İbrahim Karagül: Aydın Doğan için terör soruşturması başlatılsın
İbrahim Karagül: Doğan grubu ve patronu hakkında terörü teşvik ve pazarlama suçlamasıyla soruşturma açılsın!
GAZETECİLER.COM - Yeni Şafak Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni, isim vermeden Doğan Medya Grubu'nu hedef alarak, "Kişisel kanaatim, bu grup ve patronu hakkında terörü teşvik, terörü pazarlama suçlamasıyla soruşturma açılması yönünde" dedi.
"Bir medya grubu düşünün. Bütün yatırımını etnik milliyetçilik üzerine yapıyor. HDP'yi aylarca pazarlıyor, lideri Selahattin Demirtaş'ı bir efsaneye dönüştürmeye çalışıyor" diyen Karagül, "İstediği de oluyor. Pazarladığı nefret üzerinden kitlesel dalgalanmaya yol açıyor ve seçim sonuçlarını etkiliyor" ifadelerini kullandı.
Doğan Holding Kurumsal İletişim Başkan Yardımcısı Ahter Kutadgu, Karagül'ün 15 Temmuz'da başlığıyla kaleme aldığı yazısında "Doğan Grubunu PKK terörünün karargâhı" olarak tanımlayan ifadeleri üzerine suç duyurusunda bulunduklarını açıklamıştı.
Karagül'ün Yeni Şafak'ta "Geriye en çirkin, en kirli senaryo kaldı.." başlığıyla yayımlanan yazısı şöyle:
"Türkiye, sadece terörle mücadele etmiyor. Sadece PKK veya İŞİD'e karşı operasyon yapmıyor. Son yirmi beş yıldır, adım adım kendisine yaklaştırılan, bölgesel ayrıştırma projesinin son aşamasına karşı bir direnç geliştiriyor.
Harita taslaklarının Türkiye'ye yönelmesine
karşı savunma hattıinşa ediyor. Türkiye'nin dönüşümünü,
yükselmesini, güçlenmesini, bölgesel ve uluslararası
etkinliğini sabote etmeye dönük rüzgârı tersine çevirmeye
çalışıyor, doğal refleksini gösteriyor.
İçeride şekillendirilen “şer ekseni” üzerinden bir “iç işgal” ve
dışarıda, yakın çevresinde etkinliği artırılan örgütler üzerinden
uzunca bir süredir devam ettirilen “hırpalama”ya, zaafa düşürmeye,
felç etmeye dönük kampanya, 7 Haziran öncesi işte
bu yerli savunma hattını kırmak için bir
siyasi dizayn projesine dönüştürüldü.
Örgütler cephesİ ve olağanüstü durum
Seçim sonuçları itibariyle bu mühendislik ciddi ölçüde başarılı
oldu. Seçimden hemen sonra ikinci aşama, çatışma
aşaması başlatıldı. İçeriye servis edilen kimlik
siyaseti, bu yeni çatışmanın altyapısını oluşturacaktı. Bu yüzden
seçim sonrasında çözüm sürecine yönelik sabotajlar güçlendirildi,
PKK saldırıları başlatıldı.
DHKP-C ve MLKP gibi örgütler yeniden sahaya sürüldü ve PKK ile
dirsek teması sağlandı. Terör üzerinden bir ortak cephe
inşa edilmek istendi. Bu
örgütler Kandil'de, Kobani'de üsler kurmaya başladı.
Aynı anda üçü de şehirleri teröre boğacak hazırlıklara
girişti.
Seçim sonuçları itibariyle koalisyon
formüllerinin zorluğu oyun kuruculara geniş bir
hareket alanı sağlıyordu. İstedikleri siyasi formül başarıya
ulaşırsa AK Parti'yi bu yolla rehin alacaklardı.
Ulaşmazsa, örgütler üzerinden ülkeyi felç edip “olağanüstü durum”
için ortam oluşturacaklardı.
Pijamayla Başbakan karşılama hesapları
Terör ve şiddet üzerinden şer ekseni için örgütler üzerinden
içeride bir cephe kuruldu. İç işgal dediğimiz bu şer eksenini
yönetenler iseeskinin iktidar kurucu merkezleriydi. Onlar,
Türkiye'yi yenidengörünürde bir demokrasi ama
gerçekte oligarkların yönettiği bir ülkeye dönüştürmeye,
vesayet altına almaya, pijamalarla Başbakan karşılamaya
hazırlanıyorlardı.
Belki son on beş yılda ilk kez böyle bir fırsat oluştu ve
bu fırsat harcanmayacaktı. Nasıl olsa bu tezgahı
kamufle etmek için bölgesel kaos yeterince örtü sağlıyordu.
İntihar saldırıları olunca nasılsa IŞİD vardı, PKK saldırıları
olunca nasılsa PKK suçlanacaktı. NasılsaErdoğan ve AK
Parti düşmanlığını uzun süredir servis
ederekzihinleri bulandırmışlardı, her karşı çıkışı bu yolla
sulandırabileceklerdi. Bütün bunlar olurken onlar
yine dokunulmazkalacaktı, hiç kimse onları sorgulamayacak,
onlarla bir bağlantı kuramayacaktı.
