İnönü - Menderes dönemi medyası nasıldı?..
Bir tarafta DP lider kadrosunun "öl!“ dediğinde ölmeye hazır gazetecileri… Diğer yanda CHP’nin “Çak!” emri aldığında Başbakan....
ADNAN BERK OKAN
Medyanın bölünmüşlüğü yeni değil…
Aksine çok eski…
Tek parti döneminde bile Diyar-ı Bakır karpuzu
(Bakır diyarı. Ergani içesi halen bakır madeni bölgesi) gibi ikiye
bölünmüştü medya…
Bir tarafta Milli Şef – İnönücüler…
Diğer yanda kimseci olmayıp; İnönü’den nefret
edenler…
Ne var ki o zamanın seçmeni, seçtiği milletvekilinden daha kaliteli
olduğunu düşünmezdi...
Gazete okuruna göre de fıkralarını okuduğu köşe yazarı saygı
duyulası bir "erişilmez"di ve yaptığı iş hiç de
kolay değildi...
Son yıllarda sokaktaki adama sorsanız milletvekilinden de bakandan
da daha çok şey bildiğini(!) göreceksiniz...
Okur mu?..
Ohooo; okur ise en usta yazarı bile sulu götürür, susuz getirir
dereden...
Sonra (14 Mayıs 1950 seçimleriyle) DP dönemi
başladı…
Gazeteciler yine iki ayrı çatı altında toplandılar…
Bir tarafta DP lider kadrosunun
"öl!“ dediğinde ölmeye hazır gazetecileri…
Diğer yanda CHP’nin “Çak!” emri
aldığında Başbakan Adnan Menderes başta olmak
üzere cumhurbaşkanı Celâl Bayar ve
DP’li bakanlara çakan gazeteciler…
Ancak…
Zalim İnönü(!).
DP’li gazeteciler hem maddi yönden
şanslıydılar…
Hem de “ikbal” yönünden…
Ve bir de “tutuklanma – hapse tıkılma” korkusu hiç
yaşamıyorlardı…
CHP’li gazeteciler ise Menderes
için “Dün basın toplantısı yapan başbakan Menderes’in
gözlerinin üstünde kaşı olduğunu fark ettik” diye yazsalar
“devlet sırrını ifşa” etmekten,
Sultanahmet veya Üsküdar Toptaşı
hapishanesine tıkılırlardı…
Bugün halen o dönemin Başbakan’ı Adnan
Menderes’i “sütten çıkmış ak kaşık” kadar
temiz göstermeye çalışanlar var…
Diğer yanda da yaptığı hizmetlerin tümünü silip atan, sadece
günahlarını ortaya dökerek günümüz gençlerini de merhum
Menderes'ten nefret ettirmeye azmedenler...
Onlar için Menderes hovardanın ve despotun
tekiydi...
Biliyor musunuz?..
Aslında iki taraf da doğru söylüyor...
Ancak, bir taraf Menderes'in eksilerini görmezden
gelirken, diğer taraf ise artılarını silip atıyor...
Tabii, tabii...
Unuttum zannetmeyin...
Rahmetli İsmet İnönü’yü kabrinde ters çevirip,
“ne kadar da zalim” olduğunu anlatmaya çabalayan
bir de başbakanımız ve “özel” yazar kadrosu
var…
Öldürücü siyasi
rekabet!..
Bakınız…
Adnan Menderes sevsek veya nefret etsek de, kabul
edelim ki çok iyi işler yaptı…
Genç Türkiye Cumhuriyeti’ni ataletten kurtarıp
dünyaya açtı…
Özel sektör yatırımlarını özgürleştirdi...
Türkiye'yi uluslar arası birliklere üye yaptı…
Güney Kore’ye asker göndererek,
Komünist bloğa karşı, Liberal
Demokrat bloğun yanında yer aldı…
İstanbul başta olmak üzere büyük kentlerde çağdaş
şehircilik uygulamaları başlattı…
Tarımın makineleşmesinin yolunu açtı…
Özel sektörün sermaye birikimi yeterli olmadığı için çok sayıda
çimento ve şeker fabrikası kurdu...
