. Çünkü MHP'liler bu darbe girişimini her ne
kadar özelde AKP'ye yapılsa da kendilerine yapılmış saydılar
dolayısıyla bu o kitlenin orada olmasını sağladı. Kaldı ki
AKP 15 yıllık hikayesine rağmen bir şarkı bile bulamadı
henüz. O mitinglerde Mustafa Yıldızdoğan'ın Ölürüm Türkiyem'i,
MHP'nin 20 yıllık şarkısını çaldılar. MHP'lilerin
söylemleri dirildi. Düşündüm 94 yılında ben Ölürüm Türkiyem'i
söylüyordum 2016 yılında tekrar karşıma çıktı.
"SALİH TUNA
HAKLIYDI"
O kadar haksızlık etmeyin var aslında şarkıları.
Var da çok az. Kendi marşı yok, Recep Tayyip Erdoğan sloganından başka sloganı yok. Çünkü hep Recep Tayyip Erdoğan kültü üzerinden yürüyor. Şiir bile yazmamışlar. Boşuna mı Salih Tuna, "hani marşlarınız, hani duvar yazılarınız" dedi. Yok çünkü, çıkmıyor.
Haklı mıydı yani size göre Salih Tuna?
Haklıydı tabi, çıkmaz. Boşuna temenni ediyor, çıkmayacak.
Nasıl bu kadar eminsin?
96-97 yılında Rize'de Kanal 2000 ve Radyo 2000 vardı. Ben Radyo 2000'de bir süre Faziler Partililer'le programcılık yaptım. Edebiyat programı yapıyordum ve o günlerde bizim en çok çaldığımız kaset Recep Tayyip Erdoğan'ın şiir kasetiydi. O dönemler muhalif olmanın, protest olmanın İslami kitlelerde karşılığı vardı. Müzik grupları vardı. Şimdi AK Parti'ye bağlanmış kitleler o zamanlar Müs-Genç'ken falan sol gruplarla sahneye çıkarlardı, "Amerika katil katil"i söylerlerdi. Ama bu protest duruşlar bir yanıyla Özgürder üzerinden bir yanıyla insanı yardım vakfı üzerinden iktidarın neocon'una dönüştüler. İktidar onları bu protest kimliğinden çıkarıp kamuda bir rol sahibine dönüştürdü. Neye itiraz edecekler artık? Siz 15 yıllık iktidar döneminde elinizdeki kadronun hepsini devlete taşıdınız. İtiraz mefhumu ortadan kalkmış bir kere. Ee Atatürk karşıtlığı, laiklik karşıtlığıyla zaten cemaati büyüttünüz. Bundan sonra 15 yıllık hikayeden ne çıkar? İnşaat çıkar, HES çıkar. AKP toplamda hikayesini nasıl anlatacak? Yarın bu dönem, bu parantez kapandığında öbür kuşağa ne diyecek? Çift şeritli otoyol, şu kadar HES, şu kadar inşaat. Bunun dışında edebiyat adına ne var?
Sana göre hiç yok yani?
Haksızlık da etmeyim. Cins diye bir dergi çıkarıyor İsmail'ler
(Kılıçarslan). Okunabilir bir dergi. Ama bir zamanların Gerçek
Hayat dergisi çok okunur bir dergiydi, okurdum. Şimdi mesela Yeni
Şafak gazetesinin haftalık eki gibi. Bazen Takvim eğilimleri bile
görüyorum. Dolayısıyla İslami hareket devletleşirken ve merkeze
çekilirken bütün itirazlarını, sisteme dair bütün şerhlerini
ortadan kaldırdı. Şimdi ne şarkısı olur, ne şiiri olur. Sonra siz
ilk darbeyi yediğinizde elinizde MHP'nin Ölürüm Türkiyem şarkısı
kalır.
CUMHURİYETÇİ KİTLE
DARBEYE KARŞI ÖNEMLİ ROL ALDI
Peki Yeni Kapı ruhuna dönelim. "Bozuldu mu?" demiştim...
