İnsanlığın ve inançların tarihi değişecek mi?...

Dindarların “dinsiz”, kindarların ise “fazla ulusalcı” olduğuna inandıkları Ertuğrul Özkök’ün Ramazan Bayramı boyunca...

ADNAN BERK OKAN

Yıl 1963 başlarıydı…

Dedeciğimin ölümüne meğer sadece 40 veya 45 gün kalmış…

Nereden bilebilirdim ki?..

Ben de on bir yaşımı bitirmiş on iki yaşıma henüz girmiştim…

Beş vakit namaz kılıyordum…

Bir gün beni yatağının yanı başına oturtmuş “din imandır torunum” demiş devam etmişti: “Din zikirdir, din şükürdür, din rızadır, din niyettir…”     

Sonra da iman, zikir, şükür, rıza ve niyeti anlatmıştı uzun uzun…

Nedense “din ibadettir” dememişti…

O gün dinin unsurlarını sayarken ibadeti saymadığını çok önemsememiştim…

Ama bir süre sonra aklım biraz daha ermeye başlayıp da niçin saymadığını merak edip öğrenmek istediğimde dedeciğim yaşamıyordu…

Babacığıma sormuştum bu defa…

“Bilmem” demişti…

Ben de üstelememiştim…


Çünkü…

Babacığım çok inançlı olduğunu söyleyen ama cuma ve bayram namazları haricinde camiye uğramayan biriydi…

Ne var ki benim hem de neredeyse bütün vakit namazlarını camide kıldığımı, sabah namazlarında ise müezzinlik yaptığımı bilir ve beni teşvik bile ederdi…

“Dedeciğim, namaz kıldığımı bildiği halde neden ibadeti dinin unsurlarından biri olarak saymamış olabilir acaba?” diye uzun süre merak etmiştim…

Ve hemen her sorduğum din adamı önce “namaz kılar mıydı?” diye sormuş “kılardı” cevabını alınca “unutmuştur” cevabını vermişti…

1977 yılı Eylül ayıydı…

Babaanneciğim şeker komasına girmiş ve bir daha çıkamamıştı…

Özel bir şirkette satış müdürüydüm…

Yıllardır ben de sadece Cuma ve bayram namazlarını kılıyordum babacığım gibi…

Babaanneciğim hastanedeyken işim gereği Samsun’a gitmiştim…

Ertesi gün dönecektim…

O yıllarda Samsun’a haftanın belirli günleri uçak vardı ve tek sefer yapardı…

Ankara aktarmalıydı…

Yani…

Samsun’a aynı gün gidip dönmek imkânsızdı…

Daha da fenası…

Uçak İstanbul’dan öğleden sonra kalkıyor, akşamüzeri Samsun’da oluyordu…

Dönüş de haliyle ertesi gün geç vakitti…

 

Ve ey güzel insanlar!..

Ertesi gün döndüğümde babaannecim defnedilmişti bile…

Karımın omuzlarında saatlerce ağlamıştım Samsun’a gittiğim ve cenazesinde bulunamadığım için…

Ailem ise beni beklememişti çünkü inançlarına göre vefat eden biri hiç geciktirilmeden esas ait olduğu aleme kavuşmalıydı…

Ve…

Bir küçük defteri de aynı gece karım vermişti…

“Babaannenin çantasından çıktı amcaların sana vermemi istediler…”

Dedeciğimin el yazısıydı…

Bir çırpıda okudum…

Yıllardır aradığım cevap da vardı yazdıklarının içinde…

“Hiçbir ibadet kabahatleri örtemez… Mühim olan imandır, zikirdir, şükürdür, rızadır, niyettir…”

Bu defa da üniversite birinci sınıfta Ord. Prof. Reşat Kaynar’ın zinaya ilişkin suç tarifini hatırlamıştım…

Mealen şöyle idi:

“Bir fiilde tarafların karşılıklı rızaları varsa o fiilin failleri suç işlemiş sayılmaz. Zina iki tarafın karşılıklı rızasına dayanır. Rıza ise bütün dinlerin temel taşlarından biridir… Haliyle günah sayılmamalıdır… Ama ne yazık ki hukuken bile halen suç sayılmaktadır… Oysa Batılı memleketlerde zina suç olmaktan çıkarılmıştır…”

Nereden mi icap etti?..


