İftirayı soruya çevirip cezadan kurtulma gazeteciliği...
Çok kötü bir dönemden geçiyoruz… Salt bizim tuttuğumuz tarafı “eleştiriyor” diye hiç tanımadığımız meslektaşlarımıza dünyayı zindan ediyoruz…
İnsanlık tarihinin en büyük bilgelerinden biri olan Konfüçyüs şöyle der:
“Bir şeyin haklı olduğunu bildiğin halde, o şeyden yana çıkmazsan, korkaksın demektir”…
Bu yazıda da, “haklıdan yana” olacağım…
Haksız olduğuna inandığım meslektaşım mutlaka kızacak bana…
Ama…
Önce yazıyı okusun…
Sonra eleştirdiğim yazısına bir daha baksın…
Ve kısa bir süre, sadece kendi yazısı üzerinde düşünsün…
Eminim o da yanlışını kabul edecek…
*
Efendim…
Murat Kelkitlioğlu AKŞAM Gazetesi’nin başarılı genel yayın yönetmeni…
İşini çok sevdiğinden ve çok iyi yaptığından eminim…
AKŞAM’a genel yayın yönetmeni olarak atandığında AKŞAM bölüm müdürlerine “Başbakanı destekleyeceğiz… Ak Parti'li değilim ama beni bu göreve, başbakan getirdi” deyişi çok eleştirilmişti muhalif sosyal medyada…
Bense “Ak Partili değilim” deyişini ve samimiyetini takdir etmiş, “gizli taraftarlık yapsaydı daha mı ahlaklı olurdu?” diye, onu eleştirenleri tenkit etmiştim…
Bugün ise onu eleştireceğim…
O halde başlayayım…
*
Sevgili Kelkitlioğlu…
Öncelikle kabul et ki sen de bizler gibi gazetecisin…
Hem de iyi gazetecisin…
Haliyle…
Bizim de siyasi bir tarafımız olur…
Ama…
Samimi taraf olmak, destek verdiğimiz tarafın başarılarını anlatmak olmalı…
Rakip meslektaşlarımızı aşağılamaktan, onları ihbar etmekten ise kesinlikle kaçınmalıyız…
Dünkü yazının bir yerinde şöyle diyorsun?..
“Kılıçdaroğlu, miting alanında FETÖ’cülerle ilgili nasıl yoklama yaptıysa, Ertuğrul Özkök de, bir bir isimlerini sayarak, FETÖ’den tutuklulara köşesinden ‘Sizi unuttuğumuzu sanmayın, hepinizi selamlıyorum’ diye seslendi. Şimdi soruyorum! Özkök’ün yaptığı nedir? Suç unsuru içermiyor mu?”
Ben cevap vereyim…
*
Hayır değerli kardeşim, hayır…
Suç içermiyor…
Çünkü…
Kanunlarımız suç olan fiili övmeyi yasaklıyor…
Kılıçdaroğlu adlarını andığı tutuklu gazetecilerin üzerine atılı suçu (Henüz “atılı” suç ve hüküm yok… Yani, adı anılan gazeteciler halen masum…) övmedi…
Haliyle Özkök de köşesinde atılı suçu övmedi…
Kılıçdaroğlu’nun yaptığının “demokratik” bir hak olduğunu yazdı sadece…
Ve…
Özgürlükçü anlayışını takdir etti…
Takdir edilen adı geçen gazetecilere atılı suç değil, Kılıçdaroğlu’nun özgürlük ve demokrasi anlayışı idi yani…
*
Değerli kardeşim…
Şunları da senin dünkü yazından alıntıladım…
“9 Nisan 2009’da ‘Hoca Bu Konuyu Neden Açtı’ başlıklı bir yazı yazdı Özkök. Daha sonra bu yazıyla ilgili ‘Tahşiye kumpası’ davasında tanık olarak ifade verdi. Özkök ifadesinde, 2009’daki yazıyı kimlerin isteğiyle kaleme aldığını itiraf etti mi? Bu itirafta bulunurken, ‘Aman benim isimleri verdiğim bilinmesin’ dedi mi?”