Yeni Kapı'da üçüncü grup CHP'lilerdi. CHP'liler az gelmişlerdi
ama kendi bulundukları yerlerde net bir darbe karşıtı tavır
sergilediler. Bence bunların arasında çok önemli iki fonksiyon
vardı. Biri Cumhurbaşkanı'nın "sokağa çıkın" çağrısı,
ikincisi CHP'lilerin gösterdiği duruş. Çünkü darbe 15
Temmuz öncesindeki çatlağa istinaden yapıldı. Kutuplaşmadan ve
Tayyip Erdoğan karşıtlığından yararlanacaklardı. Yolsuzluk ve savaş
suçları bahanesi üzerinden Cumhuriyetçi ve laik kitleleri kendisine
yedekleyecekti. Planı buydu. Ama Atatürkçüler Fethullah Gülen
ismini duydukları anda geri çekildiler. O alanı boşalttılar ve
darbe boşa düştü. Darbenin toplumsal tabanı yok. Toplumsal
karşılığı olmayan darbe başarısızdır. İlk geceden itibaren o
sahneyi boşaltan Cumhuriyetçi kitleler burada en önemli rol sahibi.
Onlar doğaldır ki Fethullahçı bir darbeden, kendi kurduklarını
düşündükleri Meclis'in bombalanmasından, sokaklarda terör
yaratılmasından nefret ettiler ve tavır aldılar. Ama bu Tayyip
Erdoğan'a ısındıkları anlamına gelmiyor.
ATATÜRKÇÜLER ERDOĞAN'I
DİNLEMEYE BAŞLADI
Hiç farklılık olmadı mı 15 Temmuz'dan öncesiyle?
Bir farklılık oldu. Eskiden Tayyip Erdoğan'ı hiç dinlemiyorlar,
televizyonu kapatıyorlardı. Şimdi dinlemeye başladılar "ne
diyor?" diye. Tayyip Erdoğan'ı ne kadar dinleyip
dinlemeyeceklerini ise biz ileriki günlerde Tayyip Erdoğan'ın
hareketlerine göre göreceğiz. O ne yapacak da nasıl bir tavır
alacaklar. Çünkü her ne kadar AK Parti kitlesi Tayyip Erdoğan'la
bağlı ise CHP kitlesi de Tayyip Erdoğan düşmanlığıyla bağlı. Bunlar
ortak bir paydada bir araya geldiler. Ama bu önümüzdeki günlerde
kamusal alanın düzenlenmesinde, rollerin dağıtılmasında buna "evet"
diyecekleri anlamına gelmiyor. Yani bir yandan demokrasi kendi
normaline dönecek. Bundan da korkmamak lazım, sonuçta demokrasi
çıkar kavgalarının partiler üzerinden yürüdüğü sistemdir. Bence
Yeni Kapı ruhu denilen darbecilerden demokrasiyi geri almaktı.
Demokrasi tam da bunun için var.
KEMALİZM NEDEN
KÖPÜRTÜLÜYOR?
Türkiye bir darbe atlatmış, bir yandan şehitler geliyor bir yandan Suriye meselesi. Ülke böyle zorlu bir süreçten geçiyor ama tartışma programlarında ve medya kanalıyla bir Kemalizm köpürtmesiyle karşı karşıya kalıyoruz. Nereden çıkıyor bu?
Kemalistler yaklaşık 6-7 yıl çok ezildiler. Kamudan atıldırlar,
bürokrasiden dışlandılar. 2007'den sonra Kemalist kimlik nerdeyse
her yerde ilkellik olarak tarif edilip, çiğnenirken, geçmişe
yönelik her türlü zorbalık Kemalistler'in hesabına yazıldı. Onlar
oldum olası liyakate çok inanırlar. Sınav sistemleriyle oynandı ve
onlar hakettikleri halde devlette yer bulamadılar. Devletle
özdeşleşmiş bir kimlikten söz ediyorum. Ve bir zorunluluk olarak
sivil alana yayıldılar. Kemalistler'in sivil alana yayıldığı hiçbir
noktada seçimle kaybetmediler. İstanbul Barosu seçimlerini en
Kemalist aday 3 seçimdir kazanıyor. Bulundukları her sivil alanda
başarılı oldular ve bunun sonucunda da Gezi Parkı oldu. Gezi Parkı
böyle bir ayaklanmaydı bunu iktidar bile anlayamadı.