Elektrik enerjisinde rekor üretimi gerçekleştirdi...
barajlar, yollar yaptı...
Evlere su getirdi...
Tabii ki bütün bunları Çakırbeyli Çiftliği'ni
satarak değil, Devletin parasıyla yaptı ama yaptı...
Bir ama daha…
Bunun yanında, seçmen cehaletini, fukaralığını, dini
inançlarını sömürerek ve bunu devletin
kasasından yaparak iktidarda kalmanın yolunu da
Adnan Bey merhum açtı…
İcraatlarını övmek(!) yerine eleştiren yazarları hapse tıkma
despotluğu da İnönü'den,
Menderes'e miras kaldı ve Adnan
Bey de o mirası reddetmedi...
Başka?..
CHP ile rekabeti, CHP’yi tarihten
silmek olarak kabul etti...
Örnek mi?..
Kadıköy/Fikirtepe..
Halen dünyanın en kaliteli 5 büyük caddesi
arasında gösterilen Bağdat Caddesi CHP iktidarı
tarafından yaratıldı...
Menderes, caddeyi ve çevresini imara açarak, düzenli
sokakların birbirini kestiği, yeşil alanların üretildiği, modern
şehircilik akımının başlangıcı olan o güzelim Bağdat
Caddesi’ni kıskandı…
Kentin başka yerlerinde (Avrupa yakası sahil boyu, Vatan Caddesi,
Barbaros Bulvarı) modern şehircilik uyguladığı halde, sırf
İnönü yönetimi tarafından yaratıldığı için
Bağdat Caddesi'ni köreltmek amacıyla
Bağdat Caddesi'nin 1 kilometre metre yukarısındaki
Fikirtepe’yi, İstanbul’a göç eden
“fakir fukara – garip gureba”nın yağmasına terk
etti…
Ne imarını çıkardı bölgenin, ne inşaat ruhsatı istedi…
“Aha” dedi… “Burası sizin… Benden tapu
mapu da istemeyin… Dört tarafını briketle çevirin, Atın yatak
yorganınızı içeri oturun... Ben sizi İstanbullu yapayım(!), siz de
bana ve partime oy verin…”
Ve aynen öyle oldu…
Ya sonra ne oldu?..
O bölgedeki fukaraların oylarını aldıktan sonra o gecekondu
mahallesine elektrik götürdü, su
taşıdı, yol yaptı...
Ama yollar, imarsız bir mahalleye yapıldığı için
İstanbul'un ortasında cumhuriyet dönemi öncesinin
köylerini hatırlatan bir mahalle doğdu...
Evlerin kapı numaraları bile yoktu...
DP ve
CHP yağmacılığı…
Bir yanda çağdaş, modern Bağdat Caddesi…
Hemen üstünde, Menderes’in,
İnönü’ye inat başıboş bırakıp gecekonduyla
doldurttuğu Fikirtepe…
Ve…
Gazeteci – yazarla doldurulan cezaevleri…
Yani; bugün dünyalar güzeli İstanbul’u devasa bir
Anadolu kasabasına dönüştüren ilk kazma
DP döneminde vuruldu…
27 Mayıs 1960 askeri darbesi o yağmayı durdurur
gibi oldu ama İstanbul yeniden
AP'li (eski DP) kadroların eline geçince,
Şair Nedim'in; değer biçilemeyecek kadar güzel ve
tek taşına kocaman Acem mülkünün feda edeceğini
yazdığı Şehr-i Cennet'in; bir taşra kasabasına
dönüşmesi, dörtte üçünün gecekondulaşması ve işsiz, güçsüz,
cahil, görgüsüz milyonların “İstanbullu”
olma süreci hızlandı…
12 Mart 1971 darbesi döneminde duran yağmacılık ve gecekondulaşma, 14 Ekim 1973’te yapılan ilk genel seçimler sonrasında ve bu kez; “toprak işleyenin, su kullananın” gibi absürt bir sloganının mucidi Ecevit CHP’si döneminin başlaması; İstanbul, Ankara, İzmir, Adana gibi büyük şehirlerin yönetimi de Ecevit ve Medyası gazıyla birlikte CHP’li köhne solcuların ve aptal “fukaraizmcilerin” eline geçmesiyle; buyrun size Kentköy İstanbul – Ankara – İzmir – Adana…
Hükümet
peygamber de muhalefet “şeytan” mı?..
