II. Abdülhamit - Erdoğan - Bartholomeos

Eğer Türkiye – İsrail Savaşı çıkarsa bir tarafa yazınız ki; başta Araplar olmak üzere İran dahi,

ADNAN BERK OKAN

Bugün size bir öykü anlatmak ihtiyacı duydum. Lütfen okur musunuz...

Kasabada akan damları aktaran ve bu işten iyi paralar kazanan bir kiremit ustası, yeteri kadar para kazanınca köyüne döner. Oğluna artık yaşlandığını, bundan sonra kasabalarda dam aktarma işini kendisinin yapması gerektiğini söyler. Müşterilerine de "Bundan sonra işlerinizi oğlum görecek, kendisine siz de göz kulak olun" dediğini aktarır. Oğlu köyden çıkıp kasabaya gider. Çok kısa bir süre sonra da köye döner. Baba, oğlunun bu kadar çabuk dönüşünün sebebini merak edip sorar. Oğlu, "Beni çağıranların evlerine gittim. Dama çıktım. Akan delik kiremidi buldum. Yere atıp kırdım, yerine sağlamını koydum. Kasabada hiçbir evin damı akmaz oldu" der.
Dam ustası öfke ile "hay benim salak oğlum" diye bağırır. "Ben yirmi iki sene delik kiremidi bir köşeden aldım başka köşeye koydum. O köşe oldu ama bu sefer de delik kiremidi yerleştirdiğim öbür köşe akmaya başladı. Ev sahipleri de beni tekrar çağırıp bana iş verdiler. Hiç delik kiremit atılır mı?"


Öyküyü neden mi anlattım?..

Her gördüğümde bana rahmetli Altan Erbulak'ı hatırlattığı için sempati duyduğum Dışişleri Bakanımız Ahmet Davutoğlu, kiremit ustasının oğluna benziyor.
"Komşularımızla sıfır sorun" diye ortaya çıktığı günden beri, bölgemizde "sürekli sorun" isteyen egemen güçleri ürküttü...
Aman haaa!..
Bu konuda egemen güçlerden yana olduğum sanılmasın...
Ben konuya ilişkin fikrimi değil, tespitimi aktarıyorum...
Yani...
Fincancı katırlarını ürküttü...
Egemen güçler isteseydi, Ortadoğu ve Kafkaslar yıllar önce "sıfır sorunlu" bölgeler haline getirilirlerdi.
Oysa bir bölgede biten sorun bir başka bölgede daha büyük olarak ortaya çıkarılıyor...
Çünkü Ortadoğu ve Kafkaslar, egemen güçlerin gözünde "Şeytan" ve haliyle hep "azapta gerek" pozisyonunda bırakılıyorlar...
Siz Ortadoğu'da; Türkiye – İran – İsrail – Irak – Suriye – Mısır dostluğu düşünebiliyor musunuz?..

Şimdi de tarihimize dönelim...

Osmanlı tarihinin en feci yenilgilerinden biri, Balkan Savaşı'dır.
Ama evvelâ, Balkan Savaşı'nın hemen öncesine bakalım...
Bulgarlar, Sırplar, Karadağlılar ve Yunanlılar Ortodoks oldukları halde kiliseleri ve din okulları farklıydı ve birbirleriyle sürekli çatışma halindeydiler.
İttihat ve Terakki Hükümeti dört halkı sürekli çatışma halinde tutan bu ayrılığı gidermek isterken; II. Abdülhamit ise "Delik Kiremit" misali bu devletlerin birleşmelerine yol açacağını düşündüğü o sorunun çözülmesini istemiyordu.

Sonunda İttihat ve Terakki, II. Abdülhamit'i tahttan indirip (31 Mart 1909) yerine kardeşi V. Mehmet Reşat'ı getirdi.
Yeni padişah, ağabeyinden çok daha dindardı ama Kiliselerin ve Dini Okulların Birleştirilmesine ilişkin kanunu hemen onayladı.
Ve çok geçmeden, II. Abdülhamit'in korktuğu oldu.
Bulgarlar, Sırplar, Karadağlılar ve Yunanlılar; Osmanlı'ya karşı birleştiler...


Ve Balkan Savaşı da ondan sonra başladı...

22 Ekim'i, 23 Ekim'e (1912) bağlayan gece bir büyük facia yaşandı.
Kırklareli (Polos- Bedre) cephesinde bardaktan boşanırcasına yağmur yağıyordu...
Trablus Savaşı'nı kaybeden Osmanlı, yapılan anlaşma gereği ordularını dağıtmış bu kere Balkan Savaşı için acemi ve çocuk yaştaki gençleri silâh altına almıştı...
Aziz Paşa komutasındaki deneyimsiz, daha önce bir tek kez bile gece savaşı yapmamış, bırakın savaşı gece manevralarında bile bulunmamış bu askerler, Paşa'nın emriyle Bulgar Birliklerine zifiri karanlık ve bardaktan boşanırcasına yağmurun yağdığı o gecede hücum ettiler.
Gecenin kör karanlığında birbirlerini düşman askeri zanneden Mehmetçikler, karşılıklı ateş etmeye başladılar birbirlerine...

Durum tam bir trajediydi...

Türk Müslümanları, Türk Müslümanlarını öldürüyordu...

