IŞİD'diniz mi?.. Ekonomik krizin yeli geldi, seli de...

Bu ülkenin tek sorunu, üretmemek veya çok pahalı inşaat yapmak değil… Bu ülkenin sorunları çok, çok, çok büyük…

ADNAN BERK OKAN

Önce bir soru ile başlayayım…

“En iyi ekonomik model hangisidir?”…

Siz düşünürken ben kendi soruma kendim cevap vereyim…

Yok yok…

Bir sürü ideolojik model ismi saymayacağım…

Kısa bir tarif yapacağım sadece…

İşte şöyle:

Adı (Komünizm, sosyaliz, kapitalizm, liberal ekonomi, devlet kapitalizmi, karma ekonomi, sosyal demokrasi, v.b.) ne olursa olsun en iyi ekonomik model, insanlara en çok istedikleri şeyleri (Maddi veya manevi) en geniş manada verebilen sistemdir…

İşte bu kadar…

Eğer bunu sosyalizm verebiliyorsa sosyalizmdir en iyi model…

Kapitalizm veriyorsa kapitalizm…

Liberal ekonomi veriyorsa liberal ekonomidir…

Veya diğerleri verebiliyorsa diğerleridir…

 

Bu arada…

Daha en başında söyleyeyim…

Genelde meslektaşlarımın izlediği bir site olsa da gazeteciler.com, zaman zaman atıfta bulunarak, bazen doğrudan siyaset ve ekonomi üzerine görüşlerimi de paylaşıyorum sizlerle…

Aranızda, Dünyanın ve Türkiye’nin geleceğinin “çok parlak” olduğuna ilişkin görüşlerimi paylaşanların sayısı hiç de az değil…

SMS veya mail ile benim umutlarımı daha arttırdıkları için onlara da teşekkür ediyorum bu arada…

Bu girişi yaptıktan sonra sözü, sevgili Güngör Uras’ın dünkü Milliyet’te başlığı altında yayımlanan makalesine getireceğim…

Uras’ın makalesinin başlığındaki tespiti bilhassa bizim ekonomimiz için çok önemli…

Zaman zaman Başbakan Yardımcılarından Numan Kurtulmuş buna benzer şeyler söylemek istiyor…

Ama…

Ve sanırım…

Fazla detaya dalınca tam olarak ne söylemek istediği anlaşılamıyor…

Ya da…

Haberciler söylediklerinin o kısmının “çok önemli ve değerli” olduğunu fark edemedikleri için veremiyorlar…

 

Peki…

Güngör Uras’ın yazısındaki başlıkta yer alan o tespitinin önemli ve değerli olmasının sebebi ne?..

Söyleyeceğim ama önce bir hatırlatma…

Sevgili Güngör ağabey mutlaka hatırlayacaktır…

1996 yılı Ekim ayı olmalı…

Sabancı Center’ın 25. katında (Rahmetli) Sakıp Sabancı’nın konuğuydum…

Baş başa öğle yemeği yedikten sonra Güngör ağabey de aramıza katıldı…

Üçümüz kahve içip sohbet ettik…

O günlerde en çok üstünde durduğum konu “Kâğıt Para Basılması önerim” idi…

Tabii ki sadece para basılması değildi talebim…

Ekonomi sadece “para” değildi ki…

Sermaye idi…

Girişimci/Müteşebbis idi…

Faizdi…

Kârdı…

Ücretti…

Üretimdi…

Enflasyondu…

Devalüasyondu…

İhracattı…

İthalâttı…

Enerji idi…

Para arzıydı…

Ulaşımdı…

İletişimdi…

Ve…

Bir de benim uydurduğum yeni bir terim vardı: Gelir Arzı…

 

İşte o günlerde

En çok ön plâna çıkan önerim (Sansasyonel olduğu için) kâğıt para basılmasına ilişkin olanıydı…

Daha doğrusu dönemin medyası benim yazıp söylediklerimden sadece “Kağıt para basılsın” deyişimle ilgileniyordu…

Neden?..

Çünkü iletişim fakültelerinde bile “para basılırsa enflasyon olur” diye öğrenmişlerdi…

Oysa karşılığı olan paranın (İlle de değerli maden olması şart değil… Üretim de karşılıktır, yer altı, yer üstü kaynakları da karşılıktır) enflasyona sebep olmadığı en basit iktisat kuralıydı…

Neyse…

Dönemin hükümetlerine (Sadece o günkü Refahyol’a değil, daha önceki DYP – SHP ortak hükümetine ve ANAP Hükümetlerine de önermiştim aynı şeyi) döviz rezervlerimizden bir miktar karşılık ayrılmasını ve para basılmasını tavsiye ediyordum…

Ama bir türlü kimseye anlatamıyordum…

Rahmetli Sakıp Sabancı, benim o görüşlerimi daha detaylı olarak bir de benden dinlemek istemişti…

O gün yemekte uzun uzun görüşlerimi anlattım...

O da sık sık sorular sorarak daha teferruatlı anlatmama yardımcı oldu…

 

Kendisine o gün söylediğim şunlardı…

Yerli sanayimiz üretim yapmıyordu…

İlle de gıda sektörümüz kendimize yetecek olmaktan bile uzaklaşıyordu…

İthal ikamesi malların üretiminden de giderek vazgeçiyorduk…

Sanayimiz % 71 kapasite ile çalışıyordu…

Neden?..

Çünkü piyasalar adeta durmuş, sanayici de nakit varlığını devlet tahvillerine yatırıp yattığı yerden para kazanır olmuştu…

Tipik bir “Stagflasyon” yaşıyorduk…

Yani…

Hem durgunluk (Alış verişin olmaması) vardı…

Ama…

Hem de fiyatlar genel düzeyi (Enflasyon) durmadan yükseliyordu…

Güngör ağabey yanımıza geldiğinde Sakıp Ağa (Merhum) ona sordu anlattıklarımı…

Güngör ağabey fazla samimi bir şekilde olsa da bence aşırı bir mütevazılık yaparak şöyle dedi:

“Para benim konum değil. Ben iktisatçıyım ama paracı değilim…”

 

Şimdi artık…

Güngör Ağabey’in bugünkü yazısına tam olarak dönebilirim…

Sevgili ağabeyim dünkü yazısının bir yerinde şöyle diyor:

“Üst gelir grubundakilerin toplam kullanılabilir gelirden aldığı pay azalmadı. Ama en alttakilerin toplam harcanabilir gelirden aldığı payda artma var. Ortalardaki gelir gruplarının kullanılabilir gelirlerinden en alttaki gruba gelir kayması oldu…”

Bence çok üzerinde durulması gereken bir “durum tespiti”

En çok da şu kısmın:

“…. Ortalardaki gelir gruplarının kullanılabilir gelirlerinden en alttaki gruba gelir kayması oldu…”

Bu ne demek?..

En varlıklı kesimlerin ve en dar gelirli olanların gelirlerinde düşme yok hatta bir miktar aratma var…

Ama…

Orta gelir guruplarının bir yıl içinde evlerine giren para miktarında düşüş var…

O düşüş de dar gelirlilere gidiyor…



Dikkat!..

En alt gelir gurubuna yapılan gelir transferi en yukardaki gelir gurubundan değil…

Ya nereden?..

Orta direkten

İşte burada zurna “zırt” diyor…

İşte buradan sonra rahatsızlık başlıyor ki henüz “kangren” haline gelmiş değil…

Ama…

Böyle giderse…

Yani tedbir alınmazsa…

Kesinlikle kangrene dönüşecek ve o kangren hem hükümetleri yıkacak hem de yeni bir 2001 krizi (Ve aslında çok daha ağırını) yaşamamıza sebep olacak…

 

Ve yine Güngör ağabeyimden…

Biliyor musunuz?..