GEZİ'DE KİTLELERİ
KEMALİSTLER SEFERBER
ETTİ
Gezi Parkı Kemalistler'in ayaklanması mıydı?
Tabi, laik orta sınıfın ayaklanmasıdır o. Çok açıktı. Laik orta sınıfın kimliğine saldırılmış, haksız mahkemelerde eziyete uğramış, devletten koparılmış ve sınav sistemiyle değişik biçimlerde konumunu kaybetmiş geniş bir kalabalığın isyanıydı.
Peki o zaman Gezi için "içinde her kesimden insanın bulunduğunu bir eylemdi" söylemini nereye koyacağız?
Seferber etme gücü var çünkü. Kemalistler, Türkiye'nin aslında Batı'ya en açık topluluğu ve bir siyasal kimlikten öte laik yaşam tarzını benimsetmeleri itibariyle çok başarılılar. Türkiye'nin yarısını da laik yaşam tarzına kattılar. CHP'ye oy versin vermesin. AKP içersinde de var bunun etkileri. Çok açık kendisini gösterdi ki Türkiye'nin Bayburt ve Bingöl'ü hariç bütün şehirlerinde sokağa çıkma kabiliyeti gösterebilen çok güçlü bir yapı. Dolayısıyla bu isyan bu yapının eseriydi. Kemalistler böylesi bir dönemden geçtiler ve tarih karşısında haklı çıktılar. Şimdi bu haklı olmanın hesabını soruyorlar. Bunun karşısında AKP'de temsil edilen siyasal İslam, o da bunun kadar köklü bir hareket. Türkiye'nin kurucu eğilimlerinde biri. O da buna karşılık ondan önce Kemalistler tarafından eziyete uğradıklarını açıklamakla meşguller. Dolayısıyla 150 yıllık kavgayı dönüp duruyoruz biz.
Darbe girişiminden sonra bu kavganın yeniden alevlenmesi normal mi?
Evet, Türkiye normaline dönüyor. Bu tartışmaların yeni baştan açılması bence çok sorunlu değil. Türkiye her kritik eşikte bu tartışmaları yaptı. Bu 40'larda, 60'larda, 70'ler, 80'ler de tartışıldı. Biz severiz bu tartışmayı. Çünkü kurucu iki ekolün tarihi tartışmasıdır bu. Bunun orta yolu bulunacak. Bu da tartışılarak olacak. Bundan çok rahatsız olmamak gerekir. Ha, bazı söylemler çok yanlış yere varıyor. Bazen karşılıklı haksızlıklar yapılıyor.
Mesela?
Bazen genelde İslami çizgide olan arkadaşlar Atatürk'e olan,
Kemalizm'e olan haklı, haksız (bence haksız ama) eleştiri dozlarını
bütün tarihsel gerçekliği inkar edecek vaziyette yapıyor. Ve bazen
yapılmamış olanları yapılmış gibi anlatıyorlar. Öyle bir dramatik
Türkiye çiziyorlar ki bundan geriye doğru sanki camiler
kapatılmıştı, sanki müslümanlar çalışma kamplarına sürülmüşlerdi,
sanki toplandıkları otellerde yakılıyorlardı. Böyle dramatik bir
tablo çiziyorlar işte bu dramatik tablo doğru değil.
KEMALİSTLER NEYİ
ISKALADI?
Aynı tutum Kemalist çizgidekiler tarafından da sergileniyor. "İslamcılar Kemalistler tarafından hiç ezilmemiş, eziyete uğramamış" Böyle mi diyeceğiz?
