İslâmcılar neden kültür ve sanat üretemez?..
Bir insana daha en başta, “simitçi, kahveci, gazozcu” gibi “İslâmcı” etiketi yapıştırmak, onun özgür iradesine hakarettir…
GAZETECİLER.COM
Ahmet
Hakan, bir zamanlar içlerinde
doğup büyüdüğü camianın neden kültür ve sanat üretemeyeceğini
yazmış bugün…
Bazı örnekler
vererek de görüşünü desteklemiş…
Referansı ise
Milliyet Yazarlarından Kadri Gürsel…
Bakın neler
yazmış Hakan
İslâmcılar kültür
ve sanat üretemez mi
“Özgürlük, bir şeyi isteyerek
yapmaktır...”
Özgürlük, “rızadır”…
Özgürlük, “mutlu
olmaktır”…
Eğer bir insan, cemaatte mutlu ise, orada
bulunmayı istiyorsa “özgürdür”…
Bir insana daha en başta, “simitçi, kahveci,
gazozcu” gibi “İslâmcı” etiketi yapıştırmak, onun özgür iradesine
hakarettir…
A.B.O.
|
TABİİ
ki üretirler...
Dini
inanç, hiçbir zaman “sanat”ın önünde engel değildir.
Öyle
olsaydı...
Sezai
Karakoç o harika şiirleri yazabilir miydi?
Cahit
Zarifoğlu çelişkilerini kâğıda dökebilir miydi?
Nuri
Pakdil bunca aykırı çıkışlarını yapabilir miydi?
Rasim
Özdenören göz kamaştırıcı öyküler yazabilir miydi?
Mustafa Kutlu yüreklere işleyen hikâyeler kaleme
alabilir miydi?
Örnekleri çoğaltmak mümkün...
Demek
ki neymiş?
İnançlı olmak, sanatçı olmanın önünde engel
değilmiş...
Fakat
bugün ilginç bir fotoğraf söz konusu:
“İslami kesim” ya da “muhafazakâr kesim”,
siyasette zaferden zafere koşarken, ticarette parlak başarılar elde
ederken...
Kültür ve sanat alanında tam anlamıyla
dökülüyor.
Eskiden var olan etkinliğini bile kaybetmek
üzere...
***
Dün
Milliyet’te Kadri Gürsel yazdı...
İslamcı televizyon kanallarından birinde İslamcı
bir genç, bu gerçeğe şu cümlelerle parmak basmış:
“Ticarette ve siyasette bir yere geldik. Ama
kültür sahasında gerideyiz. O saha hâlâ solcuların
elinde...”
Alıntıyı okuyunca Kadri Gürsel’in bu konuda ne
diyeceğini çok merak ettim.
Şöyle
dedim:
Bakalım o aşina klişe yaklaşımla, “Tabii geride
kalırsınız, inançlı insanların harcı değildir kültür ve sanat”
falan mı demiş?
Merakla okudum yazıyı...
Hayır! Hayır!
Kadri
Gürsel, meseleyi can damarından yakalamış...
***
Meselenin can damarı şudur:
İnançlı olursunuz ve başyapıtlar ortaya
koyabilirsiniz. İnanç buna engel değildir...
Ama
eğer bir cemaate, bir partiye, bir gruba kendinizi adarsanız,
kültür ve sanat üretemezsiniz...
Kültür ve sanat üretebilmeniz için öncelikle
özgürleşmeniz gerekir.
Cemaatinizden, partinizden, liderinizden,
mahallenizden özgürleşmeniz gerekir...
İnançlı ama özgür bireyler sanat
üretebilirler...
İnançlı ama özgürleşmemiş bireyler ise sanat
üretemezler...
Tıpkı...
Kendini cemaatinin içinde eritmiş inançsızların
da sanat üretemeyeceği gibi...
***
Kadri
Gürsel’in yaklaşımı da aynen böyle...
Diyor
ki:
“Cemaatlerinizden kurtulup, biat ve icazet
kültüründen kendinizi azat ederek özgür bireylere dönüşmediğiniz
sürece kültür ve sanat alanında yaratıcı olmanız mümkün değildir.
Bu asgari dönüşümü sağladıktan sonradır ki, durumlara, nesnelere ve
hayata eleştirel bir gözle bakmaya başlayabilir, özgün estetik
duygunuzu vücuda getirebilirsiniz”.
Ve
ardından da altı çizilmesi gereken şu cümle:
“Bireysel manadaki dinselliğinizin,
yaratıcılığınızla çatışmasını kendi içinizde, kendi başınıza
yaşayarak belki bir yere varabilirsiniz”.
Katılıyorum...
Sonuna kadar katılıyorum.
***
Gelin
örnekler üzerinden gidelim:
Sezai
Karakoç, hayatının hiçbir döneminde parti, cemaat, tarikat ve
grupların yörüngesine girmedi. Hep özgür oldu... Hep birey oldu...
Ve hep özgün oldu...
Nuri
Pakdil, bırakın partiyi, tarikatı, cemaati, etrafında toplananlara
bile yüz vermedi... Hep aykırı oldu... Hiçbir zaman ehlileşmedi...
Ehlileşemedi...
Mustafa Kutlu’nun kimseye eyvallahı yoktur,
olmamaya da devam ediyor.
Rasim
Özdenören, bağımsız duruşunu her zaman korudu...
Cahit
Zarifoğlu’nun en önemli vasfıdır ele avuca sığmamak...
Belki
de her şey şu sorunun cevabında gizli: