‘İnternetin gazeteleri yok edeceği bir şehir efsanesidir’

Gerçek Gündem.com Genel Yayın Yönetmeni Barış Yarkadaş Sabah gazetesinden Yelda Cumalıoğlu’nun sorularını yanıtladı.

Sabah’ın Anadolu için hazırlanan ve 50 ilde yayımlanan bölge eklerinin bu haftaki konuğu Gerçek Gündem.com Genel Yayın Yönetmeni Barış Yarkadaş’tı. Yelda Cumalıoğlu’nun sorularını yanıtlayan Yarkadaş ‘’İnternet siteleri gazeteleri yok edemez. Bu, internet sitesi sahiplerinin uydurduğu kocaman bir yalandır’’ diyor.

İnternet sitenizin adı Gerçek Gündem. Mottonuz da bununla bağlantılı. Logonuzun hemen altında ‘’Türkiye’nin ihtiyacı…’’ yazıyor. Gerçek Gündem.com’u kurma fikri nasıl doğdu? Neden ‘Türkiye’nin ihtiyacı’ dediniz?

2006 yılının Mayıs ayında askerlik görevimi tamamlayıp geri döndüğümde, kafamda mesleğe dair net olan tek şey, gazeteciliğe devam etmekti. Ancak nerede ve nasıl devam edeceğim konusunda kararsızdım. Aslında televizyon gazeteciliği yapmak istiyordum. Ancak ne yazık ki; artık TV’lerde de gazetelerde de gerçek anlamda habercilik yapmak zorlaşıyor. Patronların siyasi ve ticari ilişkileri, gazeteciliğin alanını daraltıyor. Bu yüzden, ‘’kendi gazetemi’’ kurmaya karar verdim. Bunun en kolay yolu da ‘’internet sitesi’’ açmaktı. Ancak bunu yapabilecek param dahi yoktu. İş Bankası’ndan 12 bin TL kredi çekerek ilk adımı attım. Sitenin adını da ‘’Gerçek Gündem’’ olarak seçtim. Hedefim, yazılamayan, anlatılamayan, saklanan ve konuşulması gerektiğine inandığım gerçekleri geniş kitlelere duyurmaktı. Medya bugüne kadar Türkiye’nin en önemli meselelerini hep sümen altı etti. ‘’Gerçek Gündem’’ hep saklandı. Bu yüzden, ‘’Türkiye’nin ihtiyacı’’ sloganıyla yola çıktım. İstedim ki; Türkiye’nin ihtiyacı olan gerçek gündemimizi konuşalım…

Başarılı olabildiniz mi? Geride bıraktığınız üç buçuk yıl yıl içinde hedefinize ulaşabildiniz mi?

Gerçek Gündem’in yayına başladığı ilk günlerde bile, yaptığımız birçok ‘’özel haber’’ medyada geniş şekilde yer buldu. Kısa sürede bir okur kitlesi yarattık. Medyada kendine yer bulamayan yolsuzluk haberleri, insan hakları ihlalleri, siyaset kulisleri kısa sürede sayfalarımızda yer buldu ve konuşulmaya başlandı. AKP’den CHP’ye, MHP’den TKP’ye dek sayfalarımızı tüm partilere açtık. Medya sektöründe yaşanan gelişmeleri tüm detaylarıyla aktardık. Bu, gazetecilerin de bizi takip etmesini sağladı. Gazeteciler sitemizi takip ettikçe, yaptığımız özel haberleri de gördü. Bu haberler, yaygın medya denilen kurumların yayın organlarında da kaynak gösterilerek aktarıldı. Bir süre sonra, Gerçek Gündem.com da ‘’favori siteler’’ listesine eklenmeye başlandı. Öyle ki; CHP ve MHP’li birçok milletvekili, sitemizi takip ederek önerge konuları çıkardı. Böylece, haberlerimiz TBMM’ye de taşındı. Geride kalan üç buçuk yıl içinde, yaptığımız birçok haber Türkiye’nin gündemine girdi. Bu noktada başarılı sayılabiliriz. Ama bunu yeterli görmüyoruz. Yeterli gördüğümüz taktirde, heyecanımız biter.

Sitede dikkatimi çeken bir nokta da kendi yazarlarınızın olması…

Gerçek Gündem’i kurarken, ‘’Bu gazete özgün’’ olmalı dedim. Okur siteye girdiğinde, buraya emek verildiğini görmeli. Çünkü; emek verildiğini görürse sizi takip eder. Aksi taktirde samimi bulmaz ve bir daha size uğramaz. Bu yüzden, kendi yazarlarımızı yarattık. Bu konuda yeteneği olan arkadaşlarımıza teklif götürdük. Derdim biraz da yaygın medyada kendilerini ifade etmesine izin verilmeyen kişilere olanak sağlamaktı. Çünkü; yaygın medya kendine göre bir ilişki ağı yaratıp onun üzerinden yürüyor. Oysa binlerce yetenekli kişi Türkiye’nin fikir hayatına katkı sağlayabilecekken derkenar ediliyor. Gerçek Gündem’in sütun açtığı yazarlar, bugün gazetelerin köşe yazarları kadar okunuyor. Okurlarıyla interaktif bir ilişki içine giriyor. Okur, beğenmediği bir yazının altına yorum yazarak tepkisini gösteriyor. Bu tepkiyi diğer okurlar da görebiliyor. Bu aslında fikir hayatımızın gelişmesine katkı da sağlıyor.

Sitenizi kurarken, ‘’medyada yer bulamayan haberler’’i yapmak istediğiniz söylediniz. Bunu nasıl gerçekleştiriyorsunuz?

Bir kere biz de tüm medya organları gibi Anadolu Ajansı ve ANKA’ya aboneyiz. ‘’Rutin’’ olarak adlandırdığımız haberleri bu iki ajanstan alıyoruz. Böylece, okura rutin gündemi tam anlamıyla yansıtıyoruz. Ancak bununla yetinmiyor, muhabir arkadaşlarımızın yaptığı haberleri ön plana çıkartarak kendi gündemimizi yaratıyoruz. Ve bu haberler tıklanma rekorları kırıyor. Çünkü; okur hiçbir yerde göremediği haberi sizde görünce ona daha çok ilgi gösteriyor. Bu yüzden, internet sitelerinde ‘’içerik yaratanlar’’ diğerlerine göre daha başarılı olacak ve ayakta kalabilecek. Aksi taktirde, içerik yaratamayan, gazete ve TVlerin kopyası olanlar ‘’okul panosu’’ muamelesi görecek.

Bu noktada, gazeteler ve internet siteleri arasındaki ilişkiye gelmek istiyorum. Sizce internet siteleri gazeteleri yok edecek mi?

İnternet sitelerinin gazeteleri ortadan kaldıracağı ve onları etkisizleştireceği, bizim meslektaşlarımızın uydurduğu kocaman bir balondur. Bu ‘’şehir efsanesi’’nin altında altında, internet sitelerine daha çok reklam alabilme kaygısı yatıyor. İnternet siteleri gazeteleri yok edecek denilerek, reklamverenin dikkati bu noktaya çekilmek isteniyor. Eğer öyle olsaydı, TV’ler yayına başladığında gazetelerin kapanması gerekirdi. Ya da radyolar yaygınlaştığında gazeteler misyonunu tamamlardı. Bunların hiçbiri olmadı. Aksine; tüm mecralar birbirini destekledi. İnternet de tıpkı diğer medya organları gibi bir mecradır. Gazetenin de TV’nin de karşıtı değildir. İnternetten haber almak isteyen, teknolojinin yarattığı bu son imkanı kullanarak bilgiye daha çabuk ulaşma yolunu seçer. Gazeteler ise internetle rekabet edebilmek için içeriklerini zenginleştirecektir. İnternetin haberi ‘’çok çabuk’’ verebilmesi, gazetelerin önüne de bir hedef koyuyor. Bu da okurun ‘’ertesi gün’’ göreceği haberde yeni ayrıntılar ve yeni analizler görebilmesini sağlamaktır. Okur, internette ulaştığı ilk bilginin detaylarını gazetede görürse, alıştığı gazeteyi bırakmaz. Bu yüzden, ‘’internet gazeteyi yok eder’’ önermesi tamamen içi boş bir sözdür. Bir kere, gazetelerin yok olmasına gazete sahipleri de izin vermez, reklamverenler de…