Hayır, eziyete uğradılar. Kemalistler tarafından değil, devlet tarafından uğradılar.
İyi de o zaman devletin sahibi Kemalistlerdi.
Ne zaman?
Mesela en yakın 28 Şubat var.
O zaman iktidarda kim vardı? Cumhurbaşkanı Demirel'di.
İktidar olmak her zaman devlette muktedir olmak anlamına gelmiyor. 28 Şubat döneminde İslami kesime yapılan tüm eziyetler laiklik adına yapılmadı mı?
Bunlar asker tarafından zorlayıcı ve ceberrut uygulamalardı doğru. O dönem devlet bunu laiklik adına yaptı ve bu zorbalıktı. Bunu tesbit gerekiyor. Bazen Kemalistler'in şunu ıskaladıkları oluyor; Türban uygulamasının aslında üniversiteli gençler üzerinden Anadolu'ya nasıl bir yansıması olduğunu görmediler, göremediler. Biz yaşadık o günleri. Okulumuzda türbanlı kızlar kapıya kadar gelip, türbanını çıkarıp giriyordu ama içerde mescit vardı biz namazımızı kılıyorduk. Bu esasında İstanbul Üniversitesi'nden Anadolu'ya yayılan bir durumdu. Kemalistler bunu anlayamadı. Bazılarının ailesinde türbanlı yoktu, bazıları da "benim annem de örtülü" diyerek yaklaştı olaya. Böyle bir mesele değil bu. Bunun bir hak olduğunu, insanlar bunu talep ederlerse pekala kamuda da bu haklarını yerine getirebileceklerini görmek istemediler. Bu bakımdan bence acıyı görmemek gibi bir duruma düştüler.
Bir diğeri de şuydu; tarikat olgusundan, cemaat olgusundan, sıradan İslam'ın Anadolu'daki karşılığından bazıları bihaberdi. Mesela Ramazan'da iftar programında çocuğunda iftar masasında olmasından "çocuklara da mesaj veriyorlar" diyerek kaygılananlar vardı. Oruç tutmayınca, oruç tutan bir ailede büyümeyince bunu anlayamıyor insan. Ben hevesle tuttum 11 yaşımda. Bunu bilmeyince olmuyor işte. Anadolu'daki varlığı, yaşayışı bilmeyince aslında sıradan, gündelik İslam'ın pratiklerinden haberdar olmayınca yapılan her şeyi gericilik zannediyordu. Ve bu korku da canlı tutuldu. Eğer onu normalleştirebilseydi, sıradan İslam'la Ecevit mesafesini kurabilseydi o bu kadar krizle atlatılmazdı. Ama hala bazen şaşırıyorum.
Neden?
Çok dünyayla teması olan, açık görüşlü insanların mesele din ve
dindarlar olduğunda çok kaba laflar ettiklerini görüyorum,
şaşırıyorum. Çünkü hiçbir zaman demek ki yolları Erzurum'a,
Rize'ye, Kayseri'ye düşmemiş. Hatta İstanbul'da yaşayanın bile
kafasını uzatıp Gazi Osman Paşa'yı görmediğini düşünüyorum. İftar
sofrası ne demek, cuma namazı ne demek, cuma namazında yola taşan
saflar ne demek, bu vakadan çok uzak. Bu bihaberlik durumu bir
zaman sonra kibir ve üstten bakmaya ve devletin de yurttaşına
tepeden ve kibirle bakmasını arzu etmesine yol açıyor. Doğru
laiklerde de Atatürkçüler'de de bu arazlar var.
İKİNCİ KEZ DARBEYE
TEŞEBBÜS ETMENİN BEDELİ AĞIR OLUR
Geçen hafta emekli Albay Atilla Uğur'un ikinci darbe iddiaları çok ses getirdi. Sence ikinci bir darbe ihtimali var mı?