*
Bak sevgili kardeşim…
Kendin de işaret ettiğin gibi Özkök o davada “Tanık” sıfatıyla ifade verdi…
İfadesi de sende vardır…
Ve…
O ifade tutanağının hiçbir yerinde, Özkök’ün o yazıyı birilerinin isteğiyle yazdığına ilişkin tek bir cümle bile yok…
Bunun sen de farkındasın…
O nedenle “itiraf ettin” diyemiyor, suçlamanı, savcı gibi soruya dönüştürüyorsun…
Yani değerli kardeşim…
Özkök’ü “müfteri” yerine koyman, senin gibi usta bir gazeteciye yakışmadı…
*
Sevgili Kelkitlioğlu…
Biz gazeteciyiz…
Elimizde somut bir kanıt varsa onu yazımızın içine koruz…
Ama…
Somut bir kanıt yoksa okurumuzu aldatmak için “soru” şeklinde suçlamalar yapmayız, yapmamalıyız…
Yani…
Ve demek istemem o ki:
“Özkök ifadesinde, 2009’daki yazıyı kimlerin isteğiyle kaleme aldığını itiraf etti mi?” diye sormak, gazetecilik ahlâkı açısından sorunludur…
Çünkü bu bir “soru” değil, masum bir meslektaşına “suç” yüklemektir…
Kaldı ki…
Ortada yapılmış bir itiraf olsaydı, sormaz, “itiraf etti” der kanıtını da koyardın…
*
Hem…
De ki Özkök sana telefon etti ve “ben hayatım boyunca hiçbir yazımı istek üzerine yazmadım… Ve haliyle öyle bir itirafta da bulunmadım” dedi…
İnanacak ve köşende yayımlayacak mısın?..
Hiç sanmam…
Ama…
Yayımlarsan da seni alkışlarım…
*
Sevgili Kelkitlioğlu…
Çok kötü bir dönemden geçiyoruz…
Birçoğumuz (Seni tenzih etmek isterim) siyasilerin elinde oyuncak olduk…
Salt bizim tuttuğumuz tarafı “eleştiriyor” diye hiç tanımadığımız meslektaşlarımıza dünyayı zindan ediyoruz…
Onları aşağılayarak, hakaret ve küfür ederek, iftiralar atarak yaralıyoruz…
Daha da kötüsü…
Saldırganlığın, suikastın vaka-i adiye haline geldiği bir ülkede, bizim gibi düşünmeyenleri potansiyel katillere “hedef” gösteriyoruz…
*
Oysa sevgili Kelkitlioğlu…
Onlar gibi düşünmesek de; sevdiklerimize, değerlerimize küfür ve hakaret etmeyen ama olaylara da kendi pencerelerinden bakan meslektaşlarımızı anlamaya çalışsak…
Bizden farklı düşüncelerine tahammül edebilsek; inan hem onların hayatlarını zehretmeyeceğiz, hem de kendimiz daha huzurlu olacağız…
*
George Eliot (Mary Anne) “Nezaketle başlayan bir arkadaşlığın kökleri kolayca sökülebilir” demişti...
Ben Ertuğrul Özkök’le çok zor arkadaş oldum…
Yıllarca kavga ettikten sonra tanıdım onu…
Hem de…
Hürriyet’in genel yayın yönetmenliği koltuğunu bıraktıktan sonra…
Çünkü…
Hayat bana, güçlü insanlarla dostluk kurmanın tehlikeli bir şey olduğunu öğretmişti…
Ve ben Özkök’le önce arkadaş sonra da dost olduğumda artık o eski “Güçlü Ertuğrul Özkök” yoktu…
Zaten…
Dostluğumuz da nezaket değil kavga temellerinin üzerine kurulmuştu…
Bu arada sana bir şey söyleyeyim mi sevgili Murat?..
Onu tanıdıktan sonra, “keşke güçlü olduğu zamanlar dost olsaymışız çünkü zarar veremeyecek kadar tehlikesizmiş” diye düşünüyorum…
*
Demek istemem o ki…
Eğer birbirinizi tanırsanız; arkadaşlığınız pek de nezaketle başlamamış olacağı için, inan çok sağlam temellere oturacaktır…
Yakup
MURAT
yakupmurat@gazeteciler.com