Siz bu meselenin sosyolojik boyutuna da değinmiştiniz bir yazınızda…

Evet, o yazıda internet ve din ilişkisi üzerinde durmuştum. Benim düşüncem şu: Biz hayata ilişkin ilk bilgilerimizi Kur’an-ı Kerim’den alıyoruz. Kur’anı-ı Kerim’in ahlak öğretisiyle büyüyoruz. Kitapta yazılanlar bizim için ‘’emir’’ niteliğinde oluyor. Kur’an-ı Kerim doğal olarak hemen hemen hepimizin evinde var. Ve Kur’an hep saygıyla, özenle korunuyor. Bir ciltle muhafaza ediliyor. Keza; başımız sıkıştığında başvurduğumuz hukuk kitapları da öyle. Hakimler, hakkımızda karar verirken, adaleti sağlarken kitaba bakarak hüküm veriyor. Bizim ‘’yazı’’yla ilişkimiz bu bağlamda güçlü aslında. O yüzden, ‘’yazı’’dan kolay vazgeçemeyiz. Yüzyılların alışkanlığıdır basılı eserlerden yararlanarak hayatımıza yön vermemiz. Gazeteyi biraz da bu bakış açısından ele aldığımızda, ‘’yazı’’ya olan inancımız daha fazladır. Biz ‘’dokunarak’’ inanmayı seçmiş bir toplumuz. İnternet, gazetelerin o sahiciliğini hala veremiyor. Gazeteler bu yüzden daha çok ilgi görüyor. Okur, fotoğrafa bakmak istiyor.

İnternet sitelerinin, gazetelerin reklam pastasını etkileyeceği de söyleniyor. Hatta, gelecekte tüm reklamların internet sitelerine yöneleceği de iddia ediliyor.

Meseleyi Türkiye ölçeğinde ele alırsak, sorunun yanıtını daha kolay buluruz. Bugün Türkiye’de reklama ayrılan bütçenin tamamı üç milyar dolar. İnternet bu rakamın henüz 10’da 1’ini dahi alamıyor. İnternete ayrılan reklam bütçesi 2009 yılında sadece 200 milyon dolar. Bu rakam geçen yıl 150 milyon dolardı. Gazetelerin reklam bütçesinde bir azalma yok. İnternete gelen reklam geçen yıla göre sadece 50 milyon dolarlık bir sıçrama yapmış. Bu da ortalama bir gazetenin reklam bütçesi kadardı. İnternete ilişkin söylenen birçok şey ne yazık ki; şehir efsanesidir. Bakın elimde bir araştırma var.

Interpromedya tarafından düzenlenen Bilişim Zirvesi kapsamında gerçekleştirilen Yeni Medya Konferansı’nda konuşan Medya Fütüristri Gead Leonhard, global reklam pazarının gelecek yıl 607 milyar dolara ulaşacağını söylüyor. Türkiye’nin reklam bütçesi, 607 milyar dolarlık pazar içinde devede kulak bile sayılmaz. Bunun içindeki 200 milyon dolarlık internet payının sözünü etmeye bile değmez.

İnternet sektörü açısından iç karatıcı bir tablo yok mu ortada?

Bu tabloyu biraz da bizim meslektaşlarımız yarattı ne yazık ki… Reklamveren henüz interneti tam anlamıyla bir mecra olarak görmüyor. Bu reklamverenin teknolojiyle olan ilgisiyle de orantılı. DSP – ANAP – MHP Hükümeti döneminde yapılan Bilişim Şurası internette yayımlanmadı örneğin. Şura’da yapılan tüm konuşmalar 700 sayfalık bir kitaba basıldı. Bir düşünün; internet üzerine söylev verenler, eski geleneği takip ettiler. Eh, hükümet meseleye böyle yaklaşırsa, reklamveren de bu yeni mecraya hemen güven duymaz. Güven duymamasının altında önemli etkenler de var. Türkiye’de internet ne yazık ki; ‘’dedikodu’’ mecrası olarak gösterildi. Çünkü; yayına ilk başlayan siteler, sadece dedikodu yazdı. Habertürk’ün eski Sahibi Ufuk Güldemir, bu kötü geleneğin ilk temsilcisiydi. Güldemir’in mirası, internet sitelerinin ölü doğmasına yol açtı. Ardından gelen siteler de aynı yolu takip etti. İnternet siteleri, bu yüzden bir türlü güven sağlayamadı. Biz o güveni tesis etmeye çalışıyoruz. Epey de bir yol aldık.