Ben sanmıyorum. Bu, iktidara darbe soruşturması ve FETÖ soruşturması ile ilgili cesaret verecek, iyi bir malzeme verecek. Ama "ikinci darbeyi kim yapacak?" denildiğinde "özel güvenlikçiler yapacak" deniliyor. Böyle bir şey olabilir mi? Zabıtayla, özel güvenlikle darbe mi olurmuş? Darbe ordunun bir gücüyle bile tek başına olamadı. Evet cuntalar başarılı olur ama bir toplumsal karşılığı olacak. Bu toplumsal karşılık yok. Bu ülkede değil Fetullah Gülen'in talimatıyla yapılacak darbenin karşılığı, artık Fethullah Gülen'den gelen selamı bile kimse almaz. Değil ki darbesine evet diyecekler.
Darbe olduğunda ne olacağını anlamıyorlar, eskisi gibi Twitter çalışacak zannediyorlar. Darbe olduktan sonra da biz muhalefetimizi sürdürürüz sanıyorlar. Öyle olmayacaktı. Darbe olduğunda Meclis kapatılacak, partiler kapatılacak, siyasiler hapse atılacak. Hehangi muhalif bir hareket silahla bastırılacak, ülke zindana dönecek ve bir adım sonrası silahlı isyan. Dolayısıyla ülkeyi iç savaşa götürürdü bu. Biz böyle bir eşikten döndük ve bunu görmüyorlar. Buna kalkışmanın, hele ikinci kez teşebbüs etmenin bedeli çok ağır olur. Fakat siyasi iktidar bazı hususlarda bana göre eksik davranıyor.
Hangi konularda eksik davranıyor?
Tamam iktidar şayet şüphe görüyorsa memuru da alsın, öğretmeni de alsın, buna diyeceğim bir şey yok. Fakat Amerika'daki parlamenterler toplantı yapıyor, Fethullahçı birini çağırıyorlar. Ben beklerdim ki iktidar kendi parlamentomuzda "Amerika'nın darbelerde rolü ve 15 Temmuz'la bağı" diye bir oturum yapsın. Bunu yapmıyorlar. BM'de Nikaragua Devlet Başkanı'na FETÖ ne ifade eder? Bunu orda anlatmaktansa Türkiye Meclisi'nde Amerika'nın bütün darbelerle ve özellikle 15 Temmuz'la bağını tartışalım. Biraz daha özgüvenli. Ama tabi şöyle bir sorun da var. Mesela yurtdışından gazeteciler geliyor ve bizimle konuşuyorlar. Ben Batılıları ülkemde darbe olduğuna ikna etmek zorunda mıyım? 250 insan ölmüş, Meclis bombalanmış hala "darbe oldu mu?" diyor. İnsan sinirleniyor yani. Ama bu yine AKP'liler yüzünden.
Batı'yı darbe konusunda ikna edemediği için mi?
Çünkü darbeci dedikleri insanları iki yıl öncesine kadar barış elçisi diye gezdirdiler. Amerika'da gittiler, heyet kurdular. Fethullahçıların organizasyonuna büyükelçiler gidiyor. "Bakın bunlar muteber insanlar" diye onlar tanıtılıyor. Türkiye'nin büyükelçiliğinin olmadığı yerlere bunlar için uçak uçuruldu, dünyayla temas bunlar sayesinde kuruldu. Batılılar da diyorki "ya siz iki yıl öncesine kadar bunlara barış elçisi diyordunuz şimdi darbeci diyorsunuz".
Şimdi Batılılar geleneksel Türkiye'ye olan soğuk bakış ve bilhassa Recep Tayyip Erdoğan'a olan nefretleri yüzünden Türkiye'deki darbeye biz "öyle bir şey olmadı" diyelim diye bekliyorlar. "Darbe olmadı bir münakaşaydı" falan dememizi istiyorlar sanırım. Batılılarda böyle bir algı var ve bu bir türlü değişmiyor.