Geleyim bugüne…
Son sekiz senede çok iyi işler yapan; hele iktidarının ilk dört
yılında ekonomi ve şehircilikte Türkiye’ye sınıf
atlatan ama Laik Devlet için tehlike olmadığı
konusunda milyonlarca seküler yurttaşı bir türlü ikna edemeyen;
ikna etmek için çaba da göstermeyen bir hükümet var...
Ve karşısında da bir gurup medya ve yazar...
Be mübarekler...
Tamam eleştirin bu hükümeti…
Haklısınız çok yanlışı var…
Haklısınız “rejim için tehlike olduklarına dair yüzlerce
karine mevcut” ama…
Yaptığı başarılı icraatlarda da hakkını teslim edin yahu!...
Ve diğer taraf…
Yahu bu hükümet hep doğru yapıyor da muhalefetin her söylediği
yanlış mı?..
Hükümet peygamber de muhalefet
“şeytan” mı?..
Yoooo…
Hükümetin hataları da olduğu gibi, muhalefet de bazen çok haklı ve
yerinde uyarılar yapıyor…
Alın işte şu son referandum…
Ne gerek vardı?..
Muhalefet partileri, “gelin; AM ve HSYK ile ilgili
değişiklikleri seçim sonrasına erteleyelim diğer maddelerin hepsine
biz de evet diyelim ve referanduma gerek kalmasın”
dedi…
Ama hayret bir şey…
Hükümet ve “Evet efendim”cileri bir yüklendiler ki
muhalefete, yürek acısı…
Ne olacak şimdi?..
Bu iki saçma değişiklik yürürlüğe girince yargı sistemimizin başı
göğe mi erecek?..
Referandumda ne
değişecek?.
Davalar en geç altı ayda karara mı bağlanacak?..
Savcı ve hakimlerle Avukatlar arasındaki marangoz hatası
giderilecek mi?..
Polis artık şüpheliden delile değil de delilden şüpheliye gidecek
şekilde çalışacağı için garip tutuklu yargılamaların çoğu sona mı
erecek?..
Yooo…
Değişen hiçbir şey olmayacak çünkü hükümetin amacı yargı
reformu değil…
Hükümet, iktidardan düştükten sonra başbakanın ve bakanlarının
geleceğini garanti almaya çalışıyor çünkü bugünkü yapısıyla yüce
divana giden başbakan ya da bakanların bazıları hayatlarının kalan
kısmını kesin cezaevinde geçirebilecekler…
Amaaa…
AM ve HSYK dışında kalan maddeler
hükümetin büyük devrimciliğinin kanıtı…
Yürek isteyen, çağdaş demokrasi uygulamaları…
Ama dedim ya…
Keşke iktidar ile muhalefet anlaşsaydılar da AM ve
HSYK ile ilgili değişiklikler şimdilik ertelenip
diğer 25 madde referandumsuz kabul edilseydi…
Şimdi boşuna yüz milyonlarca lira masraf…
Boşuna halk arasında gerginlik…
İki tarafın medyası da “kına” yaksın iyi mi…
Neresine mi?..
Tövbe, tövbe…
Herhalde ellerine değil…
adnanberkokan@gmail.com