Geriye en çirkin, en kirli senaryo kalmıştı
Türkiye, Birinci Dünya Savaşı'ndan bu yana ilk kez vesayetten
kurtulma, gerçekten özgür olma, gücünü kendinden ve çevresinden
alma mücadelesi verirken, birçok Batılı ülkeyi geride bırakan bir
hızlayıldızlaşırken onlar iç işgal üzerinden iç iktidar hesapları
yapıyor, ülkeyi yeniden rehin almaya dönük projeler
uyguluyordu.
Bugüne kadar yaptıkları bütün bu kirli
organizasyonlar ülkenin milli refleksine çarpıp un ufak
olmuştu. Artık darbe yoktu, ekonomik kriz yoktu, laiklik saplantısı
yoktu, İran veya şu ülke modeli tartışmaları
yoktu. Ukrayna vardı, Mısır vardı. Onları da
denediler yine olmadı.
Terör örgütleriyle iş tutar oldular..
Geriye en kötüsü, en kirlisi, en çirkini kalmıştı. Madem bütün
coğrafyada örgütler devletlerin yerine ikame ediliyordu, madem bu
amaçla küresel
ölçekte ihaleler dağıtılıyordu, aradıkları formül,
yeni fırsat önlerine gelmişti.
Örgütlere yaklaştılar. Onları el altından desteklediler. Medyaları
üzerinden şirin gösterdiler, pazarladılar. Onların şiddet
ve terör saldırılarına mazeretler ürettiler. Adliyeler
basılıp savcılar şehit edilirken onlar bu saldırıya siyasi
mazeret üretiyorlardı, bununla da kalmayıp Savcı Kiraz'ın kafasına
silah dayanmış o resmi yayın organlarında servis ediyorlardı.
Polisler infaz edilirken, iş makineleri yakılırken,
askerler aileleriyle saldırıya uğrarken, otobüsler
yakılırken onların yayın organları, medya mensupları
mazeretler üretmeye çalışıyor, yabancı bir unsur gibi, bu
ülkeyle hiçbir bağları yokmuş gibi duygusuzca hareket
ediyorlardı.
Hem dış tehdit, hem iç işgal
Gezi'de DHKP-C'yi pazarlayan, onu masumlaştırmaya girişen bu
çevre, 17 Aralık'ta da Paralel darbe girişimiyle
işbirliği içine girdi. 7 Haziran öncesi
başlayan HDP'ye yatırım bugün PKK'ya
yatırıma dönüşmüş bir görüntü veriyor. Paralel yapı bu
grubu bir “dış tehdit”e dönüştürdü. HDP ve PKK ile ilişkileri ise
onları bir tür “iç işgal” mekanizmasına dönüştürüyor.
Bir medya grubu düşünün. Bütün yatırımını etnik
milliyetçilik üzerine yapıyor. Bu siyasi hareketi aylarca
pazarlıyor, liderini bir efsaneye dönüştürmeye çalışıyor.
İstediği de oluyor. Pazarladığı nefret üzerinden kitlesel
dalgalanmaya yol açıyor ve seçim sonuçlarını etkiliyor. Ama
yatırım yaptığı, ihtiraslarını provoke ettiği o çevre bir
anda gücü silaha dönüştürmeyi tercih ediyor.
Terör yeniden başlıyor. Bu grubun kahramanlaştırdığı lider
Türkiye'yi silahla tehdit ederken o medya grubu hala onu
pazarlamaya devam ediyor, bu arada terörü masumlaştırmaya dönük
gerekçeler üretmeye başlıyor.
Bu medya grubunun kendini bu kadar marjinalleştirmesinin, en
uç terör örgütleriyle yan yana görüntü vermesinin sebebi ne
olabilir? Bir beklentileri mi var? Bu hesabın arkasından ne
çıkacak? Onların durduğu yerden bile büyük bir vaat ya
da ihale almadan böyle bir tehlikeye atılmak mümkün
görünmüyor. Sadece Erdoğan ve AK Parti düşmanlığı bunu
açıklamaya yeter mi? Anlamakta zorlanıyorum. PKK ve DHKP-C
yetmedi, adam çıkmış PYD'yi, Kuzey Suriye'nin tamamını denetlemeye
çalışan YPG'nin hamiliğini yapıyor.
Teröre destekten soruşturma açılmalı
Kişisel kanaatim, bu grup ve patronu hakkında terörü teşvik,
terörü pazarlama suçlamasıyla soruşturma açılması yönünde. Bu
kanaat bir husumetten kaynaklanmıyor. Sadece yapılanları tespit ve
tanımlama çabası içine giren herkes aynı resmi görecektir.
Türkiye üç cephede birden mücadeleye girerken bu medya
grubununTürkiye'ye savaş açanlarla, sokakları teröre boğanlarla
beraber görünmesini hiç kimse hazmedemez. Hiçbir ülke böyle
bir pozisyon alışa izin veremez.
Türkiye, uzun yıllardan sonra ilk kez kapsamlı
ve ilkeli bir tavır sergiliyor. İçeride yoğun
kamuoyu desteği, şaşırtıcı bir dış destekle sanıyorum son
harita taslaklarına müdahil oluyor. Bu müdahale, bölgesel denklemi
değiştirebilir, güç yapısını derinden sarsabilir.