En fenası, hiç kimse yanlışlığın farkında değildi...
Sürekli ölüm kusuyordular birbirlerine...
Karanlık, yağmurlu ve kasvetli gecede ölüm dans ediyordu adeta...
Birliklerin tümüne tam bir bozgun havası hâkim oldu.
İnece tarafındaki Türk birlikleri de Bedre ve Polos taraflarına gelmeye başladılar. Bu ise güç birliği oluşturmaktan daha çok morallerin bozulmasına sebep oldu çünkü her birlik, diğer birliğe kötü haberler taşıyordu.
Tarlalar, yollar şehitlerle doluydu...
Yine yollar ve tarlalarda, çamurdan kurtarılamamış cephane dolu arabalar görülüyordu... (Aşk Tehcir Dinlemez. Adnan Berk Okan)

Neyse...
Fazla uzatmayalum ve dahî Bardakçı Paşamızın işine müdahil olup kendilerünü öfkelendirmeyelüm!..


Sevgili dostlar;

Ben Ak Parti Hükümeti'ni, diğer meslektaşlarımın aksine (Onlar CHP işle özdeşleştiriyorlar) İttihat Terakki Hükümeti'ne benzetirim.
İttihat Terakki, dönemin egemen güçlerinin taleplerini "Askeri Dikta" ile yerine getiriyordu...
Ak Parti Hükümeti ise aynı şeyi "Sivil Dikta" ile yapmaya çalışıyor.
İttihat ve Terakki, Osmanlı'yı 2 gemiyle 1. Büyük Savaşa soktu ve paramparça etti.
Ak Parti Hükümeti tek gemiyle Türkiye'yi savaşın eşiğine getirdi.
Bugün Ortadoğu'da "Sıfır Sorun" özleyen ve buna Başbakan Erdoğan'ı da ikna eden Ahmet Davutoğlu (sahi bu arkadaş hiç ortalıkta yokken birden bire nereden çıktı?) delik kiremidi kırmak üzere olduğunun farkında değil...


Pardon...

Aynı Davutoğlu'nun, Patrik Bartholomeos'un ekümenik olması ve Ruhban okulu'nun açılması için gösterdiği çabayı da hatırlayın...
Ve...
İsrail Devleti ile savaş haline gelişimizi de...
Ne kadar da Balkan Savaşları öncesine benziyor değil mi?..
Ve...
(Allah göstermesin) Eğer Türkiye – İsrail Savaşı çıkarsa bir tarafa yazınız ki; başta Araplar olmak üzere İran dahi, İsrail'in yanında yer alacaktır...
Asıl paylaşılması istenen topraklar, Anadolu ve Trakya topraklarıdır...
İsrail, Arap - İran düşmanlığının tarihi 60 yılı geçmez ama Arapların ve Acemlerin, Türklerden en az 500 yıllık kuyruk acıları var...
Ve...
Devletlerin sürekli dostlukları olmadığı gibi sürekli düşmanlıkları da yoktur...
Çıkar birliği oldu mu en azılı düşmanlar bir gecede dost olabilirler...


Buyurun size bir okuyucu mektubu...

Bir yanda Atatürkçü ve Laik olduklarını iddia edenler küfür ediyorlar bana, diğer yanda Milli Görüşçüler...
Türkiye'de "Ezber Bozan Yazar"ın kaderi bu...

Aşağıdaki mektup, Ömer Faruk Yıldız isimli bir arkadaştan geldi.
Aynen yayımlıyorum...

Adnan Bey... Bugüne kadar yazılarınızda size küfür ve hakaret edenlere karşı yaptığınız sitemlerden ötürü hep destek oldum, size pervasızca hakaret edenlere lanet okudum. Ama bugünki çirkin yazınıdan sonra, hatta ondan evvelki Furkan Doğan'la alakalı yazınızdan sonra size hakaret edenleri ve küfredenleri şimdi iyi anladığımı söyleyebilirim. Onlardan tek bir farkım var: onlar laikçilik ve Atatürkçülük adına size küfrediyorlar, ben ise İNSANLIK adına...

Özellikle bugünki Fethullah Gülen yazınızdan sonra şunu çok iyi anladım ki siz artık Allah'a tapmayı bırakıp, güce tapmaya başlamışsınız. Söyleyecek birşey yok, yeni tanrınız hayırlı olsun diyorum. Ve Şehid Furkan Doğan'ın acılı babasını bile eleştirecek cesareti kendinizde buluyorsanız ben sizin insanlık duygularınızın sadece İÇİNE SIÇARIM!!! Siz aklınızı tanrı edinmiş, ne idüğü belirsiz yavşaktan başka hiçbirşey değilmişsiniz meğersem... Ama şunu söyleyeyim size; bazen mukaddesat, aklın da mantığın da üzerindedir.

Hee bu arada küfür hakaret falan ettim ya, dava da açarsınız şimdi. Eksik olmayın efendim... Filistin için, direnişçi insanlar için, Türklük için, Müslümanlık için hepsine değer...

Bu mektubu, "İnternet sitelerine yapılan okur yorumlarını görünce utanıyorum. Bunlar insanı katil ederler" diyen başbakan Erdoğan'ın bilgilerine sunuyorum...

Peki...
Ben bu arkadaşa ne cevap mı verdim?..
Onu da okuyun:

Hayatım zavallılara yardımla geçti, size neden dava açayım ki?.
Allah'ın selâmeti üstünüzde olsun. Amin.
Adnan