İlker Paşa bu hangi vicdana sığar?

Taraf yazarı Rasim Ozan Kütahyalı "Başbuğ yandaş medya ile neden yakınlaşmaya çalışıyor?" sorusunu bugün masaya yatırdı!

Taraf yazarı Kütahyalı'ya göre, Genelkurmay AKP'ye ve “yandaş medya” diye ifade edilen diğer medyaya el uzatmış durumda, ve ilişkileri daha yakınlaştırmaya hazır... Hatta Kürt meselesinde de özellikle yumuşama sinyalleri veriyor... Laik kesimden muhaliflerine de el uzatıyor. Taraf'ın askerî vesayet noktasındaki hakiki demokrat tavrından kayıp “Başbuğ, güzel konuştu canım, açılım yaptı” tipi noktaya kayacağını hissetse Taraf'a da tavrı değişebilir Genelkurmay'ın... Fakat Gülen hareketi ağzıyla kuş tutsa Genelkurmay'ın tavrı değişmiyor...

İşte Taraf yazarı da bu tavrı sorguluyor zaten... "Dağda bırakılan muhabirin tek suçu Gülen  hareketine yakın bir haber ajansında çalışmak..." diyen Kütahyalı, "İlker Paşa bu hangi vicdana sığar?" diye soruyor....

Bu rijid tavır geçen haftalarda aklın ve vicdanın kabul etmeyeceği bir olaya sebebiyet verdi... Cihan Haber Ajansı'nın muhabiri Lütfi Aykurt bir askerî kurtarma helikopteri tarafından dağda bırakıldı... Aykurt, Muhsin Yazıcıoğlu'nun ölümü üzerine haber yapmak için o bölgeye gidiyor. Orada haber yapmak için gelen başka gazeteciler de var. 2500 metre yüksekte, soğuk ve kar altında gazeteciler görevlerini yapıyorlar. Gün geceye doğru ilerledikçe hava daha da soğuyor... Sonra Jandarma Arama Kurtarma ekipleri gazetecileri oradan almaya geliyor... Aykurt helikoptere biniyor. Helikopter içinde yer alan bir subay Aykurt'a çalıştığı ajansı soruyor. Aykurt CHA'dan olduğunu söyleyince de “Siviller askerî helikoptere alınmıyor” diyerek, gazeteci Aykurt'u helikopterden indirtiyor. Aykurt'un yanında DHA muhabiri de var. Aykurt DHA muhabirinin de sivil olduğunu belirtiyor... Öyle olunca TSK mensubu o kişi “Nasıl geldiysen öyle inersin!” diyerek Aykurt'u tersliyor, helikopterden kovuyor, 2500 metre yüksekte kar ve soğuk altında bir insan adeta ölüme terk ediliyor... Aykurt, helikoptere binmekten feragat eden fedakâr Anadolu köylülerinin yardımıyla güç bela o dağdan iniyor. Bu sayede bu feci olay kötü bir sonla bitmiyor...

Bu rezalet hangi ideolojiyle, hangi devlet çıkarıyla izah edilebilir? İstediğiniz kadar Kemalist ya da ulusalcı olun, böyle bir kepazelik hoş görülebilir mi? Böyle bir vicdansızlığı hangi insan kabul edebilir?

Ey General Başbuğ.... TSK'yı yıpratan hareketleri dışarıda aramayın!! Böyle TSK mensupları oldukça TSK'nın düşmana ihtiyacı yok!!... Bir ülkenin ordusunu halkına yabancılaştırmak isteyen “dış mihraklar” bu olaydan daha ileride bir komplo kuramazlar... Nasıl olur da bu vicdansızlığa, bu insanlık dışı davranışa sessiz kalabilirsiniz İlker Paşa? Bir insanı kurtarabilecekken, kasten kurtarmayan, o insanı göstere göstere ölüme terk eden bir kişi nasıl hâlâ TSK mensubu olarak kalabilir? Bu olaydan ötürü vicdanınızın acımadığına inanmıyorum, inanmak istemiyorum... Bir savaş anında, size silahla saldıran düşmana bile böyle vicdansız davranılamaz... Askerlik mesleğinin şerefine aykırı değil midir bu hareket İlker Paşa?.. Askerimizle ilgili bize öğretilenler hep en zor zamanlarda bile vicdanını, insanlığını koruması üzerinedir... Oysa burada “düşman” diye bellenen kişi sadece bir gazeteci... Tek suçu Gülen hareketine yakın bir haber ajansında çalışmak... Tüm TSK mensupları bu olay üzerine “Abartmıyor muyuz?” diye düşünmek zorundadır... TSK mensupları “Atatürkçü düşünce sistemi”ne bağlı oldukları kadar, temel insanlık ilkelerine de bağlı olmak zorundadır... “Düşman ile savaşmak” adı altında hiçbir ilke tanımayan bir ordu kendi kendini bitirme sürecine girmiş bir ordudur...

Geçen yüzyıl bize kendi itibarını kendi sıfırlamış, kendi kendini madara etmiş ordu örneklerini gösterdi... Yunan ordusu ve İspanyol ordusu bunun iki örneğidir. Bu iki ülkenin de orduları kendi halklarının ciddi bir kısmını “düşman” olarak bellediler. Bu “düşman” kesimlere karşı sonuna kadar katı bir tutumla davrandılar... Bu katı tutumun bu orduları hep “egemen” kılacağını zannettiler... Bu tutumların sonunda bu ordular egemenlikleri bir yana tüm itibarlarını kaybettiler. Bu ülkelerde şu an insanlar “Subayım” derken bile çekiniyor...

General Başbuğ ve diğer generallerimiz artık uyanmalıdır... Türk ordusu bu hale gelmemelidir... Her zaman itibarlı, dinamik, toplumsal meşruiyeti tartışılmayan, askerlik mesleğinde en yüksek kalite standartlarını yakalayabilmiş bir ordu olmalı ordumuz... Sadece askerlik mesleğiyle uğraşan, savunduğu halkının çeşitliliğinden gurur duyan, kendi yapısında da bu çeşitliliği yansıtan bir orduya sahip olmak istiyoruz artık... Yunan ve İspanyol ordularının akıbetleri, ibret vesikaları olarak her Türk subayının zihninde asılı biçimde durmalıdır...