İsmail Küçükkaya'dan ne istiyoruz?..
Sevgili Küçükkaya… “Benden bir beklentiniz mi var” diye soruyorsun?.. Kardeş… Akıllı ol!..
GAZETECİLER.COM – Sevgili İsmail Küçükkaya;
Mektubumuza bilinen bir öykü ile
başlamak istiyoruz…
Nasrettin Hoca bir gün komşusundan tencere ister ödünç olarak…
Aradan birkaç gün geçince
komşusunun tenceresini iade eder…
Komşu, tencereyi aldığında
kapağını kaldırır ve içinde bir küçük tencere daha
görür:
“Bu nedir Hoca?”
“Senin tencere
doğurdu”…
Komşu sesini çıkarmadan iki
tencereyi de alır…
Bir süre sonra Hoca aynı
komşusundan kazanını ister ödünç olarak…
İlk tencere doğurdu ya… komşu
severek koşar getirir kazanı…
Aradan uzun zaman geçmesine rağmen
Hoca kazanı iade etmez…
İki kazan birlikte bekleyen komşu
daha fazla dayanamaz soluğu Hocanın evinde alır…
Kapıyı çalar… Az sonra Hoca kapıda
görünür:
“Benim kazanı soracaktım da
Hocam…”
Hoca yüzünü asar… Gözlerine,
kaynanasını becermiş damat mahcubiyetini yükler:
“Senin kazan öldü
komşu”…
Komşu, söğüşlediği adamı başka
kadınla görmüş fahişe gibi şaşırır:
“Yahu hocam hiç kazan ölür
mü?”
Hoca adamın yanağını
okşar:
“Seni gidi köftehor seni…
Tencerenin öldüğüne inanıyorsun da kazanın öldüğüne neden
inanmıyorsun?”
Sevgili İsmail Küçükkaya…
Sana “Köftehor” demek haddimize değil…
Sana “Köftehor” demek haddimize değil…
Hatta hiç kimseye söylemeyiz o
sevimli sıfatı ama…
Göreve geldiğin ilk günlerde en
büyük desteği bizden aldın…
Çünkü başarmanı
istiyorduk…
Çünkü başarısız olursan patronun
daha fazla dayanamazdı…
Bankasını gözden çıkaran bir iş
adamı olarak gazeteyi haydi haydi gözden
çıkarabilirdi…
Yüzlerce meslektaşımızın işsiz
kalması bir trajedi olurdu…
İşte bu yüzden sana destek
verdik…
Teşekkür etmeye gerek bile
görmedin çünkü sen her türlü övgüye lâyıktın (!)…
Ama küçük bir eleştiri karşısında
bizlerin emeğini küçümser bir tavırda:
“Ben okumadım arkadaşlar
aradı" diye başlayıp aslında seni yine
koruyan o yorumumuzdaki ufacık bir eleştiriye bile tahammül
edemediğini gösterdin…
Oysa daha önceleri, Oray Eğin
isimli “Haysiyet terminatörü” kendine ait bir internet sitesinde
sana Allah ne verdiyse çakarken isteseydik ateşe körükle giderdik
ama…
Biz yangından değil, itfaiyeden
taraf olduk (Not: benzetme Churchill’in bir Meclis konuşmasından
alıntılanmıştır)…
Sevgili Küçükkaya!..
Kabul et ki
başarısızsın…
Neden mi?..
Çünkü gazetecilikte başarının
öyküsü “Tiraj”dır…
Onun için tirajlara
bak…
“İlk On”da
bile yoksun…
Oysa AKŞAM hiçbir zaman “ilk on”un
dışında kalmamıştı…
“Yeni bir gazetecilik
deniyorum” demeye getiriyorsun bir
makalende…
Deneme kardeşim yap…
Yap ve ortaya “ben yaptım, ben
başardım” diyerek çık…
“Yeni tecrübeler süreci”
diye tanımladığın süreçte gazetenin tirajını 150
binin altına (144 bin) düşürdün…
Takvim’in
de altındasın?..
El insaf kardeş!..
Ne menem deneme bu
böyle?..
Hem neyi deneyeceksin daha ona
bile karar verememişsin…
Kaldı ki kadrolar aynı kaldığı
sürece neyi deneyeceğini bilsen bile başaramazsın…
AKŞAM’ın
harikalar yarattığı o 1995-1997 sürecindeki (Promosyonsuz satış 370
bindi) yayın politikalarına dönülmedikçe hangi
değişim?..
Serdar Turgut’un “Penis” muhabbeti ile mi?..
Oray Eğin’in “Bir gün herkes eşcinsel olacak” önermeleriyle
mi?..
Geç kardeş, geç…
Genel Yayın Yönetmeni olarak
ne yaptın?..
Hangi başarıyı gösterdin İsmail
Bey?..
Akşam’da
çalışanların maaşlarını mı ödettin günü gününe?..
Yoooo…
Ama Serdar Turgut ve Oray Eğin’in
maaşlarını aksamadan almalarına ses çıkaramadın…
Hem de ikisinin toplam maaşı ile
en az 40 muhabirin aylık ücreti rahatlıkla
ödenebilecekken…
Sevgili Küçükkaya…
“Arkadaşlar aradı, bu
gazeteciler.com senden ne istiyor?" diyorsun!
Kardeş… Akıllı ol!..
Senden ne gibi bir beklentimiz
olabilir Allah aşkına?..
Biz senden tek şey istiyoruz
sevgili Küçükkaya...
Genel yayın yönetmeni olarak çalışanların
birikmiş maaşlarını ödet!...
Yayıncılık konusuna
gelince...
Keşke başarsaydın İsmail
kardeş…
Keşke “Penis Yazarı”nın
başarısızlığını bile gölgede bırakmasaydın…
Ama kabul et ki
başaramadın…
Hâsılı işin zor
kardeş…
Umarız, “Keşke Ankara’da kalsaydım
da şu genel yayın yönetmenliğini kabul etmeseydim”
demezsin…
Unutma…
“Öpülecek yanak, dudağa yakın
dururmuş” özdeyişini en iyi beceren
yöneticilerle çalışıyorsun…
Daha da fenası…
Birilerini işten kovmayı kafasına
koymuşsa, önce terfi ettirip maaşını artıran bir “intikam tugayı",
üst yönetime çöreklenmiş, adam yemek için dişlerini
biliyor…