Kısaca anlatayım…

İslamcı medyadaki dindar ya da kindar bütün yazarların “düşman” belledikleri…

Dindarların “dinsiz”, kindarların ise “fazla ulusalcı” olduğuna inandıkları Ertuğrul Özkök’ün Ramazan Bayramı boyunca Hürriyet’te; ,   ve  başlığı altında yayımlanan yazılarının son bölümünde yazdıklarını okuyunca hatırladım o günleri…

Özkök felsefenin cevabını aradığı “O (Tanrı) mu bizi yarattı?.. Biz mi onu?” sorusuna şu cevabı veriyordu:

“O bizi yarattı…”

İşte bu “İmandı”…

Çünkü…

Filozoflar her ne kadar tartışsalar da; “O’nun bizi yarattığı” tartışılmaması gereken “bilgi” idi…

Rahmetli dedeciğime göre de O’nun bizi yarattığından başka her şey tartışılmalıydı…

Hem de her şey…

Ertuğrul da şöyle diyordu yazısının son bölümünün bir yerinde:

“Hâlâ açlıklarla, zulümlerle, katliamlarla, zalim diktatörlerle mücadele ettiğimiz şu dünyada yalvaracak, yardım isteyecek, sığınacak ve şükredecek bir Allah'ımızın olması en büyük şansımızdır.”

Evet…

Bizi yaratanın adını zikretmek ve ona şükretmek ne büyük şanstı…

Ertuğrul Özkök o noktaya nereden gelmişti?..

Türkiye’nin en başarılı rehberlerinden Saffet Emre Tonguç ile birlikte Harran’daki Göbekli Tepe’ye gitmişti Özkök...

Ve orada…

Dünyanın en başarılı arkeologlarından Dr. Klaus Schmidt ve ekibinin ortaya çıkardığı akılları durduran bulguları görüp yazmıştı…

Özkök’e göre o bulgular, insanlık ve inançlar tarihi konusunda pek çok şeyi değiştirebilecek kadar “gerçek” ve “ilginçti”

Hatta o kadar gerçek…
 

O kadar ilginçti ki…

Eric Van Daniken’in yıllar önce “Tanrıların arabaları” ile anlatmaya başladığı, dünyada binlerce binlerce yıl önce yapılmış kimi eserlerin o dönemlerin teknolojileri ve bilgileriyle neden yapılamayacağının mucizevi bulgularını andırıyordu…

Kim bilir?..

Belki dinler veya bazı inançlar (Allah’ın varlığı hariç), inançların gerekleri değişecekti…

Belki ibadetlerin hiçbir kabahati örtemediği (Artık tamamen inanıyorum ki ibadet kabahati örtmüyor, örtemiyor) herkes tarafından kabul edilecek…

Belki de ibadetin yerini “Zikir” alacak…

İnsanın her an ibadet edebilmesi mümkün değil ama zikir (Allah’ın adını anmak) her an yapılabilir…

Ve...

O'nun; Yarata'ın, Allah'ın adını sürekli anan hatırlayan bir kişi haliyle günahtan kaçınacak ve suç da işlemeyeccekti...

Ve niyet…

Ve rıza…

Ve şükür…

Uzatmayayım…

Arkeoloji gelecekte, geçmişin bütün sırlarını açığa çıkaracak en umut verici bilim dallarının başında gelmeye devam edecek…

Ve…

Belki de gerçekten her şeyi; evet her şeyi değiştirecek…  

adnanberkokan@gmail.com