Türkiye’de her 100 haneden 65’i borçlu…

Yani…

Ancak “günlük” ihtiyaçlarını karşılayabilecek bir gelire sahip…

Çok yüksek geliri olanlar ise (Ne yazık ki) yerli ürünlere pek rağbet etmiyor…

Onların talepleri döviz ödenerek gelişmiş ülkelerden karşılanıyor…

Yerli üretim otomobil, yat, TV, buzdolabı, çamaşır makinesi ve benzeri ürünler satın almıyorlar yani…

Yerli ürün satın alacak olanlar ise ya yoksulluk sınırı altında bir gelire sahip…

Ya da kazandığı gelirin yarısıyla eski borçlarını ödüyor…

İyi ama…

Böyle bir “Gelir Arzı” ortamında işadamları neden yeni fabrikalar kurup, yeni istihdam yaratsınlar ve neden üretim yapsınlar?..

Kim için?..

 

Haliyle…

Yeni yatırım yok…

Yeni yatırım olmayınca tarihimizin en yüksek işsizlik oranına sahibiz…

Üretim ve istihdam artmayınca üreticinin kârı da artmıyor…

Kârı artmayınca ödeyeceği gelir ve kurumlar vergisi oranı da düşüyor…

Diğer taraftan maaşlar ve ücretler de artmadığı, işsizlik çok yüksek olduğu için devletin ücretten tahsil ettiği vergi miktarı da düşüyor…

Hâsılı…

Bu ülkenin tek sorunu, üretmemek veya çok pahalı inşaat yapmak değil…

Bu ülkenin sorunları çok, çok, çok büyük…

Bu ülkenin kendi parasının miktarı çok az…

Haliyle sanayicisinin de bankacısının da Sermaye miktarı çok düşük…

Girişimci/Müteşebbis sayı olarak çok…

Ama…

Hem sermayesi yetersiz…

Hem rekabet edeceği küresel dünyanın müteşebbisleri kadar özgür değil…

Her birinin ayaklarında devasa demir prangalar var…

Prangaları vuran kim?..

Devlet bürokrasisi…

Haydi daha açık söyleyeyim: Hükümetler…


Ve en kötüsü…

İş seyahatleri için “Vize” sorunu yaşıyorlar…

Daha ne olsun?..

Faizler çok yüksek (Ama o mübarek de “düş ey faiz!” deyince düşmüyor)…

Kârlılık oranı sanıldığı kadar büyük değil çünkü maliyetler acayip…

Ücretler için aşırı yüksek sigorta ve gelir vergisi pirimi ödüyor…

Üretim yapsa kime satacak?..

İhracat yapsa TL’de istikrar olmadığı gibi rakiplerin hem teknolojileri yüksek hem de küresel markalara sahip oldukları için rekabet edemiyorlar…

Enflasyon yüksekliğinde Avrupa şampiyonuyuz…

Devalüasyon derseniz her an her şey olabilir…

İhracat giderek düşüyor…

İthalât düşünce de kriz, artınca da kriz…

Tam bir bilmece…

Enerji şimdilik yeterli çünkü sanayi durduğu için talep yüksek değil…

Ama…

Buna rağmen çok pahalı…

Rekabeti zorlaştırıyor…

Para arzı gelişmiş ülke ekonomileriyle kıyaslarsanız neredeyse “Yok” gibi (AB Merkez Bankası Başkanı Mario Draghi bile "parasal genişleme yapacağız" diye açıklama yaptı) …

Ve…

Bir de benim uydurduğum ve fakat çok önemli bulduğum Gelir Arzı düşüklüğü felâketi…

Onu da Güngör ağabeyim pek güzel izah ediyor…

Geliri yüksek olan ihtiyacını dışarıdan (Döviz bulup ödeyerek) getiriyor...

Orta direk borçlu olduğu için tüketemiyor...

Tüketmek isteyenin ise geliri yoksulluk sınırının altında... 

 

Hâsılı…

Siyasi konularda her ne kadar “Umutlu” olsam da ekonominin kırılganlığı konusunda da dış dünyadaki ekonomistlerle aynı görüşteyim…

Onu da yarın otantik bir öyküyle anlatmaya çalışacağım…

Evet…

Çetin Altan ustanın dediği gibi enseyi karartmayalım ama…

Allah aşkınıza biraz da şu İŞİD’den, rehinelerin iade alınması muhabbetinden kopup gerçek gündemi tartışalım…

Ve tabii ki tedbir alalım…

Ekonomik krizin yeli geldi, seli de gelmek üzere haberiniz olsun…

adnanberkokan@gmail.com