Sana da yurtdışı basından bu tür teklifler geliyor mu?
Tabiki. Bana Almanya'dan panel teklifi geldi "bizim burdakiler
darbeyi anlayamıyorlar lütfen gelin objektif olarak gelin siz
anlatın" diye. Bir darbe başka nasıl anlatılır? 250 insanın
ölümü yetmez mi, Meclis'in bombalanması yetmez mi? Demek ki
yetmiyor. Burda iktidarın büyük kabahati var, özel olarak
kendisini hedef almış bir darbeyi bile anlatamıyor.
"KENDİ DARBEMİZİ BİLE
ANLATAMIYORUZ"
Kendi darbemizi bile anlatamıyoruz böyle tuhaf iş görmedim ben.
Ne bekleniyor? Daha düne kadar sahte planlarla, sahte dijital
belgelerle olmamış darbelere ikna olmuş Avrupa kamuoyu bugün gerçek
tanka, gerçek uçağa, vurulmuş Meclis'e, öldürülmüş 250 insana niye
inanmıyor? Bunun bir sebebi Türkiye'ye olan oryantalist
bakış çok doğru. Bir diğeri Recep Tayyip Erdoğan nefreti bu da
doğru. Bizi hala uydu ülke falan zannediyorlar, bu da
doğru. Ama bir taraftan da bizim kendi iç iktidarımızın,
iç siyasetimizin de büyük payı var. Geçmişte cemaatle öyle ya da
böyle tuhaf ilişkilere girmiş insanlarla bu yapılamaz.
Cemaat niye ikna edemedi kamuoyunu 17-25 Aralık'tan sonra. Çünkü
geçmişte Ergenekon ve Balyoz darbelerinde ne kadar pis işe bulaşmış
insan varsa onlarla demokrasi yapmaya çalıştı. Siz Balyoz
askerlerinin aileleriyle dalga geçen Büşra Erdal'dan 17-25
Aralık'tan sonra Türkiye'de görüşleri nedeniyle eziyete uğramış
gazeteci prototipi çıkaramazsınız. Çıkaramadılar zaten,
kimse arkasından su dökmez, dökmediler de. Aynısı AKP için de
geçerli. 17-25 Aralık'tan sonra bile Fethullah Gülen'e methiye
düzmüş insanlarla bugün FETÖ'nün nasıl bir terör örgütü olduğunu
anlatmaya çalışıyorlar. Anlatamazsınız.
TRT'YE ÇAĞRILMAMAK KANIMA
DOKUNDU
Peki ülke gündemini bir tarafa koyup biraz senden bahsedelim. CNN Türk'le telifli olarak anlaştın, artık seni diğer televizyon kanallarında göremeyeceğiz.
Aslında bu kötü oldu (gülüyor) iyi oldu da ben aslında başka
kanallara gitmeyi seviyordum. Beni en son Ülke TV'den bir arkadaş
çağırmıştı, fırsatım olmadı, gidemedim. Keşke gitseydim.
Habertürk'te mesela daha farklı bir kitle var, Halk tv'de daha
türdeş bir kitle var. Ben bunların hepsine gidiyordum. Çağırılan
neresi olursa olsun, Can Erzincan hariç tabi gidiyordum. En kanıma
dokunan ise TRT'ye çağrılmamaktı. Ben kabul ederim, etmem ama niye
çağırmıyorsun beni TRT'ye? Ben en son 2009 yılında bi çağırıldım. O
dönemde basına özgürlük meseleleri konuşuluyordu, iktidarı
eleştirdim. O gün bugündür çağırmıyorlar beni. Tabi o dönem cemaat
hakimdi.
Ben ne Sayın Cumhurbaşkanı'na, ne Başbakan'a ne partisine, ya da karşı görüşten herhangi birisine hakaret eden biri değilim, küfreden biri değilim, özel hayatına giren biri değilim, alçaltan, hakkında iftira atan biri değilim. Farklı düşünüyorum tamam, farklı düşünmemin bu ülkeye ancak herkesinki gibi katkısı olur. Beni niye çağırmıyorsun kardeşim sen? Kanal 7'yi, Ülke TV'yi anlarım, orası özel teşebbüs ama TRT beni bağlar yani benden para alıyor. O zaman benden para alma, ben paramı uygun yere yatırayım. Şimdiden sonra CNN Türk'ün düzenli yorumcusu oldum sözleşmem gereği başka yere gidemiyorum.
TRT'de dahil mi buna?
Yok artık çağırsalar da gidemem.
GAZETECİ OLMAKTAN BAŞKA
BİR ŞEY BİLMİYORUM
İsmail Saymaz gazeteci olmasaydı ne olurdu?
Ben öyle bir şey bilmiyorum. Ali Sabancı'ya birgün sormuşlardı "zengin olmasaydın da fakir olsan ne olurdu?". "Ben hep zengindim, fakir olmayı hiç bilmiyor ki" demiş.
Çocukken maket ödevi verirlerdi ben Star diye bir gazete
yapmıştım. O dönem "evinize kaç gazete giriyor?" diye sorardı. Bu
soruya cevap verebilmek için gidip Türkiye gazetesine abone
olmuştum. Türkiye Gazetesi o zaman esnafa çok dağıtılırdı.
Lisedeyken birkaç politik yayında yazmaya başladım, radyo yayını
yaptım, yerel gazetelerde çalıştım ondan sonra öyle oturdu.
İletişim fakültesini kazandım, Konya'da devam ettim, İstanbul'a
geldim devam ettim. Aralıksız 16 yaşımdan beri bu işle uğraşıyorum.
20 yıl olmuş. Gene aralıksız 1999-2000'den beri gazetecilik yaparak
geçiniyorum. Ben gazetecilikten başka hiçbir iş yapmadım. Kendimi
de bu işi yaptığım süre boyunca gazetecilik dışında başka bir
kimlikle tarif etmedim. Ne düşüncelerimden, ne inancımdan ötürü
kendimi kimliklendirmeye başvurmadım buna izin de vermedim. Bunun
için de titiz davrandım. Mesela gazetenin karşılamadığı hiçbir
geziye gitmedim. Herkesin gittiği Chavez'in son seçim mitingine ki
Chavez'i de çok severim, Türkiye'den bir uçak dolusu gazeteciyi
çağırdılar. Ben Chavez karşıladığı için gitmedim. Bunun uzanımı
olarak kitap yazmak, televiyon yorumculuğu, dergide yazı yazmak
dışında başka bir iş de bilmiyorum. Şu an işten atılsam yine gider
sadece bir gazeteye başvururdum.
DÜN UÇAĞA BİNENLERİN BİR
KISMI BUGÜN FİRAFİ
Bu dönemde yaşamasaydın hangi dönemde yaşamak isterdin?
1920 Ankara'sında yaşamak isterdim. Çok zengin bir dönem. İnsanlar okumadığı için bilmiyorlar, çok güzel bir dönem. Yani varlık yokluk mücadelesinde kavga veren biri olmak isterdim. O dönemin sıradan insanlarından biri olmak. Hem yeni bir şeyin kuruluşuna katılmak hem de kendini özgürce ifade etmek. Malesef bu kısa sürdü.
1975 sonrasında Uğur Mumcu'nun aldığı pozisyona benzer, hem eleştiri dozunu canlı tutan ama aynı zamanda kimden gelirse gelsin silaha, şiddete karşı çıkan bir pozisyonu korumak isterdim. O dönemde o lazımmış. Şimdi dönüp bakınca "insanlar 12 Eylül'e niye ikna oldu, bu kadar çabuk niye hazırdılar?" diye sorunca can kaygısıymış, korkuymuş diye anlıyorsun. 12 Eylül olmadan bunu ortadan kaldırmak lazımmış, gazetecilik belki buna yetermiş, belki... Yani yetmezdi de...